08 Nisan 2023 05:15

Dr. Nursel Tabel Arslan: İşçilerin çoğunluğu politikaların aleyhinde olduğunun farkında

AKP rıza üretmeye artık fazla çabalamıyor. EYT gibi adımların biraz etkisi olabilir ancak artık din ve milliyetçilik propagandasının, tehdit dilinin işe yarayacağını sanmıyorum.

Fotoğraf, Nursel Tabel Arslan'ın kişisel arşivinden alınmıştır.

Paylaş

Serpil İLGÜN

Enflasyonun artışa geçtiği, soğan patates tanzim satış noktalarının kurulduğu 2018’deki özellikle de Kocaeli, Bursa gibi sanayi kentlerindeki Erdoğan ve partisi lehine sonuçlanan seçim sonuçları, tek başına ekonomik krizlerin iktidar değişimine yol açmadığını göstermişti. AKP oy kaybetmekle birlikte, genel olarak rıza üretiminin mekanizmaları ve bu mekanizmalarla beslenen propaganda çalışabilmişti.

Beş yıl sonra yine soğan fiyatının gündemleştiği, beslenmeden barınmaya ihtiyaçların karşılanamaz hale geldiği, derin yoksulluğun yaygınlaştığı, 2 milyon 650 bin insanın yağmurlarda su içinde kalan çadırlarda yaşamaya çalıştığı bir tabloda girilen seçimde Erdoğan ve partisi, işçi ve emekçilerden yine destek istiyor.

Genişlettiği ittifak, açlık sınırının altındaki asgari ücreti yükseltme vaadi, EYT, en düşük emekli maaşına ve ikramiyesine zam, sosyal desteklerin arttırılmasına eklemlenen din ve milliyetçilik propagandası umulan desteği sağlar mı? Erdoğan ve partisi açısından rıza üretiminin önündeki engeller neler?

Kor Kitap’tan iki yıl önce yayımlanan Emeğin Rızası Kitabının Yazarı Dr. Nursel Tabel Arslan’la konuştuk. “Neoliberal hemgemonya ve işçi sınıfı” alt başlığı ile yayımlanan ve Ankara’daki OSTİM, Sincan, İvedik Organize Sanayi Bölgelerinde çalışan örgütlü, örgütsüz işçilerle yapılan görüşmelerle desteklenen çalışmasında Tabel Arslan, hegemonya kavramının siyasal, kültürel yönünü göz ardı etmeden ekonomik yönüne dikkat çekiyor. AKP’nin önemli rıza üretme mekanizmalarından biri olan sosyal yardımların iktidarını sürdürmedeki rolüne ve kullanma biçimine geniş yer ayırıyor.

Arslan’la rızanın nasıl üretildiği ile ilgili hem hafıza tazeledik, hem de bugüne baktık.

Erdoğan ve partisini 21 yıl iktidarda tutan desteğin önemli bir bölümü işçi ve emekçilerden geldi. Erdoğan iktidarı, siyasal İslamcılığı neoliberal politikalarla entegre ederken, kendisinden önceki dönemlerle kıyaslanamayacak kadar çalışma yaşamını işçiler ve emekçiler aleyhine dönüştürdü. Bu gerçek nasıl örtülebildi, dolayısıyla rıza nasıl sağlandı?

Aslına bakarsanız çalışma yaşamının işçi ve emekçiler aleyhine düzenlendiği gerçeği örtülemiyor. Doktora tezimi hazırladığım 2016-2017 arasında yaptığım alan çalışmasında görüştüğüm işçilerin anlatımlarına dayanarak bunu söylüyorum. İşçilerin çoğu bu düzenlemelerin kendi aleyhine olduğunun farkında. İktidar bu gerçeği örtemiyor ancak uyguladığı neoliberal politikaların işçiler üzerinde oluşturduğu tahribatın yaralarını sarması gerektiğini de biliyor. Bu aynı zamanda hegemonya tekniği. Bunu da egemen sınıfların, sermayenin çıkarlarına zarar vermeyecek ölçüde tavizlerde bulunarak neoliberal popülist politikalara ağırlık vererek yaptı. Sosyal yardımlar, bunun en önemli ayağını oluşturdu çünkü sosyal yardımlarla, rızanın üretilmesi arasında güçlü bir ilişki var. Bunun için sosyal politikada değişiklikler yapıldı: Sosyal güvenlik kapsamı içinde olanların hakları kısıtlanırken, toplumun büyük bir kesimi de sosyal güvenlik kapsamından çıkarıldı ve sosyal güvenlik sistemi sermaye birikimine açıldı. Sosyal koruma sistemi içindeki payı artırılan sosyal yardımlarda hak temelli ve sosyal yurttaşlık esasına göre değil, ihtiyaca dayalı olarak yapılmaya başlandı. Dolayısıyla bağımlı sınıflar hakkı olanı, İslami-muhafazakâr bir tarzda kurulan ilişkiyle ve devlet kurumları yanı sıra sivil toplum kuruluşları, cemaatler ve yerel yönetimler aracılığıyla yardım olarak almaya başladı. Bu da iktidarın bir lütfu olarak sunuldu. Bu düzenlemeler ve yardımların yapılma biçimi sadece rıza üretimine değil, sermaye birikimine de katkı sağladı.

Rıza üretiminde sosyal yardımların yanı sıra, seçime giderken yine kuvvetlendirildiğini gördüğümüz din ve milliyetçiğin kullanımı nerede duruyor?

Din ve milliyetçilik AKP iktidarının popülizminin ideolojik bir boyutu. Hegemon olabilmek için iktidara gelmeden ve iktidardayken bağımlı sınıfların yönlendirilmesi gerekir. Gramsci’nin mevzi savaşı olarak kavramsallaştırdığı bu yönlendirmeyi AKP çok başarılı bir şekilde gerçekleştirdi. AKP, din ve milliyetçiliği değişik dönemlerde ihtiyacına göre, değişik dozlarda kullanmayı tercih etti. Mesela iktidara ilk geldiği zamanlarda İslamcı kimliğini ve dili çok fazla kullanmadı. Ama özellikle iktidarının son dönemlerinde dini vurguları daha fazla ön plana çıkardı. Ancak bugün, din propagandasının etki ettiği Sünni İslam mezhebindeki dindar insanlarda bile AKP zenginlerinin, İslami sermaye grubunun yaşam biçiminin de etkisiyle dini yaklaşımın sorgulanmaya başlandığını görüyoruz. Eğer bir çıkar ilişkisi yoksa, bu insanların tepkisinin sandığa yansıyabileceğini düşünüyorum.

Diğer yandan Erdoğan, MHP’yi ittifakına katarak/transformizm yoluyla milliyetçiliği de kendi tekeline aldı. Ve yine araştırmamda gördüğüm bir şey; işçilerin çoğunda milliyetçi duygular siyasal tercihlerinde dinden daha etkili. Bu da AKP’nin popülizmin bir aracı olarak başvurduğu milliyetçi yaklaşımın karşılık bulduğunu düşündürüyor.

Milliyetçilik neden dinden daha fazla etkili?

Çünkü zaten AKP’nin dini saiklerle desteğini aldığı yüzde 10-15 arasında bir kesim var. Bu kesime çok da fazla bir şey söylemesine gerek yok. Konsolide ettiği bu kesimi fazlalaştırmak, harekete geçirmek, dinciliği arttırmak gibi çabalar arttı ama zaten din, bu kesimin direk oy vermesini sağlayan bir şey. Ama milliyetçilik konusu öyle değil. Millilik ve yerlilik vurgusuyla, milliyetçilikle sadece İslamcılara ya da MHP tabanına, Türk milliyetçilerine değil, CHP içindeki Atatürkçüler de dahil olmak üzere daha büyük bir kesime hitap edebiliyor. Alan araştırmasında bu açıdan ilginç görüşmelerim oldu. Örneğin kendini sosyalist olarak tanımlayan bir işçinin, esasında ne kadar milliyetçi görüşlere sahip olduğunu gördüm. HDP’ye çok fazla bir şey söylemese de “Burası bizim, onlar burada yer sahibi, söz sahibi olmak istiyorlar” gibi Kürt halkının taleplerini bir problem olarak gören bir anlayış var.

