Çözmeyi düşünmez, çözmez; çünkü her şey politik!
"Deprem büyüktü, geniş alanda vurdu, buna itiraz eden yok ki… İlk iki gün, üç gün neredeydiniz, gelmeniz için her enkaz başında slogan mı atılması mı lazımdı?"
Fotoğraf: Murat Uysal/Evrensel
İbrahim KARACA
Şair-Yazar
Her doğa olayından sonra ölümler geliyor ve siz, “Ama aniden bindirdi, geliyorum demeden geldi, alttan beklerken üstten geldi, çok büyüktü” diyorsunuz. Niye varsınız o halde, hangi afete karşı hangi seviyede, hangi hazırlıklarınız vardı da yetmedi?
Deprem büyüktü, geniş alanda vurdu, buna itiraz eden yok ki… İlk iki gün, üç gün neredeydiniz, gelmeniz için her enkaz başında slogan mı atılması mı lazımdı?
Sekiz saatte sahra hastanesi, beş saatte çadır kenti kuracak yeteneğe sahip bir ordu var ama devreye sokmuyorsunuz. Tam yirmi seneden beri topladığınız deprem paralarını ne yaptığınızı sorunca depremin büyüklüğü inkar mı edilmiş oluyor?
Bir apartmanda yöneticisin, arızalı asansörü yaptırmak için para topluyorsun ama bu para ile yan tarafa çardak yapıyorsun, kaça yaptırdığın da belli değil. Sonra asansör düşüyor, dört kişi ölüyor... Ve sen, “Asansör paraları ne oldu?” diye soran komşulara hakaret etmeye başlıyorsun. Niye?
Bu koyu karanlığın büyük bir aydınlığı tetiklemesi kaçınılmazdır!
TV kanallarını yasakla, erişim yasağı getir, yardıma koşan karşı mahalle çocuklarını “Devleti aciz gösteriyor” deyip şeytanlaştır, geriye dönük her şeyin tam tersini inşa et: “Türkiye 6 Şubat depremlerinin sınamasından alnının akıyla çıkmıştır.” Tam da böyle bir şeyi mi anlatıyordu 1984, Orwell?
Yahu kardeşim, tam da şimdi yıkımın yaşandığı bölge için, daha bir buçuk sene önce bu senaryo üzerine seminer verip tatbikat yapmıştınız, koca ülkeyi alışverişte olduğunuza ikna etme ritüelinden mi ibaretti her şey?
Öyleymiş vallaha, alışverişte olduğunuzu çadırları sattığınızda anladık. Çok safmışız. Söylemiş zaten başkan, izledik, yedi küsur şiddetli bir depreme yakalanırsak yapmamız gereken şey ‘kelimeişehadet’ getirmekmiş. 160 senelik Kızılay, sizin elinizde ne hale düşmüş hele bir bakın: Kızılay Yatırım Holding adıyla yeniden yapılandırılmış; yardım olsun diye vatandaşın bağışladığı kanı satmış; depremzede vatandaşa dağıtacağı çadırı satmış; depremzede vatandaşa vereceği konserveyi, nohutu satmış; depremde vatandaşın bağışladığı giysiyi satmış...
Yahu bu Kızılay kimin?
Aynı gün içinde 1 gazoz ile 1 simidi birlikte alabilmek için 1 günü pas geçip ertesi sabahı beklediğimiz günler geldi aklıma… Ama arada bir elimize tutuşturulan sarı zarflara Kızılay için yardım paraları koyardı babalarımız. ‘Amaç dışı faaliyetler var mı yok mu araştırılsın’ önergesini niye reddettiniz acaba, her faaliyetiniz amaç içi mi? Çadır satmalar, tarikatlara para aktarmalar, üçer beşer maaşlar falan, hepsi!
Çocukluk günlerimizi titrettiniz siz bizim.
“Din, iman, millet, beka,... ” deyip soyan şu harami düzene bakın hele; 50 gün olmuş ama enkaz kıyısında sokakta yatan insanların ne çadır ne tuvalet sorununu çözebilmiş. Çözemez, çözmeyi düşünmez, çözmez. Çünkü her şey politiktir... “Nasılsın” diye sormak, ağlamak, ölülerini beklemek, bulmak, gömmek... “OHAL ilan edilmedi mi ya, vazgeçtik her şeyden, çadır nerede 15 gündür?” diye sorup ağlaması bir annenin… Ve ona, “OHAL sana çadır getirmek için değil anacığım, en acil ihtiyaçlarını karşılayamayan beceriksizlere karşı bağıran sesini kesmek için var” demesi bir delikanlının… Maviye mavi demek, göğü seyretmek, yıkıntıya balonlar bağlamak, ekmekten önce “Amca bana da oyuncak getir” cümlesini duymak, susmak, haykırmak, korkup bir deliğe kısmak... Hepsi ama hepsi politiktir!
Daha neler var neler söylenecek ama şunu da deyip susayım ben:
Vakti gelir
Hayat emrini verir
Demirci demirini döver
Davulcu davulunu...