09 Şubat 2013 10:13

Beyoğlu’nda gezersin…

1960’lı yılların Beyoğlu’sunun “sanatçı barınağı” “Baylan Pastanesi”ni bu güne değin ben de dâhil çok kişi anlattı, Baylan artık literatüre geçti onun için es geçiyor, bugün 1960’lı yılların başka “mecra”larına yöneliyorum.Örneğin Atlantik Büfe, tabak

Beyoğlu’nda gezersin…
Paylaş
Üstün Akmen

Örneğin Atlantik Büfe, tabakta sosisiyle ünlenmişti.
“Frankfurter” denilen uzun bir sosis tabağa konulur, yanına patates tava ya da pilav, bir de makineden hardal basılırdı. Hardal, bildiğimiz hardaldı, bildiğimiz hardaldı da makineden basma işi bambaşkaydı. Ha, bir de, İtalyan salamı “mortadella”lı sandviçin içine sürülen, suyu ayrı satılan havucun posasına karıştırılmış tuzsuz beyaz peynir ve kırmızı acı biberli o müthiş karışım…  
Atlantik’in üst katı da nezih, zor yer bulunabilen bir restorandı. Sinema öncesi Atlantik’te bir sosis yemek, yanında da Arjantin, yani kocaman bir bardakta votkalı siyah bira içmek bir anlamda modaydı. Biralara eşlik eden o tadına doyulmaz sosisler, sosislerin yanında mükemmel Rus salatası ya da “dön baba döner”ler, falan!..

EMEK SİNEMASI

Emek sinemasında film seyretmek ise ayrı bir şölendi. Salonun altın sarısı, parlak, pilili, büzgülü perdesi katlana katlana, nazlı nazlı yukarı kalkar, tavanda toplanırdı. Emek’te çok kaliteli vizyon filmleri seyredilirdi. Hanımlar Emek’e kürkleriyle gelirler, salondan çıkarken kürklerini giymeden omuzlarına alır ya da fuayede kürklerini kucaklarının üstüne koyarlardı.
O tarihlerde kürklü kadınlara boya atılmazdı. Emek Sineması’nın hemen karşısında, Türkiye’nin ilk “self servis” uygulanan lokantası “Bab Kafeterya”ya girişte herkese birer kart verilir, tezgâhtan seçilen yemekler alınıp tepsilere yerleştirildikçe, tezgâh gerisindeki görevli bu karta işaretler çakardı. Kasaya “vasıl olunduğunda” kart teslim edilir ve ödeme yapılırdı.
Bu tarz uygulama, İstanbul’da bir ilkti. İstiklal caddesinin çift yönlü taşıt trafiğine açık olduğu yıllardı ve Bab Kafeterya’nın yemekleri gerçekten harikaydı.
Beyoğlu’ndaki önemli uğrak yerlerinden biri de yaşadığımız günlerde yerine yeller estirilen “İnci Pastanesi”ydi ve İnci Pastanesi’nin çikolata sosu rakipsiz “Profiterol’ü o günlerde de pek ünlüydü.  
(Bildiğimiz en gizli şey ayakkabılara yapılan pençe, konuştuğumuz dil Türkçeydi. Fener alayları yapılırdı. Kucak kucak çiçekler toplanırdı kırlardan, tertemiz duygularla annelerimiz için.)  

GALERİ EDİP

Yeni bir elbise alınınca giyilip çıkılacak ender yerlerdendi Beyoğlu. Elbiseler de farklıydı hani, modanın öncü mağazalarından biri olan “Galeri Edip” bele yapışan, dar kesimli, etekleri kloş redingot tarzı uzun ceketler; pardösüler; muska böreği biçiminde düğümlenen geniş kravatlar; uzun dik yakalı gömlekler; tutma yeri bambu, siyah uzun şemsiyelerle doldurduğu zevkli vitrinler dekore ederdi.
Tek düze beyaz naylon gömleklerden, manşetleri bol düğmeli, renkli gömleklere geçenler; önü başka, arkası başka renkli pantolon giyenler ve de bileklere, ad kazınmış kalın zincirli gümüş künye takanlar Beyoğlu’nda tur atardı. Mini etek modası kadınlar arasında gene tam o yıllarda yayılmaya başlamıştı. Bacakları güzel olsun ya da olmasın pek çok genç kız, dizin dört parmak üzerinde giydikleri eteklerle tam da o günlerde gönülleri Beyoğlu’nda yaktı.
(Yeni bir dünya kurulacak ve Türkiye bu dünyadaki yerini alacaktı. İçtenlikle inanmıştık.)

DEGÜSTASYON

Cadde üstünde Çiçek Pasajı girişinde, 1928 yılından beri hizmet vermekte olan. Orhan Veli’nin “Canan ki Degüstasyon’a gelmez/ Balıkpazarı’na hic gelmez” dizelerini döktürdüğü “Degüstasyon” lokantası vardı.
Degüstasyon’un pane edilmiş, yanında limon ile servis edilen Şinitzel’i ve değişik mezeleri vardı. Bu mezeleri, yaşlı-ağırbaşlı İtalyan ve Rum garsonlar, kahverengi ahşap egemen salonda, kar beyazı renginde örtüleri olan masalara servis yapardı.
Sabahları, umumiyetle konsolos emeklisi kılıklı yaşlı beyler cadde üzerindeki camın önüne oturup gelip geçeni seyreder; günün sonrasındaysa az paralı edebiyat, tiyatro ve resim sanatçıları Degüstasyon’a “arz-ı endam” eder, köşedeki gazetecideki “Pazar Dergi”nin kapağı, gençlerin yüreğini her hafta değişik ritimlerle çarptırırdı.  

ÇİÇEK PASAJI

O günlerde, Çiçek Pasajı’nda başınızı havaya kaldırdığınızda dairesel biçimli gökyüzünü görürdünüz. Girişte sağlı sollu, tahta, eski mi eski yıllanmış fıçılar dizili durur, bu fıçılar masa olarak kullanılırdı.
Aydınger kâğıdını köşelerinden büküp içini havuz gibi yaparlar, karidesleri koyup üzerine limon ve zeytinyağı boca edip, bir avuç da maydanoz atarlardı.
Dükkânların vitrinli buzdolapları, o dolapların içindeki envai çeşit mezeler hemen göze çarpardı.
Balıkpazarı’nın İstiklal Caddesi’ndeki girişinin bir tarafında “Martino”, diğer tarafında ayakkabı mağazası “Dore” vardı; cadde çiçekçilerle başlar, odun ekmeği çıkaran fırını, balıkçıları, canlı tavuk-ördek satan dükkânları, ciğercileri, midye tavacıları, manavları ile Beyoğlu’na renk katardı.
İstiklal Caddesi’nde karşınızdan gelen size omuz atmaz, yanınızdan yürüyen delikanlı galiz küfürler etmezdi.
Anlayacağınız, 1960’lı yıllarda Beyoğlu’na estetik hükmederdi.

ÖNCEKİ HABER

İktidarların masallarına karşı

SONRAKİ HABER

Taşı toprağı altın bir memleket: Mali

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa