09 Şubat 2013 13:09

Özgür aşk, serbest aşk

Güle gül ise, sevgiye de sevgi denk düşer. Kimse bir diğerine malı-mülkü için bağlanmaz...

Özgür aşk, serbest aşk
Paylaş

Aydın ÇUBUKÇU

Gülden terazi tutarlar
Gülü gül ile tartarlar
Gül alırlar gül satarlar
Çarşı pazarı güldür gül

(Kul Nesimi, 17. yüzyıl başları… )

Onun saptamasına göre, “karakterli erkek”, iş sahibi, evi, dükkânı, malı mülkü olan erkekti. Erkekler ise, “et” dışında bir özellikle pek ilgilenmiyorlardı.
Ortalama beğeni düzeyimiz ve bunun cinslere göre dağılımı 50 yıl öncesine göre fazla değişmiş görünmüyor. “Aile kurmak” amacıyla “70 milyonunun karşısına” çıkanlardan kadınlar erkekten “elektrik almak” için, önce “kendi evi, arabası, iyi bir işi” olup olmadığına bakıyorlar. Erkekler ise, yine geleneksel “güzellik” ölçülerini kullanmakla yetiniyorlar. Kendilerini beğendirebilecekleri tek özelliklerinin “rahat bir hayat” sağlayabilecekleri güvencesi verebilmek olduğunu bildiklerinden, kimi köydeki arazisinden, kimi dükkânının ya da evinin tapusundan, arabasının markasından söz ediyor. Kadınlar, müstakbel damada emr-i hak vaki olduğunda mirası paylaşacak birilerinin olup olmadığını da iyice sual ettikten sonra kararlarını veriyorlar… Karşılıklı olarak şu üç günlük dünyada kendilerini neyin tatmin edeceği üzerinden yapılan bu pazarlık sonuçlandığında piyasa modeline uygun olarak, eşdeğer kabul edilen varlıklar ortaya konuluyor ve birbirine gerçekten denk olup olmadıkları az buçuk sınandıktan sonra evliliğe karar veriliyor. Sonraki bütün mutluluk ya da anlaşmazlık çerçevesini az çok tahmin edebiliriz. Kadın evin ya da arsanın tapusunun kendi üstüne yapılmasını isteyecektir, erkek ise yerleşik ev kadınlığı ölçüleri içinde kadının “vazifelerini yerine getirip getirmediğine” bakarak karar verecektir. Kadınlar genellikle daha uyanık-akıllı oldukları ve hayattan beklentileri konusunda açık ve somut planlar yapmayı bunca kahır ve eziyetten sonra bir “cins deneyimi” biçiminde benliklerine yerleştirdikleri için hedefe kilitlenmiş vaziyette, amaçlarına adım adım ilerleyeceklerdir. Erkek ise, bütün sözlü gelenek içinde yerleşmiş olan kaş göz, et-but, endam-salınım ötesinde herhangi bir ölçüte sahip olmadığından ev içi rahatlık ve keyifle yetinecektir.
Halk edebiyatının da, divan edebiyatının da, sözlü destan, masal, atasözü birikimimizin de, aşk denilince anladığı ve anlattığı bundan başka bir şey değildir. Mecnun, Leyla’yı görür görmez âşık olmuştur; Kerem’in, Ferhat’ın, Kamber’in aşkları da “yârin saçının teli”, “kiraz dudağı”, “gül memeleri” üzerinedir. Bu destanlarda adı geçen kadınların erkeklerin nesine âşık oldukları çok bilinmez. Ama onların da kara kaş, burma bıyık, kalkan göğüsten ötesine baktıklarına dair işaret yoktur. Nadiren, yanık sesli de olmak işe yarayabilir.
Yazının girişine olağanüstü şiirinden bir bölüm aldığımız Kul Nesimi’nin ütopyasında ise, başka bir aşk dillendirilir. Yalnız aşk değil, bütün bir toplumsal ilişkiler, karşılıklı alınıp verilebilen her şey, bir tek genel eşdeğerle ölçülür orada: GÜL!
Marx’ın bize öğrettiğine göre, pazarda karşılıklı değiştirilen şey meta içindeki billurlaşmış insan emeğidir. Ürünün para, altın ya da herhangi bir başka genel eşdeğer kullanılarak değiştirilmesi sırasında yapılan şey karşılıklı olarak, kapitalizmde piyasa koşullarınca belirlenmiş biçimde, üründeki emek miktarına değer biçmekten ibarettir. Kul Nesimi, gülün gül ile gülden terazilerde tartıldığı bir çarşı- pazar hayal ediyor. Bu en saf haliyle, en derin insan özlemlerinin gerçekleştiği bir toplumsal düzendir: komünizmdir. Mal mülk hırsının olmadığı, insanların birbirlerini sahip oldukları varlıklarla ya da yoksullukla değerlendirmediği, gülün ancak yine gülle tartıldığı bir eşitlik dünyası…

ÖZEL MÜLKİYET-ORTAK MÜLKİYET

“Özgür aşk” ile “serbest aşk” arasındaki farkı en iyi açıklayacak ölçü de buradadır.
Üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet, yalnızca bir nesneye sahip olmak ve bunu başkalarının emeğini sömürmek için kullanmaktan ibaret bir durum değildir. Özel mülkiyetin duygu ve düşünce dünyasında yarattığı kirlilik, emek sömürüsünün ortaya çıkardığı insanın insanı sömürmesi olgusundan daha kötü, daha dayanılmaz sonuçlar doğurur. İnsanın insana kulluğunun bütün biçimlerinin kaynağı buradadır ve kulluğun aldığı biçimler çoğu kez şaşırtıcıdır. Birisinin sevgilim dediği insana “malıymış gibi” davranması, bugün sosyalist ahlaktan nasibini almamış olanların bile ayıpladığı, yanlış bulduğu bir tutumdur. Ama kimileri için de doğal, zorunlu ve başka türlü olamaz olan bir toplumsal gelenektir. Uluorta tartışan çiftten, kadın “ben senin malın değilim, anlıyor musun?​” diye canhıraş bir biçimde bağırıyordu, erkek, mal anlayışının genelleşmiş halini dile getirdi; “Ya kimin malısın lan? Orta malı mısın?​” Kudurmuş bir kıskançlık, yine “mal” kavramında kendine dayanak buluyordu. Herif, bir malın ya özel mülkiyete, ya da ortaklaşa mülkiyete ait olacağını toplumsal içgüdüleriyle hissediyor, kadını da mal olarak gördüğünden başkasıyla paylaşmayı özel mülkiyete göre biçimlenmiş aklı kabul edemiyordu. Çok eski zamanlardan bu yana, eşitlikçi ve özel mülkiyeti kaldırmayı isteyen dinler, mezhepler, siyasi hareketler, bu yerleşik çirkin algıya daha başlangıçta sınır koymak için, daha yola çıkarken “kadınlar üzerinde ortaklık yoktur” demişlerdir. Her şeyin gül ile ölçülüp tartıldığı bir dünyayı özleyenler, kadınları herhalde okka ile tartmayacaklardı.

SEVGİNİN KARŞILIĞI YALNIZCA YİNE SEVGİDİR

Güle gül ise, sevgiye de sevgi denk düşer. Kimse bir diğerine malı-mülkü için bağlanmaz, orada hiçbir kadın elini tuttuğu sevgilisinin birkaç tapusu, kabarık cüzdanı var mı diye düşünmez, arabasının markasını, modelini ölçü olarak koymaz. Sevmeye değer olanın başka özellikler olduğunu bilir. Erkek de, kaşına gözüne, boyuna posuna, dudağına memesine değil, kafasının içine, kalbine, en derin ve insani özelliklerine bakar. Ayrılırsak verdiğim hediyeleri geri alabilecek miyim diye hesap yapmak aklına bile gelmez. Onları birbirlerine bağlayan tek şey aralarındaki sevgidir. Gelecek kaygısı, barınma, beslenme mecburiyeti dolayısıyla birine bağlanmış olmanın köleleşmek olduğu açıktır. Orada bir insana değil, onun sahip olduğu mala-mülke bağlanılmıştır. Sevilen şey de tapudur, banka hesabıdır, otomobil markasıdır. Bunları taşıyan ha Ali olmuş, ha Veli! Bunlara bulaşmamış bir karşılıklı bağlılık, iki tarafın da tam özgürlük içinde, hiçbir mecburiyet hissetmeden, hiçbir çıkar gözetmeden, içten-dıştan hiçbir hesap yapmadan insan insana ve yalnızca sevgiyle kurulmuş bir bağlılık olacaktır. Bu yüzden, böyle bir aşk özgür aşktır.

SERBEST AŞK!

Serbest piyasa kurallarına göre ve tam da kapitalizmin mantığına uygun olarak, piyasadan rastgele alınabilen bir maldır serbest aşk! Her iki taraf da, bin bir bağla mülkiyet dünyasının bütün ilişkilerine bağımlıdır. Kalıcılık duygusu veren tek şey mülkiyet ve onun sonuçlarıdır. Mülkiyet dışında değerli hiçbir şey yoktur. İnsanlar da, borsadaki kâğıtlar, banka hesapları, emlak rantı kadar ve sadece o kadar değerlidir… Alınıp satılabilir, kendisine benzer başka bir malla serbest piyasa koşullarına uygun olarak değiştirilebilir. Çiftler, sayısız bağla kendilerini kuşatan mülkiyet dünyasına bağlı olduklarından birbirlerine bağlanamazlar. Bilinçlerinde ve bilinçaltlarında kutsal ve değerli olan yalnızca kendilerini yutmuş olan mülk ilişkileridir. Bunun dışındaki her şey geçici, değersiz ve geçersizdir.  
Özetle, ikisi arasındaki fark, gülün gülle ve her şeyin gülle tartıldığı bir dünya ile her şeyin parayla tartıldığı bir dünya arasındaki farktır.

ÖNCEKİ HABER

Aşk örgütlenmektir abiler!

SONRAKİ HABER

Emekçiler barış için müdahil olmalı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa