09 Nisan 2023 15:07

Çiftçi seçimden ne bekler?

Süt ve Et Kurumu, Toprak Mahsulleri gibi kamu kurumlarının gereken her yerde alımları ile çiftçi eline geçecek fiyatları yükselteceğinin ilan edilmesi gerekiyor.

Fotoğraf: Evrensel 

Paylaş

Prof. Dr. Tayfun Özkaya
Tarımsal Ekonomist

Çoktandır kırsal kesim ve tarım çok kötü yönetiliyor. Bazılarımız Türkiye’nin bir tarım politikası yok diyor, ama var aslında. Bu politika; çiftçiyi endüstriyel girdiler dediğimiz tarım ilaçlarına, kimyasal gübrelere, şirket tohumlarına bağımlı kılan, çiftçilerin ürünlerinin yabancı ve yerli şirketler tarafından ucuza alındığı, zincir marketlerde tüketiciye en yüksek fiyattan satıldığı; endüstriyel bir tarım sistemine dayanıyor. Daha da kötüsü son yıllarda Türk Lirasının aşırı değer kaybı ile çoğu ithal edilen tarımsal girdilerin fiyatlarının roket hızıyla artışı sonucu tarımsal üretim adeta imkânsız hale geldi. Ekilen tarım alanları hızla küçülüyor. Endüstriyel tarım toprakları çoraklaştırıyor, çiftçileri ve tüketicileri hasta ediyor, çevreyi kirletiyor, besinlerin tadı kalmıyor. Çiftçi her geçen yıl daha bağımlı oluyor, özgürlüğünü kaybediyor. Bu politikanın bu seçimde değişmesi gerekiyor. Ancak bu sistem yerine alternatif olduğunu düşündüğümüz agroekoloji ve gıda egemenliğini ne bir yılda gerçekleştirebiliriz, ne de endüstriyel tarım dışında bir seçeneği bugün için yeterince kavrayamayan çiftçiyi seçime kadar tümüyle böylesi bir köklü değişim için ikna edebiliriz. Bu yıllar önce başarılmalıydı. Bunu başaramadığımız gibi muhalif partilerin çoğu da bu gerçekleri yeterince anlayamadı. Onlar da bu sistemler dışında düşünemiyorlar. Bu nedenle popülist söylemlerin ötesine geçemiyorlar. Tarım kimyasalları yerine ekolojiyi kullanan, yem tüketimi yerine meraları zenginleştirerek hayvan beslenmesine yönelen agroekolojiyi ve çiftçilerin üretim kooperatifleri, gıda grupları, tüketim kooperatifleri yoluyla doğrudan tüketiciye ulaşmasını öngören gıda egemenliği düşüncesini hâkim kılmalıyız. Bu konularda epeyce geç kaldık. Zaman çok dar. Ama gene de durum ümitsiz değil.

Bu noktada savaş terimleri olan kısa vadeli taktik ve uzun vadeli strateji arasındaki ayrıma değinmem gerekiyor. Savaşta örneğin taktik olarak kendi köprünüzü yok etmek zorunda kalabilirsiniz. Taktik ile strateji çelişebilir. Vergileri endüstriyel tarım girdilerinden (tarım ilaçları, kimyasal gübreler, mazot vb.) kaldırmayı taktik olarak önerebiliriz. Kırmızı mazot bir örnek. Endüstriyel tarım girdilerinden vergiler kaldırılarak göreli olarak ucuzlatılabilir. Böylelikle çiftçi üretime tekrar geri dönebilir. Bu taktik olarak doğru. Ama sürekli bu yolda giderseniz endüstriyel tarım kemendini boynunuza sıkıca kendi ellerinizle yerleştirmiş olursunuz. Vergilerden arıtılmış mazot konusunun önceki seçimlerde de önerildiği halde pek bir etkisinin olmadığını da unutmayın. Çiftçiler bütçenin dar olduğunu biliyorlar ve bunların popülist bir söylem olduğunu, gerçekleştirilmesinin zor olduğunu düşünmüş olmalılar. Bu nedenle çiftçilere ve çocuklarına bir gelecek vaat eden bir vizyon ortaya koymalısınız.

Tarım ürünlerinden çiftçi eline geçen fiyatlar son derece yetersiz. Buna karşılık tüketicinin aynı ürünlere ödediği hayli yüksek. Var olan tarım kanunun öngörmesine karşı yıllardır çiftçiye verilen desteğin gayri safi milli hasılamızın %1’in çok altında kaldığını biliyoruz. Ancak bunun arttırılacağını vaat etmenin çiftçilere pek anlamlı gelmediğini düşünüyorum. Artırılması gerekiyor tabii. Ama Tarım Kanunu son derece neoliberal bir anlayışla çıkarılmıştı. Bu kanun “serbest piyasayı” koruma masalıyla tarımsal desteklerin çiftçi eline geçen fiyatları etkilemesinin önünü keserek, verilecek desteklerin genellikle kg başına, hayvan başına gibi küçük bir ödeme olarak yapılmasını öngörmüştü. Bu destekleri almak için de çiftçilerin bürokrasi ile uğraşmaları, bazı ödemeler ve harcamalar yapmaları gerekiyor ve verilen destekler de çok bir işe yaramıyor. Bu nedenle birçok çiftçi bunları almıyor bile. Çiftçi eline geçen fiyatları etkilemeyen bu destekler aslında dolaylı olarak şirketlerin kasasına akıyor. Böylelikle şirketler çiftçilere daha düşük fiyatlar verebiliyorlar. Bu nedenlerle “desteği arttıracağız” söyleminin çiftçi için pek etkili olacağını sanmıyorum. Söylenmesi gereken çiftçi eline geçen fiyatların maliyetin üstünde yeterli bir gelir getirecek şekilde olması için gereken her şeyin yapılacağının ifade edilmesidir. Bu amaçla örneğin Süt ve Et Kurumu, Toprak Mahsulleri gibi kamu kurumlarının gereken her yerde alımları ile çiftçi eline geçecek fiyatları yükselteceğinin ilan edilmesi gerekiyor. Diğer ürünler için kooperatiflerin fiyatları istenilen düzeye getirecek şekilde alım yapması için destekleneceğinin belirtilmesi şart. Var olan destekleme sisteminden kesin bir kopuş olacağının net bir şekilde söylenmesi gerekiyor. Bu konuda net olunmadığı takdirde muhalefetin güçlü gıda şirketlerinden korktuğu açıkça söylenebilir. Uygulanacak tarım politikası konusunda tam bir netlik olduğu söylenemez. Bu konuda söylenecekler ve uygulanacak politikalar da taktik içinde düşünülebilir. Her şeyin uzun dönemde de kamu kuruluşları ile verimli bir şekilde halledilebileceğini düşünmek yanlış olur. Çok yaygın bir üretim kooperatifleri, tüketim kooperatifleri, gıda grupları, ekolojik köylü pazarları sistemi ile bir yandan çiftçiler, diğer yandan tüketicilerin destekleneceği açık olarak anlatılmalı.

Çiftçiler var olan ekonomik ve ekolojik kriz koşullarında son derece umutsuzlar. Geleceği göremiyorlar. Çocuklarına çiftçiliği önermiyorlar. Bu durum onlarda bir depresyon yaratıyor. Umut yaratmıyor. Hasta olan ve hastalığının neden kaynaklandığını bilmeyen bir insan düşünün. Depresyondadır. Hastalığının nedenini ve bazı tedaviler ile iyi olacağını öğrenirse morali düzelir. Çiftçi de böyle. Bir gelecek görmesi gerekiyor. Görürse daha iyimser olur ve çabalarını arttırır. Şu anda tarım politikasını yönetenler hiçbir gelecek öneremiyorlar ama muhalefet de ciddi bir gelecek vizyonu ortaya koyamıyor. Çiftçi aptal değil. Ona bir gelecek gösterilebilir. İşte bu strateji konusuna giriyor. Önümüzdeki bir iki yıl içinde ne yapılması gerektiği ise taktik konusu. Taktikler stratejilerle çelişebilir. Ama taktikten stratejiye hızlı bir geçiş de yapılabilir. Hatta taktik önlemler alınırken ilk yıldan başlayarak stratejik hedeflere doğru yol almak gerekmektedir. Neler söylenebilir? Agroekolojiyi çok kısa bir dönemde dört dörtlük anlatamayız ama bazı ögelerini öne çıkararak anlatabiliriz. Örneğin hayvancılığı ele alalım. Süt fiyatları var olan oligopol nedeniyle sürekli baskılanıyor. Verilen süt primi çok bir işe yaramadığı gibi çoğu çiftçi bunları alamıyor bile. Bu işin ürün fiyatları yönü. Burada taktik söz konusu. Gelelim agroekoloji yönüne. Ülkemizde bazı iller (Kars gibi) kısmen dışarıda bırakılırsa hayvan beslenmesi büyük ölçüde kesif yeme (sanayi yemi) bağlı. Yem hammaddelerinin bir kısmı ithal ediliyor. TL’nin değersizleşmesi ile yem maliyetleri anormal arttı. Ayrıca yurt içinde yem hammaddeleri üretimi (mısır gibi) maliyeti de girdilerin (gübre, mazot vb.) aynı nedenle pahalanması sonucu arttı. Bu durumda çiftçi süt, et, yumurta üretiminden bir gelir elde edemiyor. Yemden vergileri kaldırarak bunu biraz hafifletebilirsiniz, ama bu hem bütçe dengesine iyi gelmez, hem de çok büyük bir katkı olmaz. Ayrıca toplumun büyük bir kesimi kesif yeme dayalı hayvansal üretimin sağlıksız bir üretime yol açtığını bilmiyor. Et, süt, yumurta gibi ürünler omega3, KLA, K vitamince fakir oluyor ve ayrıca tarım ilaçları kalıntıları ile yüklü oluyor. Sağ veya sol popülist politikaya alışmış politikacılar için bunların rahatsız edici gerçekler olduğunun ve görülmemesinin daha iyi olduğunu düşündüklerinin farkındayım. Kısacası bu sanayi yemine dayalı hayvancılık artık sürdürülebilir değildir. Meraları güçlendirmek lazım. Meraları önce maden ve konut girişimleri saldırılarından korumalıyız. Daha sonra meraları örneğin bütüncül mera ıslahı yöntemleri ile geliştirmeliyiz. Bu bir iki yılda olmaz ama her yıl biraz daha durum iyileşebilir. Bir süre sonra hayvan yetiştiricilerinin kesif yeme bağımlılığı çok daha alt düzeylere iner. İşte bu hayvancılık için iyi bir vizyon olabilir. Ötesi yem fiyatlarını düşüreceğiz önerileri çok yetersiz kalacaktır, inandırıcı da olmaz. Ancak taktik olarak önerilebilir.

Bitkisel üretimde de endüstriyel tarım ve var olan şirket hâkimiyeti üretimi imkânsızlaştırıyor. Endüstriyel girdileri destekleyerek taktik olarak durumu biraz iyileştirebilirsiniz, ama bu köklü bir çözüm olamaz. Anıza ekim makinelerini kooperatiflere sağlayarak mazot harcamalarını zaman içinde büyük ölçüde kısabiliriz. Azaltılmış toprak işleme veya sıfır toprak işleme veya pulluksuz tarım öyle fantezi uygulamalar değildir. Ülkemizde ÇATAK denilen programda yeterince doğru bir şekilde uygulanmadığı için çok fazla bir başarı elde edilemedi. Ama Kuzey Amerika’da bazı eyaletlerde uygulanma oranının %40’lara ulaştığı gözden uzak tutulmamalıdır. Bu ülkemizde de başarılabilirse örneğin buğday ve arpada tekrar kendimize yeter hale gelebiliriz. Çiftçi de daha iyi bir gelir elde edebilir.

Diğer bir konu tohum sorunu. 2006’da çıkarılan tohumculuk kanunu köylülerin tohumluk ve bunlardan üretilmiş fideleri satmalarını yasakladı. Gerçi bu iktidarın savunamadığı bir alan olduğundan tam olarak uygulanmıyor. Bu yasa biyoçeşitliliğe karşı bir yasa. Biyoçeşitlilik gösteren köy çeşitlerini isteseler bile şirketler satamıyorlar, çünkü bunların sertifika almaları kanuna göre mümkün değil. Tarım ve Orman Bakanlığı yerel tohumlardan yana olduğunu söylemek zorunda kalıyor, ama kanun olduğu yerde duruyor, çiftçi tohumları yerine şirket tohumları destekleniyor. Tohumculuk kanunun değiştirileceği, köylülerin tohumluk ve fide satma haklarının iade edileceği söylenebilir. Katılımcı ıslah yöntemleri uygulanarak yerel çeşitlerden yararlanarak iklim değişikliğine, kuraklığa, hastalık ve zararlılara dayanıklı yeni çeşitlerin ıslah edileceği ve bunlarla tarım ilaçlarını ve kimyasal gübreleri kullanmadan daha yüksek gelir elde edilebileceği açıklanabilir.

Bürokrasiye boğulmuş Tarım ve Orman Bakanlığında ziraat mühendisleri, veterinerler ve diğer teknik elemanlar dosyalardan başlarını kaldıramıyor. Bu dosya işleri bir yana bırakılarak doğrudan çiftçi eline geçen fiyatları ve girdilere ödedikleri fiyatları etkileyecek bir politika önerilmelidir. Teknik elemanlar da böylelikle serbest kalıp köylerde çalışabilmeliler. Köylü böyle bir beklenti içindedir. Bürodan çıkamayan mühendis istemiyor.

Kısa dönemli taktik öneriler yapılmaya devam edilebilir. Ama bunların inandırıcılığı yeterli değil. Yıllardır bunlar söylendi ve fazla bir etkisi olmadı. Deprem sonrası ne kadar büyük bir bütçeye ihtiyaç duyacağımızı herkes düşünebiliyor. Çiftçiler akılsız değil. Şimdi çiftçiye uzun dönemli bir görüş sağlayan, çocuğuna da çiftçiliği önerebileceğini sağlayacak ve gelecek kazandırabilen stratejilere, bunların en önde gelen birkaç tanesinin anlatılmasına ihtiyaç var. Popülist vaatler çok etkili olmuyor.

ÖNCEKİ HABER

Can Atalay ve Ozan Bingöl, TİP'ten milletvekili adayı oldu

SONRAKİ HABER

Pervin Buldan: En büyük değişim kadınların emeğiyle yaşanacak

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa