Nükleer tehlike 27 Nisan’da ülkeye giriyor
Cumhurbaşkanı ve enerji bakanı, Akkuyu Nükleer Santraline ilk nükleer yakıtın 27 Nisan’da geleceğini duyurdu. Yakıtın getirilmesinin ne gibi tehlikeler barındırdığını Dr. Pınar Demircan’la konuştuk.
Akkuyu Nükleer Güç Santrali | Fotoğraf: Mustafa Ercan/DHA
Mahsun KILIÇ
Mersin
AKP iktidarının hedefi Akkuyu Nükleer Santralini seçim öncesi açmaktı. Ama evdeki hesap çarşıya uymadı. 19 yıldır bitirilemeyen santrali seçim öncesine yetiştirmenin başka bir yolu bulundu. Enerji Bakanı Fatih Dönmez 29 Mart’ta Twitter hesabından yaptığı bir açıklamayla, santrala nükleer yakıtın 27 Nisan’da geleceğini duyurdu. Dönmez, “Akkuyu’da sona yaklaşıyoruz. 27 Nisan’da ilk nükleer yakıt tesisimize geliyor. Böylece Akkuyu nükleer tesis statüsü kazanacak” ifadelerini kullandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan da Meclis grup toplantısından duyurdu aynı haberi. Aslında, hem Cumhurbaşkanının hem de bakanın duyurduğu nükleer santralin açılışı değil, Akkuyu’nun dört tane nükleer reaktöründen birine yakıt gelmesiydi. Zira, ilk reaktörün inşaatının bitmesinin 2023 yılının üçüncü çeyreğini bulacağını santralin en büyük hissedarı Rosatom’un Genel Müdürü Aleksey Likhaçev de açıklamıştı.
AKP, seçim öncesi, 27 Nisan’da gelecek olan yakıtla “Nükleer güç olduk” propagandası yapmanın yolunu buldu. Peki, gösterişli törenlerle duyurulacak olan nükleer yakıtın Türkiye’ye getirilmesi, ne gibi tehlikeler barındırıyor. Deprem bölgesindeki Akkuyu Nükleer Güç Santralinin (NGS) faaliyete geçmesi nasıl felaketlere yol açacak. Nükleersiz.org Koordinatörü, Bağımsız Araştırmacı Dr. Pınar Demircan’a sorduk.
NÜKLEER YAKITIN ÜLKE SINIRLARI İÇİNE GİRMESİ BÜYÜK TEHLİKE
Bilim insanlarının Maraş-Hatay bölgesinde büyük depremlerin olabileceğine işaret etmesine rağmen nükleer yakıtın getirilmesinin tehlikelerine dikkat çeken Demircan “Maraş-Hatay bölgesinde deprem riski devam ederken Akkuyu NGS için 27 Nisan’da nükleer yakıtın ülke sınırları içine girmesi, hiç olmadığı kadar tehdit arz edecektir. Nükleer santrali yine yakmalı bir yöntemle enerji üretebilen bir termik santralden farklı kılan şey kullanılan yakıtın ham maddesinin uranyum olmasıdır. Uranyum maddesinin sarı pasta haline getirilmesi ve yakıtın üretim tesislerinde hazırlanıp yakıt çubuklarına dondurulmasından sonra bu yakıt çubuklarının nükleer santrale sevkiyatının ardından operasyon sürecine geçilebilmektedir” dedi. İşlemin bununla da bitmediğini, oluşan atığın da büyük sorun olduğunu belirten Demircan şunları söyledi: “Benzer şekilde nükleer santralin yakıt çubuklarının kullanılmasından sonra atık haline gelmesi de yakıt çevriminin bir parçasıdır. Dolayısıyla nükleer santralin yakıtının santralin dışındaki sevkiyat süreçleri ile kullanılmış yakıt çubuklarının soğutulması, atıkların işlenmek üzere Rusya’ya sevkiyatı, akabinde nihai atıkların Türkiye topraklarına geri gönderilmesi için sevkiyatı ile en az yüz bin yıl depolanmasını gerektiren süreçler de deprem riski kapsamına girmektedir. Daha 3 ay önce Ankara Polatlı’da nihai atık deposunun yerinin belirlendiği ve bu alanın bakanlığa tahsis edildiği anımsanırsa atıklar dahil nükleer yakıtın tüm süreçleri nükleer felaket riskini içinde barındırmaktadır. Bu noktada ülkemizde kurumsal altyapının şeffaflık ve demokratik katılımdan uzak olması tehlike meydana geldiğinde yurttaşların bilgi sahibi olmasını ve önlem almasını zorlaştırması bakımından maruziyet ve mağduriyetlerin çözümsüz kalması beklenebilir.”
