10 Nisan 2023 03:00

İç mekanların sınıfsal dışa vurumu: Pencere

Pencereden dışarıya bakılan dünya ise içinde olduğunuz mekanın ip uçlarını verir bize. Hangi yüzyılda olursa olsun pencerelerin ardından bakan ya da bakmaya mecbur bırakılanlar hep kadınlar oldu.

Fotoğraf: Ramis Sağlam/Evrensel

Paylaş

Ramis SAĞLAM
İzmir

Kapalı bir mekanın dışarıya açılan gözüdür pencere. Pencereden dışarıya bakılan dünya ise içinde olduğunuz mekanın ip uçlarını verir bize. Hangi yüzyılda olursa olsun pencerelerin ardından bakan ya da bakmaya mecbur bırakılanlar hep kadınlar oldu. Arkas Sanat Merkezinde ”Pencere” sergisini gezerken, öncelikle kadının toplumsal ve sınıfsal konumları göze çarpıyor. Sergide, mutfak, salon ya da bir dikiş odası kadının oradaki duruşunu toplumsal iş bölüşümündeki konumunu yansıtıyor.

YÜZYILLARDIR DEĞİŞMEYEN BAKIŞ

Tablolara yansıyan önemli bir nokta ise domestik sahneler üzerinden kadının toplumsal rolleri. Mekanlar “kadınlık” ile ilişkilendirmenin ötesinde hareketlilik ve görünürlük duygusunun yaşandığı alanlara dönüşüyor. Pencerelerin dışından, içeriye doğru baktığınızda içeri ile dışarının yaşamın bir temsili olarak kompozisyona katkı sağladığı göze çarpıyor.

Johannes Vermeer, Pieter de Hooch ve Gerardter Borch gibi 17. yüzyıl Hollandalı ustalarından ilham alan Carl Vilhelm Holsoe (1863-1935), eserlerinde model olarak çoğunlukla eşini kullandığı ayrıntılar içinde göze çarpıyor. Sanatçının eşini resmettiği iki tablo, izleyiciyi, mahremiyet algısının işlendiği, dingin bir iç mekan sahnesine davet ediyor. Her iki eserde de kadın figürü, gündelik bir eylemle meşguldür. Pencere ögesi, sanatçının eşi “Pencere Kenarında Dikiş Dikerken” eserinde kompozisyonun büyük bir parçasını oluşturuyor.

KADININ DEĞİŞMEYEN TASVİRİ

Kadın tasvirleri, tarih boyunca farklı sanat formlarında doğurganlık, analık, güç, bolluk, güzellik, cazibe ya da izlenecek bir nesne olarak, sergide de karşımıza çıkıyor. Kimi zaman Botticelli’nin Venüs’ü ya da Da Vinci’nin Mona Lisa’sı gibi benzersizleşerek karşımıza çıktığı gibi bazen de dikiş diken bir işçi kadının yorgun yüzünün yansıması gibi...

Sergideki, tablolar ilgili yüzyıllarda toplumsal rolcülerin kadına biçtiği görevi, kadının iç mekana hapsedilişini, bir iç mekan figürü olarak nasıl ilişkilendirildiğini bize yansıtıyor. Tablolara yansıyan domestik (evcil/yerel) sahneler üzerinden kadının toplumsal yeri adeta kafaların içine kazınıyor. Pencereler, dışarıdaki yaşamın bir temsili olarak kompozisyona katkı sağlarken, iç mekanların sınıfsal dışa vurumunu oluşturuyor.

ENDÜSTRİ DEVRİMİ VE KADINA YANISMASI

19. yüzyıl Endüstri Devrimi ile birlikte kadının toplumsal alandaki yerinin, ne kadar sergideki tablolara yansıdığını söyleyemesem de İngiltere’de orta sınıfın iç mekan ev dekorasyonunun tablolarda göze çarptığını kesin dille söyleyebilirim. Sergideki tablolarda dönemin dekorasyonu gözden kaçmazken, John Atkinson Grimshaw’un (1836-1893) eserlerinde karşımıza çıkan bu durum sanatçının “Bayan Dorothy” eserindeki metalarda metal işçilik olarak karşımıza çıkıyor.

Neredeyse bütün tablolarda kadınlar, pencerenin önüne yerleştirilmiş bir sandalyede otururken, kadın figürlerinin giyimi, yerdeki halı, duvardaki tablolar, sehpanın üzerindeki vazo gibi diğer dekoratif nesneler sanatçının estetik tasarımını, kaygılarını ve detaylarını ele veriyor.

YÜZLERİN AYDINLATILMASI

Tablolardaki yüzlerin ve bedenlerin aydınlatılması “Pencere” sergisinde, öne çıkan unsur olarak karşımıza çıkıyor. Dikiş diken kadınlar tablosunda olduğu gibi ışık adeta yüzleri ön plana çıkaran sahne ışığı görevi üstlenmiş. Pencereler ne kadar dışa bakış gibi algılansa da aslında bir içe dönüşün başlangıç çizgisidir. Sergide burjuva kadınlarla işçi kadınları aynılaştıran noktanın bu içe dönüş algısını izleyenlere verebileceğini düşünüyorum.

Bir asilzadenin evine giren ışık bile aynı noktadan değildir. Piyano çalan kadının mekanıyla, dikiş diken kadınların ışık huzmesi bile farklı noktalardan tablolara yansıyor. Çatlak duvardan sızan ışık, yoksulluğun mekansal tamamlayıcısı değil midir? Işık, aynı olmakla birlikte ışığın aydınlattığı hayatlar aynı değildir.

Arkas Sanat Merkezi baharın ilk sergisini Arkas Koleksiyonu’nda Pencere ile açtı. Sergi, sanat tarihinin farklı dönemleri ya da üsluplarını temsil eden eserlerin bir arada sunulmasıyla ortaya çıkan etkileşimleri, yakınlaşmaları, ayrışmaları ve benzerliklerini görmemiz açısından mutlaka izlenmesi gerekir diye düşünüyorum.

Sergi Direktörü Müjde Unustası, resim sanatında dış dünyayı içerinin bir parçası haline getiren pencereler; umut, özlem, özgürlük gibi derin duyguları sembolize ederken kimi zaman da hayatın ve varoluşun temsili olarak karşımıza çıktığını söylüyor. Sergi küratörü Jean Luc Maeso ise “Arkas Koleksiyonu’ndan bir seçkiyle bu sergide 18. yüzyıldan 20. yüzyılın sonuna sanatçıların pencere temasıyla ilişkilerinin gelişimini anımsatmayı amaçladık” ifadesini sanatseverlerle paylaştı.

SERGİDEKİ RESAMLAR

Jean-Baptiste Greuze, Paul Signac, John Atkinson Grimshaw, William Adolphe Bouguereau, Henri Le Sidaner, Bernard Buffet, Albert Marquet, Edouard Frederic Wilhelm Richter gibi sanatçıların eserlerini bir araya getirmenin yanı sıra, Hoca Ali Rıza, Şevket Dağ, Namık İsmail ve Nuri İyem gibi farklı dönemlerden Türk ressamların eserlerine de ev sahipliği yapan ”Arkas Koleksiyonu’nda Pencere” sergisi 23 Temmuz’a kadar açık kalacak.

ÖNCEKİ HABER

YSK Başkanı Yener: 26 partinin listeleri 11 Nisan'a kadar incelenecek

SONRAKİ HABER

Büyük Birlik Partisi, milletvekili aday listesini YSK'ye verdi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa