Yöneylem Direktörü Derya Kömürcü: Erdoğan bütün stratejisini ikinci tur üzerine kuruyor
Erdoğan toplumu ikiye bölüp, kendi yüzde 50’sini tutabildiği sürece iktidarını koruyabileceğini düşündü. Bunu başardı da. Bugün farklı olan şey, yüzde 50’yi konsolide eden tarafın muhalefet olması.
Fotoğraf, Derya Kömürcü'nün kişisel arşivinden alınmıştır.
Serpil İLGÜN
Partiler seçime nasıl gireceğini belirledi, milletvekili listeleri oluşturuldu, beyannameler açıklandı ve artık bir ay kalan Türkiye’nin en kritik seçimi için adaylar sahaya çıkmaya başladı.
Geride kalan haftada itirazlar, istifalar, küskünlükler konuşulmaya devam etse de, tartışmaların esasını AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın seçim beyannamesinde yer alan “muhalefet vaatleri” oluşturdu.
Diğer yandan cumhurbaşkanı adaylarından Muharrem İnce, seçim gündeminin değişmez başlıklarından biri olmayı sürdürüyor. Çoğunlukla muhalefet çevrelerini hedef alan açıklamaları, yüksek özgüveniyle İnce, seçimi ikinci tura bıraktıracak oranlarda bulunan şaşırtıcı oy potansiyeli nedeniyle “İnce ne yapacak” sorusunun gündemden düşmemesini sağlıyor.
Listelerin, adayların netleşmesi ve seçim tarihinin yaklaşması, stratejilerin, propagandaların, kampanyaların seçmendeki karşılığına dair fotoğrafın daha da belirginleşmesini sağlıyor. Uzunca zamandır bu fotoğrafı en güvenilir şekilde çekmeye uğraşan araştırma şirketlerinden Yöneylem, geçtiğimiz günlerde 27 – 29 Mart 2023 tarihleri arasında 27 kentte yaptığı son seçim anketinin sonuçlarını paylaştı.(*)
Buna göre kararsızlar ve oy kullanmayacaklar dağıtıldığında Kemal Kılıçdaroğlu yüzde 46,4 alırken, Recep Tayyip Erdoğan yüzde 41,6, Muharrem İnce yüzde 9, Sinan Oğan ise 2.9 alıyor.
Erdoğan’ın seçim vaatlerinden MHP’nin seçime kendi listeleriyle girme kararının etkilerine, İnce’nin yükselişindeki faktörlerden muhalefetin önündeki risklere, seçim gündemini ve seçmen tercihlerinin ortaya çıkardığı tabloyu Yöneylem Araştırma Genel Koordinatörü, Siyaset Bilimci Doç. Dr. Derya Kömürcü’yle konuştuk.
Erdoğan’ın seçim beyannamesinde muhalefet blokunun vaatlerini sıralamasıyla başlayalım. 21 yıldır tek başına iktidarda değilmiş, sorunları başkaları yaratmış gibi “enflasyonu düşüreceğiz, mülakatı kaldıracağız, ete erişeceksiniz” denmesi, AKP’nin vardığı yerle ilgili ne söylüyor?
Beyannameye baktığımda yeni bir şey ortaya koyamayan, topluma söyleyecek sözü kalmamış bir iktidar görüyorum. Bu hissi ekim ayında düzenlenen “Türkiye Yüzyılı” toplantısındaki açıklamalarda da hissetmiştim. AKP ya da Erdoğan söz konusu olduğunda bir şekilde çok büyük vaatler bekliyor, şapkadan tavşan çıkarma potansiyeli varmış gibi bir güç atfediyoruz, sonrasında böyle bir şeyle karşılaşınca da şaşırıyoruz. “Bu kadar güçlü bir iktidarın, bu kadar güçlü bir figürün söyleyeceği şey bu mu” sorusu beraberinde geliyor. Ama gerçekten 21 yılın sonunda geldiğimiz yerde bundan öte bir şey kalmamış durumda.
Vaatler başlı başına bir tartışma konusu. Bir boyutuyla evet, muhalefetin dile getirdiği vaatlerin üstüne çökülmesi durumu söz konusu. İktidar bu vaatlerin tamamını yapabilecek durumda olmasına rağmen yapmadı. Şimdi, “seçilirsem yaparım” diye seçmene bir tür rüşvet teklif ediyor. Bunların içinde öyle teklifler var ki, mesela mülakatları kaldırma teklifi, aslında bir boyutuyla suçunu itiraf etmek. Demek ki siz bunca yıl liyakatsız bir şekilde hak etmeyen insanları kamuda işe aldınız. Bu itiraf ediliyor.
Erdoğan’ın herkesi kucaklayacaklarını söyledikten hemen sonra, hiddetle bir profesörü hedef alarak “bir profesör müsveddesi çıkmış köprü, baraj, havalimanı yapmakla bu iş çözülmez, domates patates kaç para onu söyle, bu adam profesör” demesi de gündem oldu. Bu ve benzeri çıkışlar SİHA’ların, TOGG’ların domates, patates fiyatının önüne geçememesine duyulan öfkenin dışavurumları mı?
Ben bunu öfke olarak değerlendirmiyorum. Uzunca süredir devam ettirilen bir strateji olarak görüyorum. Bu tür rejimlerde otoriter, popülist liderler “ya bendensin, ya onlardan” ikiliğini yaratmaya çok sık başvururlar. Bu ikiliği yaratırken kendisini halkın yegane temsilcisi, yerli ve milli olarak tanımlamak, bunun dışındakileri, bu bir üniversite hocası olabilir, bir sanatçı olabilir, kamuoyu önderlerinden birisi olabilir, bunları özellikle de bir tür anti elitizmle ötekileştirerek, halk karşısında düşmanlaştırmak taktiklerden birisi. Ve hiç çelişkili değil. Kucaklaşma çağrısı yaptığında aslında şunu diyor, “bizim tarafa geçmek isteyen herkese kapımız açık. Ama o tarafta kalacaksınız halktan yana olmayanların, anti milli yerli olanların tarafındasınız demektir”i hissettirmek için o ikiliği kuruyor. Yani Erdoğan, kitapta yazanı en basit haliyle uyguluyor.
AKP SEÇMENİ NEGATİF BİR PARTİZANLIK SERGİLİYOR
Yöneylem olarak daha önce AKP oylarında deprem sonrasında öngörülenin aksine kayda değer bir düşüş olmadığını belirtmiştiniz. Son araştırmanızda da AKP yüzde 35’le, ikinci sıradaki CHP’nin 8 puan önünde yer alıyor. Bu oran, “türbanınızı yasaklayacaklar, imam hatipleri kapatacaklar, sosyal destekleri kesecekler, terörle mücadele etmeyecekler” propagandasının çalıştığını mı gösteriyor?
Belli bir seçmen kesimi için evet, çalıştığını gösteriyor. Ama tabloyu doğru anlamak gerekir. Çünkü sadece AKP oylarına bakarak “AKP birinci parti” deyip bunun üzerinden yorum yapabilirsiniz ya da 2018’deki oy oranına bakıp “2018’dekinden 7-8 puan daha düşük oy alıyor, oy kaybediyor” diyebilirsiniz. İkisini de yapmayacağım. Şunu söyleyeyim, Erdoğan özellikle Gezi direnişinden bugüne bir strateji izledi. Toplumu yüzde 50-50 ikiye bölüp, kendi yüzde 50’sini elinde tutabildiği sürece iktidarını koruyabileceğini düşündü. Bunu başardı da. Bugünkü tabloda farklı olan şey, yüzde 50’yi konsolide eden tarafın muhalefet olması. Yüzde 50’nin üzerinde kararlı bir şekilde “Erdoğan’ı istemiyorum” diyenler bu tarafta. Öteki taraf evet geriliyor ama bir çözülmeyle karşı karşıya değil. Belki bu strateji, bu propaganda olmasaydı ya da muhalefet tarafında gidebilecekleri bir alternatif olsaydı daha fazla çözülebilirdi. Ama gördüğümüz haliyle toplumun yüzde 30-35’lik bir kesiminde bu söylemlerin bir karşılığı var. En azından gidebilecekleri bir yer bulabilmiş değiller. Onu da şöyle yorumluyorum, Erdoğan’ın bu stratejisi ve yarattığı seçmen tabanı partizan bir seçmen, lidere, ideolojiye, dini inançlara referansları çok kuvvetli ama bundan daha önemlisi negatif bir partizanlık sergiliyor. Partide, yönetimde bir sorun olduğunu, Türkiye’nin kötü yönetildiğini görüyorlar belki, ama partizanlıklarını karşı tarafa negatif bakmak üzerinden kuruyorlar.
Mesela CHP negatif taraf?
Evet. Ya da onunla hareket eden diğer partiler negatif taraf. O tarafa geçme ihtimalleri yok. O yüzden seçim sonuçlanıp iktidar iktidarını kaybedene kadar bu tabloda büyük ihtimalle çok büyük değişiklik görmeyeceğiz.
KİMLİK SİYASETİ HALA ÇOK EGEMEN
Yoksulluğun artması, yaygınlaşması, gelir adaletsizliğindeki eşitsizliğin büyümesi karşısında oy davranışlarında sınıfsal tercihlerin, kimlik tercihlerinin önüne çıkacağı yorumları yapılıyordu. Geldiğimiz aşamada bu ne kadar söz konusu?
Ne yazık ki Türkiye’de kimlik siyaseti hala çok daha egemen. Aslında Türkiye demografisinden iktisadi yapısına, sosyolojik özelliklerinden siyasetin tıkanmasına kadar sınıf siyaseti yapmak için çok müsait bir ortamda şu anda, bu çok doğru. Ama verili durumdaki siyaset şu anda o kadar kilitlenmiş durumda ki, biz hangi partinin birinci olacağını merak etmiyoruz aslında. Kimin cumhurbaşkanı olacağını da merak etmiyoruz. Biz Erdoğan kazanacak mı, kaybedecek mi, bunu merak ediyoruz. Toplumun geneli bunu merak ediyor. Bu derece kutuplaşmış bir ortamda meseleler sürekli halının altına süpürülüyor ve “bu seçim o seçim değil” sloganı altında biz sadece ana şeyleri konuşabilir haldeyiz. Eğer önümüzdeki seçimde iktidar değişirse sınıf siyaseti de, toplumsal adalet meselesi de daha çok gündeme gelebilecek diye düşünüyorum.
Araştırmalarımızda da ekonomik olarak en alt kesiminin Erdoğan’ı en çok destekleyenler olduğu görüyoruz. Bunu sınıfsal değerlerle analiz etmek şu anda mümkün değil açıkçası. Orada başka aidiyetler, kimlikler devreye giriyor. Tam da bu yüzden söylüyorum o kutuplaşmanın donmuş kutupları bir şekilde çözülebilirse, o zaman başka şeyler konuşmaya başlayabiliriz.
YENİDEN REFAH’IN OY ORANLARI DÜŞTÜ
Cumhurbaşkanın yüzde 50+1’le seçilmesi ve seçim yasası partileri bloklaşmaya itti ve hali hazırda dört ittifak kuruldu. Ama bu bloklaşma, partilerin seçmenlerinin tamamını o bloka kaymasını sağlamıyor. Araştırmalarınızda bloklaşma-seçmen ilişkisine dair nasıl veriler elde ediyorsunuz?
Çok haklısınız, siyaset aritmetik toplama işlemi değil. Yani şu partinin oyu yüzde 30, bu partinin yüzde 3, ikisi aynı ittifak içinde bir araya geldi, dolayısıyla oy oranı yüzde 33 diyemiyoruz. Bu bazen ittifakın oyunu daha da arttıran bir etki yapabiliyor, bazen de ittifaka katılan partilerin seçmenlerini oraya götüremediği bir tablo ortaya çıkarıyor. Örneğin Yeniden Refah Partisi’nin Cumhur İttifakı’na katılması. İki yıldır “Yeniden Refah diye bir parti var” diyen ilk araştırmacılardan biriyim. Aynı şekilde TİP’i de ilk biz ölçtük diyebilirim.
Yeniden Refah’ın yükselişinin bir sebebi vardı, AKP’nin gerilemesi. Buradan kopanlar ya “kararsızım”, ya “oy kullanmayacağım” diyorlar, ya da Yeniden Refah’a geçiyorlar. SP’ne, DEVA’ya, GELECEK’e geçmiyorlar. Yeniden Refah, Cumhur İttifakı’na geçtiği zaman kendilerini AKP içinde tarif etmek istemeyen ciddi bir seçmen kümesi oluştu. Zaten son bir aydır Yeniden Refah’ın oy oranı düştü. Şu anda ölçmek çok kolay değil ama benzer bir şeyi Millet İttifakı için de görebiliriz. SP’nin tek başına aldığı oy oranı başka bir oran ama CHP listelerindeyken bunun ne kadarını getirebilecek, göreceğiz. Ama şunu söyleyebilirim, araştırmalarda çapraz tabloları analiz ettiğimizde bu üç parti seçmenlerinin yüzde 70’in üzerindeki oranlarda Kılıçdaroğlu’nu desteklediğini görüyoruz.
BAHÇELİ, SEÇİM SONRASI İÇİN ÖNLEM ALIYOR
Gelelim seçime kendi amblemi ve listeleriyle girmek gibi şaşırtıcı bir karar alan MHP’ye. Hemen her konuşmasında, Türkiye’nin bekasının cumhur ittifakının devamından geçtiğini söyleyen MHP lideri Devlet Bahçeli bunu riske atacak ayrı girme kararını neden aldı?
Yanıtlaması kolay bir soru değil. Yorumlar yapıyoruz ama bu yorumları yaparken gerçeğin bazı noktalarına da temas ediyoruz. Birincisi, Bahçeli gerçekten Cumhur İttifakının devam etmesini istiyor olabilir ama her parti seçim sonrasına da hazırlık yapıyor. Her partinin “iktidarı kazanırsam ne olur, kaybedersem ne olur, toplu olarak kaybedersek ne olur” diye B planları var. Bu çerçevede Bahçeli’nin bir taktik hamle yaptığını düşünüyorum. MHP ortak listeyle girmiş olsaydı, Erdoğan’ın seçimi kaybetmesi ve ittifakın iktidardan düşmesi durumunda kurumsal kimliği çok ciddi bir hasar alacaktı ve bunu yeniden inşa etmesi çok güç olacaktı. O yüzden bir önlem aldığını, “gerekirse 10 vekil az çıkarırız ama MHP olarak devam ederiz” gibi bir yaklaşım içinde olduğunu düşünüyorum.
“Milletvekili pazarlığında anlaşamadılar” iddiaları için ne dersiniz?
İkinci neden bu olabilir. Sonuçta bütün partiler pazarlık yapıyorlar, MHP de Mecliste güçlü temsil edilmek için belli sayıda milletvekili talep etti, fakat Erdoğan’ın bunu karşılama olanakları kısıtlandı çünkü birdenbire Cumhur İttifakı genişlemeye başladı. MHP ittifak içinde nicel olarak değil ama özgül ağırlığı olan bir partiyken, birden başka partilerle de yan yana görünmeye başladı, bu da rahatsızlık yarattı.
Bugün Cumhur İttifakı içinde Erdoğan’da da, Bahçeli’de de, herkeste bu seçimin kaybedilebileceğine dair bir soru işareti olduğu görülüyor. DSP’ye milletvekilliği vermek de, Hüda Par’la yan yana gelmek de, MHP’nin ayrı liste çıkarması da bunun göstergesi.
Bu karara Yöneylem olarak yüzde 6.5 ölçtüğünüz MHP oylarındaki gerileme de etki etmiş midir? Ve bu kararın seçimde Cumhur İttifakına maliyeti ne olacak?
MHP’nin oyları epey düştü son süreçte. Bunda partinin kimliksizleşmesinin de etkisi oldu. MHP sadece muhalefete kaybetmedi, MHP aynı zamanda AKP’ye de seçmen kaybetti.
Seçime ayrı listeyle girmenin AKP oylarında normalde alacağından bir iki puanlık gerilemeye yol açacağını düşünüyorum. Bazı seçim çevrelerinde bu daha da etkili olacaktır. MHP’nin İç Anadolu’da güçlü olduğu birtakım illerde, AKP’den belki üç dört puanlık oylar koparabileceğini, ülke genelinde de MHP’nin oylarının biraz daha artacağını düşünüyorum. Bu tek tek illerde AKP’ye bazı vekiller kaybettirebilir. AKP ve MHP ortak listeyle girseydi bugün alabileceklerinden 15-20 milletvekili daha fazla alırdı diye tahmin ediyoruz.
TOPLUMUN DEĞİŞİM TALEBİNE YANIT VERMEZSENİZ KÜÇÜLÜRSÜNÜZ
Erdoğan, Millet İttifakını oluşturan partilerin önce biraraya gelememesi, sonra da ortak listede buluşamamaları için çok çaba harcadı ancak bunu başaramadı. Halen “Millet İttifakı Kandil’le kol kola” propagandası çok güçlü bir şekilde sürdürülüyor ama bu kadar yol alındıktan sonra bunun da sonuçsuz kalacağını düşünmek fazla mı iddialı olur?
Bence olmaz. Bu doğrultuda dediğiniz gibi çok provoke edildi ben bu sürecin -bazı ufak kazaları paranteze alarak söylüyorum-, muhalefetin her bir bileşeni açısından iyi yönetildiğini düşünüyorum. Bunda depremin de etkisi oldu ama şunu da söylemem gerekir, liderler bunu yapıyorlar ama bunu tabanlarından bağımsız yapmıyorlar.
Orada da toplumun değişim talebinin gücü devreye giriyor.
Evet. Her partinin seçmeni bunu istediği için liderler bunu yapmak zorundalar. Değişim talebine yanıt veremezseniz kendiniz küçülüyorsunuz. Açıkçası 3 Mart’taki krizde İYİ Parti’nin başına gelen de bunu gösterdi. Çünkü İYİ Parti seçmeni de buna hazır durumda, ortak hedefe zarar verecek kim olursa, seçmen onu cezalandırma eğiliminde.
İYİ Parti oy kaybı sürüyor mu ve giden oyların adresi neresi?
İYİ Parti krizden sonra hızla oy kaybetti ve bu oylar geri dönmedi. İYİ Parti’den vazgeçenlerin ağırlıklı olarak CHP’ye gittiğini görüyoruz. Zaten bu iki seçmen kümesi birbirine çok yakın. Diğer yandan Memleket Partisi’ne duyulan ilgide İYİ Parti’deki krizin etkisi olduğu görülüyor. İyi Parti’den kopanların bir kısmı da Memleket Partisi’ne ilgi gösteriyor.
İKTİDAR BEKLENTİSİ KIRGINLIKLARI ÖRTÜYOR
Millet İttifakında 9 Nisan’dan sonra Sadullah Ergün, Sema Silkin Ün gibi bazı isimlerin adaylıklarına itirazlar, listelerde yer bulamayanların kırgınlıkları, yer yer istifalar söz konusu. Bunun sorun teşkil edeceğini düşünüyor musunuz? Bununla bağlantılı olarak, “14 Mayıs seçimi, milletvekili adaylarının kim olduğunun en etkisiz olduğu seçim” yorumlarına katılır mısınız?
Genel bir şey söyleyeyim önce, zaten Türkiye’de de dünyanın pek çok yerinde de seçmenin oy davranışını etkileyen etkenler arasında listeler, milletvekili adayının kim olduğu çok önemli değil. Böyle olmaması gerekir. Siyaset yerelden kurulan bir şey olsaydı böyle olmazdı ama Türkiye gibi siyasetin inanılmaz daraldığı, partilere, Ankara’ya, genel merkezlere, genel merkezlerin yönetim katına, yönetim katındaki lider odasına hapsedildiği bir yerde isimlerin bir önemi gerçekten olmuyor.
Bunun ötesinde, gelmiş geçmiş en sakin seçim dönemini yaşıyor diyebiliriz CHP için. Belirttiğiniz eleştiriler, kırgınlıklar olur ama oradaki iktidar beklentisi hepsinin üstünü örtüyor gibi görünüyor.
İNCE’YE GİDEN PROTESTO OYLARI 14 MAYIS’TA KILIÇDAROĞLU’NA YÖNELEBİLİR
Cumhurbaşkanlığı seçimini ikinci tura bıraktıracak potansiyeli bünyesinde tutan Muharrem İnce’ye yönelik ilgiyi anlamaya çalışıyoruz. Üç ay önce anketlerde binde 3’lerde görünen İnce bugün ne oldu da cumhurbaşkanlığı seçim sonucunu belirleyebilecek yüzde 9’lara yükseldi?
Evet, Muharrem İnce’nin oy oranının son bir iki ayda inanılmaz bir yükseliş içinde olduğunu görüyoruz ama bu yükseliş İncenin yükselişi değil, üçüncü seçeneğin yükselişi. Seçmenlerin bir kısmı açısından üçüncü bir seçeneğe ihtiyaç var. Onu da şöyle anlayabiliyoruz; Üç ay önce seçmenlerin bir kısmı en iyi adayın Mansur Yavaş olduğunu düşünüyordu. Yavaş’ın oylarını Kılıçdaroğlu ile kıyaslandığında çok yüksek oranlarda görüyorduk. Başka bir seçmen kümesi de İmamoğlu’nu tercih ediyordu. Aday belli olduktan sonra yaptığım yorumlarda seçmenlerin ağırlığının ortak adaya yöneleceğini ama bir kısmının da bunu protesto edeceğini söylemiştim. Şimdi gördüğümüz şey protesto. 6 Mart’ta Kemal Bey ortak cumhurbaşkanı adayı olarak açıklandıktan sonra bir grup seçmen bunu protesto ediyor. Protesto edenlerin içinde de ideolojik olarak kendilerini daha ulusalcı olarak tanımlayanlar var. Bir dönem Zafer Partisi’nin yükselişinde pay sahibi olmuş olanlar (Zafer Partisi şimdi iyice sönmeye başladı) Memleket Partisi’ne yöneliyorlar diyebiliriz, bunu sosyal medya kampanyalarında da görüyoruz.
YSK, seçmen sayısına 7 milyon yeni seçmenin eklendiğini açıklamıştı. Yeni seçmenlerin de dahil olduğu genç seçmenlerin ne kadarı İnce’yi destekliyor?
Esas sosyolojik olarak incelenmesi gereken kısmı da burası. İlk kez oy kullanacak seçmenlerin içinde “İnce’ye oy vereceğim” diyenler çok ciddi oranlara, yüzde 10’un üzerine çıkıyor. Türkiye ortalaması 8 oluyorsa bu gençlerde 12 oluyor. Böyle bir şey var ama bunun arkasında bir motivasyon, bir mantık bulamıyoruz. Tamamen kendilerine dayatılan iki yoldan başka bir yere gitme hali. Bir çıkıntılık yapmak hoşlarına gidiyor. Bugün İnce “adaylıktan çekiliyorum” dese, bu seçmenlerin bir kısmı yine başka yere gitmek için seçenek arayacaklar ama genel olarak siyasi tutumlarını, tercihlerini incelediğimde seçmenin bir kısmının sandığa gitmeyeceğini, birinci turda bir kısmının Kılıçdaroğlu’nun kazanacağına ikna olacağını düşünüyorum. O yüzden de kaçınılmaz olarak bu iş birinci turda bitmez demiyorum. Şu an Kılıçdaroğlu ile Erdoğan arasında ölçtüğümüz yaklaşık 5 puanlık Kılıçdaroğlu lehine olan fark bu seviyelerde devam ederse ve İnce’ye destek verenlerin yarısı sandığa gitmeseler, ilk turda bitme ihtimali olabilir diyorum.
SEÇMENİN EN KORKTUĞU ŞEY İSTİKRARSIZLIK
Bu gerçekleşmezse İnce seçimi ikinci tura bıraktırıyor. Bu aşamada Meclis aritmetiğinin nasıl şekillendiği de devreye girecek. Bu açıdan da ikinci turun Erdoğan lehine bir durum üretebileceğine katılır mısınız?
Bence zaten Erdoğan bütün stratejisini bunun üzerine kuruyor. İlk turda seçimi kazanamayacağını görüyor, şu anki çalışmasının temel odak noktası seçim ilk turda bitmesin, ikinci tura kalsın. İkinci tura kaldığı andan itibaren Meclis aritmetiği çok önemli olacak. Cumhurbaşkanlığında Millet İttifakının önde olduğu ama Mecliste 300 vekili bulamadığı bir tablo ortaya çıkarsa, orada Erdoğan’dan istikrarsızlık vurgusu mutlaka gelecektir. Herkesin farkında olduğunu düşünüyorum ama altını çizmek gerekir, Türkiye’de ortalama seçmenin en korktuğu şey, istikrarsızlık. Toplum son 20 yılda inanılmaz borçlandırılmış durumda, herkesin kredi borçları, o borcu, bu borcu var. Ve borcu olan insanların en korktuğu şey istikrarsızlıktır. Çünkü bugün dolar şu kadar liraysa yarın iki katı olabilir, enflasyon yüzde 80’se yarın yüzde 180 olabilir. Bundan korkuyor insanlar. O yüzden de hem meclisin, hem cumhurbaşkanlığının aynı anda kazanılması gerekiyor.
İSTANBUL 1. BÖLGE, TİP’İN EN YÜKSEK OY ORANINA ULAŞACAĞI BÖLGE
Emek ve özgürlük ittifakı cumhurbaşkanlığı seçiminde olduğu gibi Meclis’te de kritik bir öneme sahip olacak. Bazı adaylar nedeniyle bu cephede de bazı tartışmalar yürütülüyor ama asıl olarak TİP’in 49 ilde ayrı girme kararının ittifakı zayıflatacağı, özellikle bazı illerde milletvekili kayıplarına neden olacağı konusuna yaklaşımınız ne?
Ben buradaki dilin biraz doğru kurulmadığını düşünüyorum. Bu tartışmayı körükleyecek, devam ettirecek bir dil kuruluyor. Birincisi, Yeşil Sol için en önemli illerde TİP’in aday göstermediğini görüyoruz. İkincisi, politik bir karar alınmış durumda, Türkiye’de sosyalistler açısından bir imkan olduğu değerlendirmesi yapılıyor, bu değerlendirme yapılırken de kim nerede en az zararı görür hesabı yapılarak listeler hazırlanmış. Siyasetçiler arasında olan kısmın belli bir uzlaşmaya, olgunluğa gelmiş olduğu görülüyor, bundan sonrası seçim kampanyalarını yürütüp, birbirine destek vermektir. TİP özelinde söylemek gerekirse, özellikle büyük kentlerde ciddi bir potansiyel var, CHP listeleri sonrasında da bu potansiyel bir tık daha artmış görünüyor. Örneğin İstanbul 1. Bölge TİP’in büyük ihtimalle en yüksek oy oranına ulaşabileceği bölge. Baraj riskiniz de yok. Dolayısıyla şöyle değerlendirmek yanlış değil, orada ortak liste de girseydi bir kontenjan TİP’e verilecekti, şimdi onu çıkarabilirse kendisi çıkaracak.
MUHALEFETİN EN ZOR NÜFUZ ETTİĞİ KESİM EV KADINLARI
Muhalefetin “kazanacağız” rehavetinin üreteceği risklere ve üzerinde mutabakat sağlanmış politikaların toplumsallaşmasının sağlanamadığına siz de dikkat çekiyorsunuz. Kalan bir ayda bu açıdan nasıl bir yol izlenmeli?
Sözünüzü toplumun geneline yayamıyorsanız yarın daha güçlü olan, medya ağları olan, bunu her gün tekrar edecek birisi gelir ve “Bu benim sözüm” der. Siz de ancak buna tepki verirsiniz. Bunun böyle olmamasının koşulu sosyal medyada mesaj yayınlamak, video çekmek, genel merkezden açıklama yapmak değil, sokak sokak, ev ev, ülkenin her bir köşesinde siyasi çalışma yapmaktır. Muhalefetin sahada olma zorunluluğu var. Liderlerin her gün bir yere çıkıp açıklama yapması siyasi dengeleri değiştirmez. Her kapının çalınması lazım. Özellikle bir seçmen kümesine dikkat çekmek istiyorum, ev kadınları. Muhalefetin en zor nüfuz edebildiği, en zor sesini duyurabildiği seçmen kümesi. Kapıları çalmazsanız onlara ulaşamazsınız, onlara ulaşamazsanız dört seçmenden birini kaybetme riskiyle karşı karşıyasınız demektir, o yüzden sokakta çalışmak çok önemli.
Muhalefet için en büyük risk ne?
Muhalefeti bekleyen en büyük risk rehavete kapılmak ve kendi içinde rekabete girmek olur.
SEÇMENİN KANAATLERİ BÜYÜK ÖLÇÜDE OLUŞTU
Adaylar, ittifakların şekli de belirlenince seçmenin kanaatleri de netleşmeye başladı mı yoksa hala reaksiyon mu ölçüyorsunuz?
Büyük ölçüde oluşmaya başladı. Çünkü Mart ayı boyunca pek çok belirsizlik ortadan kalktı. Milletvekili listelerinin etkisini ölçemedik. Bundan sonra yapacağımız son iki üç araştırmada da bunu ölçebileceğimizi düşünüyorum. Ama zaten bu kadar belirsizlik ortadan kalktığında kararsızım ya da oy kullanmayacağım diyenlerin oranının da ciddi şekilde düşmeye başladığını gördük. Bu da zaten bir şeylerin oturmaya başladığının göstergesi olarak değerlendirilebilir.
Erdoğan zaten kaybetti, büyük kaybetti. Anlamaya çalıştığımız bu kaybın seçimde iktidar değişikliğine yol açıp açmayacağı.
GENEL OLARAK FOTOĞRAFI GÖSTEREBİLİYORUZ
Yöneylem, bulgularına güven duyularak bakılan az sayıdaki araştırma şirketlerinden biri durumunda. Bu durum, 14 Mayıs akşamı için üzerinizde baskı oluşturuyor mu? “Ölçümlerimizle uyuşmayan sonuçlar çıkarsa ne olacak” diyor musunuz?
Ben hakkıyla yapılan bütün araştırmaların hata payı içinde genel tabloya dair bir şey gösterdiğini düşünüyorum. Ama hepimizin farkında olduğu birkaç şeyi vurgulamak gerekir. Türkiye’de insanlar korktukları için gerçek tercihlerini ortaya koymuyor olabilirler. Dolayısıyla biz muhalefet aleyhine bir miktar hatalı ölçüm yapıyor olabiliriz. İkincisi, Türkiye’nin içinde bulunduğu sorun öbekleri sürprizlere açık bir tablo ortaya koyuyor. Bence biz bu sürprizleri de görebiliyoruz yaptığımız araştırmalarda. Böyle olmasaydı, bir ayda Muharrem İnce’yi bu oranlarda bulamazdık mesela. Ama seçim böyle bir şeydir, bir gün öncesinde bir şey olur, her şey değişebilir. Ama genel olarak fotoğrafı şu an itibariyle doğru gösterdiğimizi düşünüyorum.
(*) Yöneylem son araştırmasını 26 istatistiki bölgeye bağlı 27 ilde 2 bin 655 görüşme yaparak gerçekleştirdi. Araştırmanın veri derleme aşaması 27 – 29 Mart 2023 tarihleri arasında gerçekleştirildi. Buna göre Kararsızlar ve oy kullanmayacaklar dağıtıldığında Kemal Kılıçdaroğlu yüzde 46,4 alırken, Recep Tayyip Erdoğan yüzde 41,6, Muharrem İnce yüzde 9,1 ve Sinan Oğan yüzde 2,9 alıyor. Seçmene, “seçim ikinci tura kalırsa oyunuzu Erdoğan’a mı, Kılıçdaroğlu’na mı verirsiniz” sorusu ise (kararsızlar dağıtıldıktan sonra) Kemal Kılıçdaroğlu yüzde 55, Recep Tayyip Erdoğan yüzde 44,9 olarak şekilleniyor.
Araştırmaya göre Cumhurbaşkanlığı seçimi ilk turunda Muharrem İnce'ye oy vereceğini söyleyen yüzde 8,6 oranındaki seçmen kümesinin ikinci tur tercihleri ise şöyle: Kılıçdaroğlu yüzde 60,7, Erdoğan yüzde 17,4.
Ankette kararsızlar dağıtıldıktan sonra partilerin oy oranlarının dağılımı da şöyle: AKP yüzde 35, CHP 27.6, İYİ Parti 9.5, HDP 9.3, MHP 6.3, Memleket Partisi 4.5, TİP 3.3, Yeniden Refah 1.1, Zafer Partisi 1 ve DEVA 0.9.