12 Nisan 2023 07:22

İki ayrı sınıf iki ayrı ekonomi

Onlara göre halkın çıkarına olan en ufak bir ekonomik düzenleme bile ütopik çünkü bütün bunları yapmak için kaynak yok ya da kulağa hoş gelseler de iktisaden mümkün değiller.

Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

Burak BAĞÇECİ

İstanbul

 

Önümüzde kritik bir seçim var. Tek adam yönetiminin emekçi halk kesimleri üzerinde yarattığı tahribattan gençlik kesimleri de azade değil. Ancak bu yazı, gençliğin biriken sorun ve taleplerinin bütününe dair bir tartışmadan çok, mevcut ekonomik kriz ve buradan çıkış yollarını tartışma amacı taşıyor. Nitekim kriz ve ekonomik gidişat seçimlerde vatandaşların bir numaralı gündemi. Gençlik kesimleri için de ekonominin seçim tartışmalarının ve oy verme eğilimlerinin merkezine oturması şaşırtıcı değil.

Ekonomik krizin doğasına dair yaklaşımların çeşitliliği, çözüm önerilerinin çeşitliliğini de beraberinde getiriyor. Öyleyse pergelin bir ucunu öncelikle Türkiye’nin yaşadığı ekonomik krizin kapitalizmin yapısal bir krizi olduğu gerçeğine batırmak gerekiyor. Nitekim ekonomik kriz ne Türkiye açısından Erdoğan yönetimine ne de uluslararası kapitalizmin güncel ahvalini düşünürsek Türkiye’ye özgü. Krizlerle karakterize olan kapitalizmin en ileri ülkelerinde biriken kriz emareleri, emperyalistler arası çelişkilerin derinleştiği bir savaş ortamında halkların geleceğini daha da karartıyor. (Elbette bunları vurgulamak tek adam yönetiminin krizin hangi biçimler altında süreceği ve faturasının kimler tarafından ödeneceği konusundaki karar verici konumunu yadsımak ve sorumluluğunu gizlemek anlamına gelmez.)

Krizin kapitalizme içkin olduğuna, kapitalizm işlemediği için değil tam aksine işlemesi gerektiği gibi işlediği için ortaya çıktığına dair Genç Hayat’ın sayfalarında birçok tartışma yürütüldü. Pergelin bu ucunda fazla vakit kaybetmeden, diğer ucunu çözüm önerilerine batıralım ve bu sefer tartışmayı tersten kuralım.

Tek adam yönetiminin yaptıkları yapacaklarının teminatı! Peki, ana muhalefet bloğunun - bundan sonra programı tekelci burjuvazinin programı olduğu ve vaatlerinin sınırlarını da bu sınıfsal karakteri belirlediği için burjuva muhalefet diye anacağız- ekonomiye dair söylediklerine bakalım. Öncelikle belirtmek gerekir ki ülkedeki sınıf güç ilişkilerinin karmaşıklığı ve bununla bağlantılı olarak ortaya çıkan özgün siyasal koşullarda, beş benzemez partinin bir araya gelmesi durumu, Millet İttifakı’nın ekonomiye dair söylediği sözlerin hem çok açık olmamasına -ki bu halka duymak istemedikleri şeyleri söylemek istememelerinden de kaynaklanıyor- hem de kendi içlerinde ufak veya büyük fikir ayrılıklarına yol açıyor.

Örneğin Kılıçdaroğlu beşli çetelerle hesaplaşmayı vurgularken İyi Parti’nin ekonomiden sorumlu teknokratı Bilge Yılmaz, bu tavrın yanlış olduğunu söylüyor. Ekonomide Bilge Yılmaz’ın yaslandığı çizginin bir diğer adamı olan Babacan ve partisi ise beşli çete diye anılan sermaye gruplarının kamu kaynaklarını sömürdüğü yap-işlet-devret modeline denetimin artırılarak devam edilmesi gerektiğini savunuyor vb.

Masanın, özellikle ekonomi yönetiminde etkin olacağı görülen partilerinin, tam mutabakata varamadığı meseleler var, bu da doğal. Ancak bunlar arasındaki farklar esasa dair değil usule dair farklar. Nedir bu esas? Burjuva muhalefetin ekonomik krizi bütünüyle iktidarın genelde ekonomi özelde para politikasına bağlayıp onun karşısında koyduğu “bilimsel” yöntemler. Programlara, söylemlere, ekonominin dümenine geçeceği görülen figürlere baktığımızda bilimsellikten kasıt neo-klasik iktisat, politik anlamdaysa neoliberal uygulamaların devamı gibi gözüküyor.

Böylesi bir program krizden emekçiler lehine bir çıkış olamaz. Bunun karşısında emekçilerin lehine olan, az çok kamucu önlemlerin alınması ise neoliberal paradigma tarafından mümkün görünmüyor. Burada bahsedilen sadece burjuva muhalefet değil ama onun programını da etkisi altına alan ve farklı uçları olduğu unutulmaması gereken daha geniş bir zemin. Onlara göre halkın çıkarına olan en ufak bir ekonomik düzenleme bile ütopik çünkü bütün bunları yapmak için kaynak yok ya da kulağa hoş gelseler de iktisaden mümkün değiller.

Bugüne kadar ne duyduk? EYT düzenlemesi, kira artışlarının devlet tarafından kontrol altına alınması, ücretlerde enflasyona göre bir artış, öğrencilerin kredi borçlarının silinmesi, vergide adalet gibi talepler; kısaca halkın geniş kesimlerinin insanca çalışma ve yaşama talebi neoliberal paradigmaya göre “iktisat biliminin kuralları” tarafından dışlanıyor. Bunları talep etmek popülizm! Yeri geliyor asgari ücret artışının enflasyonu daha da artıracağından, yeri geliyor EYT düzenlemesi veya daha ileri talepler -örneğin ücretsiz ulaşım- için kaynak olmadığından bahsediliyor.

Yerine ne koyuyorlar? İlk elden yapılacağı kestirilebilen birkaç adım -MB bağımsızlığı, faizlerin artırılması vs.- ve bunların yol açacağı diğer ekonomik göstergelerdeki iyileşmeler dışında kısa, orta ve uzun vadede net bir ekonomi programını açık seçik ortaya koyamıyor Millet İttifakı. Bunun yerine bolca liyakat, bilimsel yöntemlere dönüş, demokrasi ve şeffaflık gibi soyut kategorilerle konuşuyorlar. Ekonominin işlemesi için bunlar olmazsa olmazmış. Örneğin demokrasi, şeffaflık, güçlü kurumlar olunca ülkeye yabancı sermaye akacakmış. Ekonominin rayına girmesi yabancı sermaye girişine bağlıymış.

Şimdi bu aşina olduğumuz söylemleri gerçekten emekçi sınıflar ve onların genç kuşakları olan bizlerin çıkarlarının perspektifinden inceleyelim. Çünkü aslında burada gördüğümüz ne bilimsel yöntemlerle ne de başka bir şeyle ama başta hangi sınıfların çıkarlarının temel alındığıyla ve bununla bağlantılı olarak iktidar stratejileriyle bağlantılı bir ayrışma.

YABANCI SERMAYE: SORUN MU ÇÖZÜM MÜ?

Örneğin yabancı sermaye girişinin kalkınmanın ve ekonominin toparlamasının vazgeçilmez unsuru saymak ilginç bir sonuca götürüyor bizleri. Çünkü bunu demek, ülkenin ekonomisinin dışa bağımlılığının ve kırılganlığının artırılmasını talep etmek demek. Peki, ülkedeki enflasyonun rekorlar kırmasındaki en temel faktörlerden biri döviz kurundaki artış değil mi? Öyleyse ülkeye daha fazla yabancı sermaye akışı belki palyatif bir çözüm, ama her palyatif çözüm gibi, sorunları daha da büyüterek öteleyen bir çözüm. Nitekim Babacan’ın övünerek anlattığı bakanlık döneminde yapılan bundan başkası değildi ki sonuçlarını yaşıyoruz. Öyleyse ülkenin kaynaklarının yabancı sermayeye peşkeş çekilmesi, yeni yatırımlar için kamu kaynaklarından karşılanmak üzere her türlü teşvik ve indirimin uluslararası tekellere verilmesi ancak bağımlılığı ve kırılganlığı artırır.

Bizim derdimiz burada kendini gösteren temel ayrışmayla ilgili: Hangi sınıflardan yanasınız? Hangi sınıfların çıkarlarını önceliyorsunuz? Nitekim Türkiye ekonomisinin dışa bağımlılığı, döviz kurundaki oynamaların enflasyona devasa etkilerinin olmasına yol açıyorken neoliberal akıl bunu değil ama asgari ücretteki artışların enflasyona olan etkisini önceliyor! Bağımlılık ilişkileri sürsün, yabancı sermaye gelsin ama asgari ücrete zam yapılmasın. Enflasyon diğeriyle değil işçi ve emekçilerin açlığıyla dizginlensin. İşte size açık bir sınıfsal tutum! Üstelik ücretlerdeki 10 puanlık artışın enflasyona ortalama 1 puan olarak yansıdığını de unutmayalım.

Peki enflasyona ücretlerden çok daha fazla etki eden bir başka etmen hangisi? Tekellerin devasa karları. Krizde bile tekellerin açıkladığı kar oranları %200’ler, %300’lerde geziyor. Tekeller ihracat rekorları kırmakla övünüyor. Ama ne neoliberal paradigma ne de burjuva muhalefet tekellerin karından fedakârlık yapmalarını aklına getirmiyor. Bir yanda %50 ücret zammının bile insanca yaşamalarına yetmediği emekçiler diper yanda %200’lerde kar eden tekeller. Seçilen taraf yine ikincisi. Halbuki işçi sendikalarının talep ettiği vergide adalet sağlansa ve vergi yükü emekçilerin değil tekellerin omzuna yıkılsa o dert ettikleri kaynak bulunur. Ama Bilge Yılmaz, ülkedeki vergi düzeninin çarpıklığını yine sermaye yatırımları arasındaki çarpıklık olarak görüyor ve buradan yola çıkarak “Üretici sermayeden fazla vergi alırsanız üretime yatırım yapmaz” demeye getiriyor. Halbuki Türkiye’de devlet vergi gelirlerinin %80’ini emekçilerden karşılıyor ve Türkiye yasal kurumlar vergisi oranlarında OECD ülkeleri arasında orta sıralarda geziyor. Yani gelişmiş kapitalist ülkelerin birçoğunda bile sermaye oransal olarak daha fazla vergi yükü altında.

GENÇLİĞİN ÇÖZÜMÜ

Öyleyse bu ülkede gençliğin parasız ve herkes için ulaşılabilir eğitim talebi için, barınma sorununun çözümü için, enflasyon karşısında ezilmemeleri için ve daha birçok halkçı çözüm için kaynak mevcut. Ancak ne iktidar ne de muhalefet bloğu sınıfsal karakteri dolayısıyla tekellere dokunacak ileri hamleler yapamaz. Hatta beşli çeteden iddia ettikleri kaynakların tahsil edilmesi de emekçilerin baskısına bağlı.

Dolayısıyla burjuva muhalefetin zaman zaman itiraf etmek zorunda kaldığı “İşimiz kolay olmayacak, önümüzde bir acı reçete var” gerçeğindeki acı reçeteyi emekçilerin üstlenmek zorunda olmadığının altının çizilmesi gerekiyor. Ekonomi yönetiminde hangi yoldan gidileceği, yazı boyunca vurguladığımız iktidar stratejilerine ve buna temel olan sınıfsal tercihlere bağlı. Emek ve Özgürlük İttifakı ise yukarıda belirttiğimiz gerçeği kendine temel alıyor: Krizin yükünün tekeller tarafından ödenmesi, hiç değilse halk ekonomisi ve kamucu çözümler için, krizden emekçiler lehine bir çıkış için gerekliyse bunun yolu burjuva muhalefetin kurtarıcılarına geleceğimizi teslim etmekten değil toplumsal bir mücadelenin örgütlenmesinden geçiyor. Gençlik kesimlerinin ekonomik taleplerinin üniversitelerde, liselerde, atölyelerde, mahallerde örgütlenmesi, seçimlere ve seçim sonrasındaki sürece kendi siyasetini örgütleyerek müdahale etmesi hayal ettiği bir ülkede yaşaması için tam da bu nedenle hayati bir mesele. Emek ve Özgürlük İttifakı ve onun bileşeni olan Emek Gençliği, Türkiye gençliğine sadece oy vermekten öte bir çağrıyı yaparken bu gerçeklerden hareket ediyor. “Bizleri kurtaracak olan kendi kollarımızdır.”

ÖNCEKİ HABER

Burjuva ittifaklar işçi ve meslek liseli gençliğe gelecek sunmuyor!

SONRAKİ HABER

Çağrımız var!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa