Seçim ve ötesi: Komünistlerin seçim tutumu
Komünistler için parlamento, hem siyasal yapının emekçiler nezdinde ifşa edilmesi hem de siyaset araçlarıyla işçi sınıfının bağımsız siyasal bilincinin ilerletilmesinin alanıdır.
Fotoğraf: Русский: П.И.Волков./Wikimedia Commons
Ender Şiar ARGIN
İstanbul
“Seçimler hükümeti değiştirmek için yapılır, toplumu değiştirmek için değil.”
De Gaulle hükümetinin adalet bakanı Alain Peyrefitte, iktidara Miterrand liderliğindeki sol koalisyonu getiren 1981 Fransa seçimlerinin sonuçları karşısında şaşkına dönmüş ve iktidar namzetlerini bu ünlü çıkışıyla uyarmıştı. Peyrefitte, burjuvazinin -biraz kamulaştırma, biraz sosyal yardım ve işçi ücretlerinde artış öngören “karikatür” bir sosyalist program karşısında- yaşadığı büyük tedirginliği, dehşete düşmüş, korkuya kapılmış siyasi paranoyasını ifade etmişti. Peyrefitte’in çıkışı ibretlikti, çünkü seçimlerin misyonunu açıklayan bu harika formülasyon bugüne kadar onun gibi katıksız burjuva politikacıları tarafından değil, komünistler tarafından dillendirilirdi. Marx, seçimleri “sermayenin vekillerini seçme” işi olarak tanımlamış, Lenin parlamento için “burjuvazinin ahırı” demişti. Peyrefitte de hiç de istemeyeceği biçimde Marx ve Lenin’in yanında bulmuştu kendisini.
Peyferitte’in burjuva paniğine yakın bir çıkışı Marx, “Fransa’da Sınıf Savaşımları”nda “Oy pusulalarının ardında kaldırım taşları var” dediği 10 Mart seçimleri için düzen partisinin temsilcisi Segur d’Aguesseau’ün ağzından aktarmıştı: “10 Mart oylaması savaş demektir.”
Gerçekten de hem Perrefitte hem de d’Aguesseau haklıydı. Seçimler, nesnel olarak, burjuvazinin siyasal örgütlenme aracından başka bir şey olmamıştı. Çünkü seçim -genel oy hakkı işçi sınıfının tarihsel bir kazanımı olsa da- nihayetinde burjuva siyaset düzeninin bir ürünü, hatta “dekoru” idi.
SEÇİMLER VE DEMOKRASİ
Her kavram ve kurum gibi demokrasi, genel oy hakkı, parlamento gibi günümüz siyasetinin kavramlarının da sınıfsal-tarihsel koşullarla belirlendiğini hatırlamak, önemli bir sıfır noktasıdır. Örneğin burjuva demokrasisi için burjuvazi “halkın kendi kendisini yönetmesidir” dese de işçi sınıfı ve ezilenlerin kendi kendisini yönettiği örnekler hiç de “burjuva demokrasisi” ile gelmemiştir. Tarih, kapitalist ülkelerde seçimle işbaşı yapan bir “işçi hükümetine” hiç şahit olmamıştır. Örneğin burjuvazi, parlamentoyu kendi “yönetim erki” olarak tanımlasa parlamenter sistemin bir idare aygıtı değil, temsil organı olduğunu görmek hiç de zor değildir. Çünkü işçi sınıfı temsilcilerinin de zaman zaman “temsil” şansı bulduğu bir organ, burjuva devletin yönetme aygıtı olamazdı. Lenin’in söylediği gibi “esas devlet işleri” parlamentoda yürütülmezdi. Örneğin “seçme ve seçilme hakkı” etiketiyle siyaseti profesyonel bir uğraşa, zengin işi bir hobiye, burjuvazinin temsil yarışına sıkıştıran burjuva düzeninin parlamentosunda halkın gerçek temsilcilerinin değil burjuvazinin temsilcilerinin ve mensuplarının toplamını buluruz.
Emekçilerin kendi bağımsız sınıf çıkarlarıyla siyasete müdahale etmesinin önüne geçmek ve siyasal katılımını güdük bir temsiliyet ve oy verme oyununa sıkıştırmak, burjuvazinin temel siyasal planıdır. Bu, Türkiye’ye özgü değil, temsili demokrasi ile yönetilen her kapitalist ülke için geçerlidir.
Çünkü yalnızca parlamentonun değil onun parçası olduğu “siyaset” alanının tümü, egemen sınıfın kontrolü ve etkisi altındadır. Genellikle hatalı biçimde parlamento, seçim ve devlet kurumları ile imlenen siyaset algısının ötesinde siyaset, temel çelişkinin (özel mülkiyet x mülksüzleşme) belirlediği sınıf mücadelelerinin aldığı herhangi bir biçimden fazlası, bu mücadelelerin günlük/pratik süreçlerinin bizzat kendisidir. 1-Üretim araçları üzerindeki özel mülkiyete dayanan kapitalist üretim tarzı ve sermaye birikim süreçleri ile şekillenen ekonomik temel. 2-Az çok bu temelin somut ya da dolaylı ifadeleri olarak siyasal/kurumsal yapılar (parlamento, hukuk, anayasa, rejim vb.). 3-Yine az çok temelde cereyan eden sınıf mücadelelerinin tezahür ettiği araçlar olarak siyasi partiler, dernekler, organizasyonlar, bürokrasi, hükümetler. Bu şematik görünen genel yapı, siyaset dediğimiz mefhumu anlamak açısından önemlidir. Bu bağlamda Marksistler için siyaset, tarihsel hareketin bizzat kendi koşullarının ürünü olan bir ilişki ağıdır.
Dolayısıyla seçimler ve parlamento, siyasetin yalnızca bir bölümüne denk düşen popüler siyaset araçlarıdır. Tam olarak bu yüzdendir ki siyasetin bütün alanlarında olduğu gibi parlamentoda da komünistlerin işçi sınıfının bağımsız çıkarları için bu “temsil organını” değerlendirmesi gerekir. Komünistler için parlamento, hem bu siyasal yapının geniş emekçiler nezdinde ifşa edilmesi hem de siyaset araçları yordamıyla işçi sınıfının bağımsız siyasal bilincinin ilerletilmesinin alanı, bir tür mücadele alanıdır.
Seçimleri gereğinden fazla önemsizleştirmek de abartmak da yersizdir. Ne seçimlere neredeyse yokmuş gibi davranan, seçimlerle makro değişikliklerin yapılamayacağı retoriğiyle yok sayan dar görüşlülük, ne de seçimleri siyasal katılımın merkezine yerleştiren, parlamento içindeki mücadeleye abartılı biçimde vurgu yapan ve bunu toplumsal ihtiyaçların panzehri olarak pazarlayan yaklaşım, ikisi de komünistlerin seçimlere yaklaşımını açıklamaz.
SINIF SİYASETİNİN GÜÇLENMESİ
Komünistler, düzenin her siyasal kurumuna olduğu gibi de seçimlere de aynı hedef ve motivasyonla yaklaşır: Sınıf bilincinin ilerletilmesi ve işçi sınıfının siyasal bağımsızlığının güçlenmesi. Dolayısıyla komünistler için seçim programı diye bir gerçeklik olmaz. Devrimci programın seçimlerde kararlı biçimde savunulması olabilir. Lenin’in söylediği gibi; “Seçimler için’ bir platform değil, ama devrimci Sosyal-Demokrat (sosyalist olarak anlaşılmalıdır) platformu bütünlemek için seçimler; işçi sınıfının partisi sorunu böyle görmektedir.”
İşçi sınıfı partisinin ve komünist tasavvurun güçlenmesi, işçi hareketi ve gençlik kitleleri içerisinde etkisini büyütmesi, yalnızca örgütsel çıkarlarla ya da sosyalist hedeflerle ilgili bir sorun değil, demokratik haklar ve özgürlükler mücadelesinin tutarlı biçimde sürdürülmesi ve kazanımlar yaratması için de gereklidir. Yani ezilen, sömürülen, siyasal katılımı sınırlanan halk kesimlerinin, işçi sınıfının bağımsız sınıf siyaseti ekseninde birleştirilmesi, kritik halka burasıdır. O zaman komünistler, halkın karşısına kapitalist düzenin kendi teamüllerine sıkıştırılmış seçim platformları ve bildirgeleriyle çıkmaktan fazlasını yaparlar, kendi bağımsız devrimci sınıf platformunu yaygınlaştırmak, bu platformun güncel ve acil görevlerle bağlantılı hedeflerini ilan etmek için çalışırlar.
ZEMİN: TEKELLERİN EGEMENLİĞİ
Komünistlerin seçimlere yaklaşımının en doğru/tutarlı siyasal yaklaşım olduğunu iddia ediyoruz. Bu iddianın temelinde ise, topluma ve toplumsal yapılara dair doğru bir perspektifin zemini vardır.
Girişte burjuva siyaset modeline dair bir çerçeve çizmiştik. Bağımlı kapitalist bir ülke olan Türkiye’nin de ekonomisi ve siyasetinin kontrolü belli başlı büyük tekellerin ve sermaye örgütlerinin elindedir. Üretim süreci ve sermaye birikim süreçlerinde tekellerin egemenliğini, bu tekellerin siyasal alandaki doğrudan ya da dolaylı bağıntılarını görmek, kalkış noktamızdır. Türkiye siyasetini kimi kültürel çatışmalar, muhafazakarlık-sekülerlik, milliyetçilik-solculuk vb. siyasal/ideolojik karşılaşmalardan ibaret görmek hatalıdır. Türkiye’de de siyaset, sosyal-ekonomik temele (komünistlerin “üretim ilişkileri” dediği) içsel bir olgudur.
Tekellerin egemenliği, işçilerin güvencesiz, ucuz çalışma yaşamını, saldırgan bir mülksüzleştirme hareketini, devasa birikim süreçlerini, hayat pahalılığını, işsizliği, kadın ve göçmen emeğinin ağır sömürüsünü vb. her biri ayrı tartışma konusu olacak pek çok süreci gerektirdiği için emekçilerin siyaset yordamıyla bu temele müdahale etmesinin ya da bunu kolaylaştıracak siyaset araçlarına yönelmesinin engellenmesi, burjuva siyasetinin temel görevidir. Siyasal demokrasi ve özgürlükler mücadelesinin çerçevesini tam olarak burası belirler. Türkiye’de herhangi bir siyasi partinin emekçi sınıfların, gençlerin, kadınların yani halkın çoğunluğunun çıkarlarını savunup savunmadığı bu bağlamda ölçülebilir; tekellerin ekonomik ve siyasal egemenliği sorunu.
KOMÜNİSTLERİN SEÇİM TUTUMU: ÜÇ HEDEF
Kürt halkının eşit yurttaşlık talebinin çatışma ve çözümsüzlükle boğulması, kadınları ev ve işyeriyle kuşatan tahakküm/şiddet zinciri, LGBTİ’lerin yaşam hakkını hedef alan gerici siyasal baskı, iklim politikalarını ve çevre-doğa katliamlarını içeren ekolojik yıkım… Türkiye, kendi özgül durumu itibariyle pek çok demokratik ve siyasal sorunun iç içe geçtiği bir ülke. Çünkü tekellerin egemenliği, pek çok toplumsal kesimin çıkarlarının ve taleplerinin karşısındadır. Dolayısıyla mücadele ekseninin temeline tekelci egemenlik ve kapitalist devlet mekanizmasını koymak, doğru bir siyasal zemin için gereklidir. Ülkenin en acil siyasal ve demokratik talepleri, işçi sınıfının bağımsız devrimci sınıf çıkarları ekseninde birleştirilmelidir.
Dolayısıyla siyaset ve Türkiye toplumsal yapısına doğru bir yaklaşımla bu seçimlerde komünistlerin tutumuna dair şu üç hedefi tekrar etmek yerinde olacaktır. 1- İşçi sınıfının en geniş kesimlerinin siyasal bilinç ve örgütlülüğünün ilerletilmesi. 2- Tek adam yönetiminin yenilmesi ve gerici-faşist devlet kurumsallaşmasının durdurulması. 3-İşçi sınıfının demokratik hak ve özgürlükler mücadelesinde müttefikleri olan ezilen halk kesimleriyle ortak mücadelesinin güçlendirilmesi.
Çünkü işçi sınıfı ve emekçilerin ileri kesimleri, gençlik kitleleri gibi düzen partilerinin etkisi altındaki kesimler, ancak onların güncel ekonomik ve demokratik taleplerini gözeten bir politik platformla mücadele sürecine kazanılabilir. Bunu da burjuva düzen partileri, emekçilerin güncel ihtiyaçlarından kopuk bir söylem radikalizmi, acil sorunların çözümünü meclisteki laf cambazlığına hapseden reformizm değil, ancak komünistler yapabilir. Yıllardır, memleketteki her kritik siyasal gelişmede -etki düzeyinden bağımsız- emekçi sınıfları ve onların genç nesillerini kendi yararına olacak biçimde pozisyon almaya/uyanık olmaya çağıran da yine aynı tutumdur. 2011 referandumu, Gezi İsyanı, fezleke tartışmaları, sınır ötesi operasyonlar, 2016 darbe girişimi, 2019 yerel seçimleri, Maraş depremleri vb. yakın tarihimiz emekçi sınıflara karşı sorumluluklarını her defasında kanıtlayan bu tutumun örnekleriyle doludur.
Komünistler, önce sosyalizm, sonra çözümler gibi bir kolaycılığa düşemez. Tekelci gericilik ve egemen sınıflara karşı mücadelenin önemli bir tarafında, oy verme hakkını da kapsayan demokratik özgürlükler, işçilerin acil ekonomik talepleri, Kürt emekçilerinin eşit yurttaşlık talebi, göçmenlerin insanca yaşama hakkı vb. vardır. Memleketteki irili ufaklı bütün mücadele süreçlerini merkezileştirecek, işçi sınıfının çıkarları etrafında birleştirecek ve tutarlı bir demokrasi mücadelesini devrimci bir halk iktidarı mücadelesine dönüştürecek olan yol budur.