NGS’LER 400 KM MESAFEDEKİ DEPREMLERDEN ETKİLENEBİLİR
Dr. Pınar Demircan, 6 Şubat depremleriyle Akkuyu Nükleer Güç Santralinde şirket yetkilileri tarafından olumsuzluk yaşanmadığı yönünde yapılan açıklamalar nükleer santrallerin deprem riski karşısındaki kırılganlığının itirafı olduğunu ifade ederek, “Bu konuda savunma yapılmasına duyulan ihtiyacın gerisinde ise binlerce ekipman, boru, parça kullanılan karmaşık yapıdaki teknolojik aygıt olarak nükleer santrallerin depremlere bağlı olarak felakete yol açabilme potansiyeli bulunmaktadır ki, 2011 yılının mart ayında Japonya’da meydana gelen 9 büyüklüğündeki depremle bu gerçeklik dünya kamuoyu tarafından anlaşılmıştır. Esasen nükleer santrallerin 400 kilometre mesafeden bile büyük depremlerden etkilendiği Uluslararası Atom Enerjisi Kurumunun (IAEA) depremsellik riskleri kapsamında kabul edilmekte ve bu bilgi Akkuyu NGS için yeniden yer lisansı alınması girişimlerinin sonucunda birkaç versiyon hazırlandıktan sonra ancak 2018 yılında onaylanan saha parametreleri raporuna istinaden nihai değerlendirme kapsamında belirtiliyor. Akkuyu NGS'nin depremsellik risklerinin ise 25 km mesafedeki Ecemiş fayı gibi yakın bölge içi faylara dair yürütülen incelemelerle sınırlı bulunduğu deprem uzmanlarınca ifade ediliyor. Öte yandan ilgili saha parametreleri raporunda bu bilginin “güvenlik” gerekçesiyle paylaşılmadığı belirtiliyor.Oysa Namrun fayı, Kıbrıs dalma batma çukuru ya da kör fayları gibi faylar da riskin bir diğer boyutunu teşkil etmektedir” dedi.
TSUNAMİLERDEN DE ETKİLENECEK
NGS’lerin sadece depremden değil, depremin tetikleyeceği tsunamilerden de etkileneceğini aktaran Demircan, “Depremle beraber oluşabilecek tsunaminin soğutma suyu sisteminin arızalanmasına neden olduğu Fukuşima örneğiyle anlaşılmıştır. Ancak soğutma suyu siteminin arızalanması gerek sistemsel gerekse soğutma suyunun alındığı denizde birikintilerin müsilaj olması gibi nedenlerle de ihtimal dahilindedir ve bu vakalar da büyük felaketleri meydana getirebilir” dedi.
AKKUYU NGS DÜŞÜK PROFİLLİ BİR TESİS
Çernobil ve Fukişima nükleer felaketlerinin etkilerinin sürdüğünü ve yüz yıllarca süreceğini hatırlatan Dr. Pınar Demircan, “Türkiye gibi bir deprem coğrafyasında nükleer santral kurmanın karşılığı ancak Çernobil ve Fukuşima benzeri bir felaketin siyasal iktidar eliyle inşası olarak okunabilir. Özellikle Akkuyu NGS’deki fiziki altyapısal sorunlar, temelin iki defa çatlaması, bunun yanı sıra idari problemler, iş cinayetleri gibi ekoloji-emek süreçlerini kesen sorunlar Akkuyu NGS’nin operasyona başlamadığı durumda dahi standartların altında düşük profilli bir tesis olduğunu ortaya koyarken yüksek riskleri haiz proseslerde yaşanabilecek sorunların boyutlarını tahmin etmek güç değildir. Kaldı ki Akkuyu NGS’nin sahibi Rusya’dır ve tesisin kontrolü ile maruziyetlerin önlenmesi konusunda Türkiye’nin dahlinin hukuki ve yasal zeminin yitirildiği koşullarda, yetersiz olacağı da öngörülebilir” diye konuştu.
Sinop’ta nükleer santral kurulmasının da AKP hükümetinin projeleri arasında yer aldığını hatırlatan Demircan “Sinop’ta nükleer santral kurma ve işletme maliyetlerinin yüksekliği gibi nedenlerle 2018 yılının sonunda Japonya’nın projeden çekilmesinin ardından teknoloji sahibi yabancı yatırımcılar çekimser kalmıştır. Bu duruma rağmen hükümetin ÇED onayını aşılması gereken bir prosedür ve yatırım hazırlığı olarak görmesinin neticesi ise, projenin tüm itiraz ve uygunsuzluklara rağmen yasal zemine kavuşturulması için son kertede Danıştay kanalıyla projeye itiraz eden bilirkişi incelemesinin yenilenmesi telkin edilmiştir. Öte yandan Sinop’taki projeye ilişkin olarak onlarca uygunsuzluğun birini de nükleer tesis alanı olarak seçilen arazi dahil Sinop kıyılarındaki heyelan riski teşkil etmektedir” dedi.
‘EKOSİSTEMİN RADYASYONA BULANMASI EKOKIRIM DEMEKTİR VE BU KONU BÜTÜN AKDENİZ ÜLKELERİNİ İLGİLENDİRMEKTEDİR’
Türkiye gibi demokrasi kapasitesi gittikçe azalan, şeffaf olmayan ülkelerde katılımcılığın mümkün olmaması nükleer tehlikenin meydana geldiği şartlarda hak arama mücadelesinin yürütülmesinde de sorun olacağını aktaran Dr. Pınar Demircan, “Bu gerçeklik de Akkuyu NGS’nin nükleer enerjiyi bir enerji çeşidi olarak görüp savunup benimseyenlerin dahi karşı çıkması gereken bir yatırım olduğunu göstermektedir. Akkuyu NGS’de meydana gelebilecek radyoaktif bir kazanın en başta Akdeniz’i geri dönüşü olmayan büyük bir yıkımla karşı karşıya bırakması söz konusudur ve ekosistemin bu şekilde radyasyona bulanması ekokırım anlamına gelerek bütün Akdeniz ülkelerini ilgilendirmektedir. Bir kaza olmasa dahi işletim sürecinde yazın en sıcak döneminde 30 derecelere çıkan Akdeniz suyunun sıcaklığının kümülatif olarak yıllar içinde 2 dereceye kadar artması deniz ekosistemini değiştirerek dünya genelindeki diğer örneklerden daha sert bir biçimde balık çeşitliliğinin azalmasına da neden olacaktır. Nitekim Akkuyu NGS’nin soğutma suyunun 40 derecelerden yukarıda olması nedeniyle Su Kirliliği Kontrol Yönetmeliği’nde Akdeniz’e deşarj edilecek soğutma suyu sıcaklığının 35 dereceyi aşmayacağı belirtilen 39. maddede gereken değişiklik de geçen ay yapılmıştır. Yani nükleer santralin kümülatif olarak Akdeniz’i 1-2 derece ısıtması yasal zemine kavuşturulurken bir taraftan da deniz suyunu ısıtacak olan tesisin müsilaj oluşumuna sebebiyet vermesiyle bu coğrafyadaki yaşamı bitirmeye namzet olmaktadır” diye konuştu.