Bellek oyunları
"Ayırt ettiğimiz bir trilyon koku arasında biri vardır ki adeta edebiyat ile sinirbilim dünyaları arasında bir köprü oluşturmuştur. Bu, ıhlamura batırılmış madlen kurabiyesinin kokusudur."
Bir süredir aklımda bir cümle dönüp duruyor. “Unutmak seçerek hatırlamaktır.” Nereden duydum, nerede okudum bir türlü hatırlayamadım. Bu unutmanın da kendi seçerek hatırlamamdan kaynaklandığını düşünerek kendi kendimle eğlendim. Ama yine de merakım baskın geldi ve kendimi internetin şefkatli kollarına bıraktım.
Arama motoruna “Unutmak seçerek hatırlamaktır.” cümlesini yazınca karşıma Ercan Kesal’in Demet Aksu ile gerçekleştirdiği bir söyleşi çıktı. Arama motoruna yazdığım kelimeler bu söyleşideki sözcüklerle örtüşmüştü ancak bir terslik vardı. Benim zihnimdeki kelimeler söyleşideki sözcüklerle örtüşmemişti. Çünkü Ercan Kesal söyleşide “Hatırlamak aynı zamanda ‘seçerek unutmak’ değil midir?” diye soruyordu.
Unutmak ya da hatırlamak zihnimizde çok çetrefilli yollardan geçerek gerçekleşen süreçlerdir. Kimi zaman hatırladığımızı sandığımız şey aslında hiç de hatırladığımız gibi değildir. Tıpkı zihnimde dönüp duran hatırlamak ve unutmak kelimelerinin bana oynadığı oyun gibi. Olan ve hatırlanan arasındaki açının genişliğini ölçmek için bir iletkiye ihtiyaç duyarsak her birimizin dönüp anayurdumuz olan çocukluğumuzdan avuçlayacağı toprak yeterli olacaktır.
Ancak bu noktada Akira Kurosawa’nın 1950 yapımı Rashomon’una bir parantez açmadan geçmek istemem. Filmde üç kişi tarafından tanık olunan bir suçun hikayesi anlatılmaktadır. Bu üç kişinin her biri yaşananları anlatırken aynı olayı birbirlerinden farklı şekillerde dile getirmektedir. Öyle ki bu üç tanığın ifadeleri birbiriyle zaman zaman çelişmekte, buna rağmen her bir tanık yine de kendi ifadesinin doğruluğunda ısrar etmektedir. Bu nedenle başlangıçta son derece net gibi görünen bu olay, zaman içerisinde tanıkların da ifadeleriyle iyice karmaşık bir hale gelmekte ve izleyici filmin sonlarına doğru kendi belleğini de sorgulamaya başlamaktadır.
Kimi zaman hatırladığımızı sandığımız şey aslında hiç de hatırladığımız gibi değildir demiştim yukarıdaki satırlarda. Kimi zaman da hatırlamadığımızı sandığımız şey apansız zihnimize dolar. Hem de öyle bir dolar ki zamanda yolculuk yapmışçasına o ana döner ve o an(ın)ın tüm ayrıntılarının zihnimize sökün edişini şaşkınlıkla deneyimleriz. Aslında zihnimize dolan bu an(ı) ile burnumuza dolan kokular arasında bir kısa devre vardır. Hepimizin başına gelmiştir hissettiğimiz hatta hissetmediğimiz bazı koku ya da kokular bellek uzamımızda yer alan bir sekansa ulaşmamızı sağlayan solucan deliğinin kapısını açan öznel bir anahtar gibidir. Bu sekansa ulaşmamızı sağlayan koku kimi zaman bir parfümün kışkırtıcılığında gizlidir, kimi zaman bir fırının önünden geçerken burnumuza dolan taze ekmeğin cömertliğinde, kimi zaman da sıcak bir yaz günü karşılaştığımız incir ağacının dostluğunda.
Yaklaşık bir trilyon koku molekülünü ayırt etme kapasitesine sahip olduğumuz düşünüldüğünde her birimizin bellek uzamında kapısı açılacak ne çok solucan deliği vardır siz düşünün. Ayırt ettiğimiz bir trilyon koku arasında biri vardır ki adeta edebiyat ile sinirbilim dünyaları arasında bir köprü oluşturmuştur. Bu, ıhlamura batırılmış madlen kurabiyesinin kokusudur. Bu koku yedi ciltten ve yaklaşık 3000 sayfadan oluşan belki de edebiyat tarihinin en uzun nehir romanı sayılabilecek Marcel Proust’un “Kayıp Zamanın İzinde” eserini ortaya çıkmasını sağlayan anahtardır.
Soğuk bir kış günü sokaktan eve dönen Proust’un üşüdüğünü fark eden annesi ona bir fincan ıhlamur ve yanında yemesi için de madlen kurabiyesi hazırlar. Proust ıhlamura batırdığı madlen kurabiyesini ağzına götürür ve işte bu koku “Kayıp Zamanın İzinde” nehir romanına giden solucan deliğinin kapısını açar. Bu nehir romanın ilk cildi olan Swannlar Tarafı’nda bu deneyimi Proust şöyle tanımlar: “Halamın ıhlamura batırıp bana verdiği bir parça madlenin tadını tanır tanımaz Léonie Halamın odasının bulunduğu, sokağa bakan eski gri ev, bir tiyatro dekoru gibi gelip annemler için yapılmış olan, arkadaki bahçeye bakan küçük eve eklendi; evle birlikte öğle yemeğinden önce beni gönderdikleri meydan, alışveriş yaptığım sokaklar ve hava güzel olduğunda yürüdüğümüz yollar da görüntüde yerlerini aldılar. Ve tıpkı Japonların, suyla dolu porselen bir kâseye attıkları silik kâğıt parçalarının, suya girer girmez çözülüp şekillenerek, belirginlik kazandığı, somut, şüpheye yer bırakmayan birer çiçek, ev, insan olduğu oyunlardaki gibi hem bizim bahçedeki hem Swann’ın bahçesindeki bütün çiçekler, Vivonne Nehri’nin nilüferleri, köyün iyi yürekli sakinleri, onların küçük evleri, kilise, bütün Combray ve civarı şekillenip hacim kazandı, bahçeleriyle bütün kent çay fincanından dışarı fırladı.”
Proust çocukluğunun bir bölümünü astım krizlerine iyi geleceği düşüncesiyle Paris’in güney batısında yer alan Illiers adlı küçük bir kasabada halası Elisabeth Amiot’un evinde geçirir. Her ne kadar romanında Illiers’i Combray’e, Elisabeth Amiot’u da Léonie Halaya çevirse de ıhlamura batırılmış madlen kurabiyesi buram buram Proust’un çocukluğu kokmaktadır. İşte Proust’un çocukluk an(ı)larına kapı açan bir fincan ıhlamura batırılmış madlen kurabiyesinin kokusuna atfen, kokunun istemsiz anıları tetikleyerek yoğun bir duygu eşliğinde gündedünü yaşamamıza Proust Etkisi adı verilmiştir.
Hatırlamak ve unutmak diyalektiğinde belleğimiz kâh dile gelen ya da gelemeyen sözcüklerle, kah apansız burnumuza dolan bir kokuyla bize oyunlar oynar ve hayat iyisiyle kötüsüyle, acısıyla tatlısıyla bu diyalektiğin sarkacında akıp durur.
Meraklısına not:
Madlen kurabiyesi (Mekik) tarifi için gerekli malzemeler:
2 iri yumurta, 150 gram toz şeker, 125 g tereyağı, bir su bardağı un, bir tutam tuz, aroma için vanilya ya da limon kabuğu rendesi. Yapılışı:
Yumurtaları şekerle beyazlaşana kadar çırpın. Yumuşamış tereyağını, tuzu ve elenmiş unu yavaş yavaş ekleyin. Pütürleşmemesi için sürekli karıştırın. Limon kabuğu rendesini veya vanilyanızı ekledikten sonra hamurunuzu Madlen kaplarınıza dökün ve 8-10 dakika orta harlı fırında pişirin. Afiyet olsun…
Proust’un 100. doğum yılı olan 1971 senesinde çocukluğunun bir bölümünü geçirdiği Illiers’in adı “Kayıp Zamanın İzinde” nehir romanına bir saygı duruşu olarak Illiers-Combray’a değiştirilmiştir.
Evrensel'i Takip Et