Rızaya geri dönersek, rıza iki biçimde sağlanıyor; aktif rıza ve pasif rıza. Nedir aktif ve pasif rıza?

Aktif rıza da onay verilirken, pasif rıza da ise boyun eğme söz konusu. Aktif rızada ideolojinin/dinin ve cemaatlerin etkisi çok fazla ayrıca taraf olarak çıkar elde etmenin etkisi de var. Pasif rıza gösterilmesinde ekonomik, hukuki koşulların zorlayıcılığı ve korku etkili.

Nedir bunlar?

En öne çıkanlar; borçluluk, işsizlik, güvencesizliğin yarattığı kaygı/korku. Borçlandırma yoluyla geleceğinizi ipotek altına alan bir sistem var. Bu AKP’ye mi özgü, hayır. Neoliberalizmin sağladığı bir şey. AKP iktidarının bunu çok iyi biçimde kullandığını belirtmemiz gerek. Bu yolla emekçileri, çalışanları kendisine bağımlı kıldı. Aslında ister pasif, ister aktif rıza göstersin, insanların borçlanma yoluna gitmek zorunda kalması sermaye sınıfının sermayesini arttırdı ve AKP’nin iktidarını yeniden üretmesini sağladı.

İşçilerle yaptığım görüşmede pasif rıza gösteren işçiler haksızlığa uğradığının, emeğinin karşılığını alamadığının farkındaydı ama bunun mücadelesine girişmek istediğinde fiziki şiddete, işten atılmaya vs. maruz kalacağının da farkında. Zaten büyüyen bir işsizlik ordusu var, zaten rakipler artıyor, bu açıdan Suriyeli göçmen işçileri çok ciddi bir rakip olarak görüyorlar, dolayısıyla bir muhasebe yapıyor ve bugünü kurtarmak adına yapılanlara ses çıkarmayarak rıza göstermiş oluyor. Bunu yaptığı için suçlanamayacağını düşünüyorum. Çünkü dışarıdan teorik olarak birtakım şeyleri söylemek kolay. Ama o nesnel koşulları yaşayan, deneyimleyen onlar.

RIZANIN ÜRETİLMESİNDE SENDİKALAR DA İŞLEVLİ

Rızanın yeniden üretiminin önünde örgütlenmiş olmak, sendikalaşmak bir bariyer oluşturabiliyor mu?

Yine yaptığım çalışmaya dayanarak söyleyeyim, örgütlü olmanın çok bir etkisi yok. Hatta daha da ilerisi, bazı sendikalar rızanın üretiminde rol oynuyorlar. Yaptığım görüşmelerde işçilerin en çok ifade ettiği, bizim de izlediğimiz, gördüğümüz bir Türk Metal gerçeği var. Rızanın üretilmesini sağlama yönünde bir işlevi söz konusu. Dolayısıyla soruyu belki de şöyle sormak lazım, örgütlü olup olmamaktan ziyade, nasıl bir örgütlülük, nasıl bir sendika? Şüphesiz sendikalı olmak, örgütlü olmak belli kazanımları getirir. Ama sendikalı olmanın dezavantajlı bir tarafı da var, o da işçi ve emekçileri sadece ekonomik çıkarlarını elde etme noktasında tutması. Ancak eylemlerin artmasının, sınıf mücadelesinin siyasal bilince ulaşılması açısından önemini de göz ardı etmemek lazım.

Şunu da eklemek gerek, işçi sınıfının geçmiş deneyimleri, birikimleri de çok hatırlatılamıyor. Dolayısıyla oradan da bir beslenme olamadı. Yine de işçi sınıfının tüm bunlara rağmen gösterdiği direniş, yapılan grevler çok kıymetli. Avrupa’da hak arama mücadelesinin daha yaygın ve süreklilik arz ettiğini, katılımın çok yüksek olduğunu görüyoruz ama koşullarımız aynı değil.

Bu, ekonomik şartlar başta olmak üzere gündelik hayatlarımız bu kadar cendereye alınmışken neden buna karşılık gelen hak alma mücadelesi, eylem ve direnişler gerçekleşmiyor sorusunun da yanıtını oluşturuyor.

Evet. Burada işsizlik, örgütsüzlük, korku, güvencesizlik gibi faktörlerin yanı sıra önemli bir şey de şu, işçilerin sendikalara güveni yok. Saha araştırmasında da öne çıkan bulgulardan biriydi bu. Hatırlarsanız Metal Fırtına’da işçiler sendikaya kendi taleplerini dayatma yönünde bir direnç gösterebilmişlerdi. Örgütsüz mücadele zayıf ve yetersiz kalıyor ve örgütlü olmanın koşullarından biri sendika ama sendikaya güvenmeyen milyonlarca işçi var. Birleşik Metal-İş gibi birkaç sendika bir ölçüde ayrı bir yere konulabilir ama geri kalan Türk Metal gibi büyük sendikalara, konfederasyonlara baktığımız zaman durum ortada. Dolayısıyla işçilerin çoğunluğu bunu çok iyi görüyor, olan bitenin farkında. Ancak bahsettiğim borçluluk, işsizlik, korku, güvencesizlik, örgütsüzlük ve sendikaların durumu gibi faktörler, işçilerin pasif rıza pozisyonunu sürdürmesine neden oluyor.

Hak arama meselesinin sandığa, seçimden seçime indirgenmesinin etkisi için ne söylersiniz?

Bu çok önemli. Demokrasi seçimde oy vermeye indirgendi. İşçi ve emekçiler siyasetten dışlanmış durumdalar. Sözünü söyleyebileceği, tepkisini gösterebileceği tek bir alan seçim ve seçimdeki oyu. Dolayısıyla evet, bunun da ciddi etkisi var. Özellikle ana muhalefet bunda önemli bir rol oynadı.

ERDOĞAN ZAMANI POLİTİKLEŞTİRİYOR!

Gelelim, Erdoğan’ın da kader seçimi olarak addettiği 14 Mayıs’a giderken EYT’den asgari ücretin yükseltilmesi vaatlerine eklemlenen din ve milliyetçilik propagandasına, izlenen stratejinin rıza üretimini sağlayıp sağlamayacağına. Gözleminiz ne?

Değişim değerinin kullanım değerinden bağımsızlaştığı, hatta onu belirler hale geldiği bir çağdayız. Kullanım değeri bir anlamda ihtiyaçları karşılama gücü demek. Artık temel ihtiyaçlarını karşılayamayan büyük bir kesim var. Bu ekonomik koşullarda seçime gidiyoruz. Bunun karşısında Erdoğan ne yapıyor, zamanı politikleştiriyor. Bir takım ekonomik müjdeler, gelecekte yapılacak projelerle kurgusal bir gelecek vadediyor. Aslında sadece geleceği fetişleştirmiyor, geçmişten yaptığı seçkileri kendi yorumuyla sunuyor. Böylece bugünü gizleyerek emeğin üzerindeki sömürüyü arttırıyor. EYT ve asgari ücretin artırılmasının biraz etkisi olabilir ancak artık din propagandasının, “CHP gelirse eskisi gibi yağ-gaz kuyrukları olur, sosyal yardımlar kesilir, başörtünüz yasaklanır” vs. gibi tehdit dilinin işe yarayacağını sanmıyorum. Bu propagandayla, Millet İttifakı içindeki Saadet, Deva, Gelecek Partilerinin tabanlarını hedefliyor olabilir, ama zaten bu partilerin oy oranlarının çok da yüksek olmadığı göz önüne alınırsa, bu söylemin toplumun büyük kesimi üzerinde etkili olmayacağını düşünüyorum. Bugün toplumun sermaye dışındaki bütün kesimlerinde tahribat var. Orta sınıf yok Türkiye’de. Çoğunluğu oluşturan diptekiler, bir de tepedekiler var.

GENİŞ KESİMLER DIŞLANIP ÖTEKİLEŞTİRİLDİ

İktidar medyasında 14 Mayıs yaklaştıkça ekonomik vaatlerin arttırılacağına dönük işaretler veriliyor ama propagandanın daha çok muhalefetin, özellikle Millet İttifakının yapamayacağı, yönetemeyeceği, dolayısıyla belirsizlik korkusuna yoğunlaştıracağı anlaşılıyor. Bu propaganda Erdoğan’ın kazanmasını sağlar mı?

Aslına bakarsanız öyle bir noktaya geldik ki rıza üretmeye de fazla çabalamıyor artık. Özellikle son yıllarda her anlamda zora daha çok yaslanan bir iktidar var karşımızda. Ötekileştirdiği, dışladığı, terörist addettiği o kadar büyük bir kesim söz konusu ki, bunun içinde Kürtler, kadınlar, çevreciler, LGBTİ+’lar var. Yani gittikçe büyüyen dışlanmış, ötekileştirilmiş ve bertaraf olacağı ilan edilmiş bir kesim var. Ekonomik koşulların bu hale gelmesi, sömürünün, baskının, yasakların bu kadar artması işçilere, emekçilere, kadınlara, gençlere, emeklilere yani herkese dokunan ve bir biçimde rahatsız eden, zora sokan bir ortam var. Bu durum sandığa da yansıyacaktır. Ancak “Millet İttifakı uyum içinde çalışabilecek mi?​” vb. soru işaretlerinin ve belirsizliklerin de bazı seçmenlerin tercihini aksi yönde etkileyebileceğini hesaba katmak lazım. Tabii burada sandık güvenliği, yani sandığa giren oylarla çıkan oyların farklı olmaması da önem kazanacak.

İŞÇİNİN TOGG’A SAHİP OLAMAYACAĞI BİLİNİYOR

İktidarın seçim kampanyasında TOGG propagandası önemli bir yer tutuyor. En düşük modeline sahip olmak için bir asgari ücretlinin yemeden içmeden 20 yıl para biriktirmesi gerektiği şartlarda, TOGG propagandası neyi simgeliyor, ne amaçlıyor?

TOGG, millilik yerlilik propagandasının son göstereni. İşçi ve emekçileri yerlilik, millilik, üzerinden konsolide etme çabası sadece kültürel boyutta değil, İHA’lar, SİHA’lar gibi ana aksamları açısından yerli olmayan TOGG’da da karşımıza çıkarılıyor. “Bunu yaptık. Bu da ileride yapacaklarımızın göstergesi” deniyor. TOGG asıl olarak bunu simgeliyor. Yoksa onlar da biliyor işçinin alamayacağını.

Görüştüğüm işçilerden biri şöyle demişti: “Örneğin hastanede oturuyorsunuz, sıra numaranız yanıyor, kavga dövüş çıkmıyor. Bu, iktidar sayesinde oldu!” Teknolojideki ilerlemenin ortaya çıkardığı bir takım otomasyon sistemleri AKP iktidarı döneminde kullanılmaya başlandı ama “AKP sayesinde bunlara kavuşulduğu” gibi bir algı yaratıldı. TOGG’la bu algı da besleniyor.

ÖNCEKİ HABER

Kilis'te 9 yaşındaki çocuğun su kuyusunda öldürülmüş halde bulunduğu evde yangın çıktı

SONRAKİ HABER

Deştin Nöbetine jandarma müdahalesi!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa