16 Nisan 2023 03:54

Şair-Psikiyatrist Yusuf Alper: Şairlerin narsistik özellikleri belirgindir

Alper ile “Türk Şiirinin Psikanalizi – Şiir Yaratım Süreci ve Türk Şiirine Psikodinamik–Estetik Bakış” adlı kitabı üzerine konuştuk.

Yusuf Alper (Fotoğraf: Kadir İncesu)

Paylaş

Kadir İNCESU

Son yıllarda psikoloji ve psikiyatriye olan ilginin arttığını söylemek mümkün. Özellikle dizi sektörü bu konuda çok hızlı… Şair-Psikiyatrist Yusuf Alper de uzun yıllardır özellikle şiir dünyamızın değerli isimlerini psikodinamik açıdan değerlendiren çalışmalarıyla dikkat çekiyor. Okura, bir de buradan bak, diyor. Yusuf Alper, bir nevi okurun da kendisine farklı açılardan bakması için bir yol açıyor. Alper’in hem şair hem psikiyatrist olması çalışmalarının değerini daha da arttırıyor.  Alper ile “Türk Şiirinin Psikanalizi – Şiir Yaratım Süreci ve Türk Şiirine Psikodinamik–Estetik Bakış” adlı kitabı üzerine konuştuk.

Belirleyici olması açısından öncelikle psikodinamik, psikanaliz ve psikolojinin tanımıyla başlayalım Yusuf hocam…

Psikolojik, yani ruhsal derken insanın bilinçli bilinçsiz (bilinçdışı vb.) her tür duygularının, düşüncelerinin, davranışlarının anlamını arayan, araştıran, bazen nesnel laboratuvar bulgularıyla ortaya koyan ve çare bulmaya çalışan, bilimsel yaklaşım kastedilir. Bilinçdışını da kapsar, Ece Ayhan’ın “kutu psikolojisi” dediği kafeste fareyle yapılan “öğrenilmiş çaresizlik” deneylerini de. Psikanaliz, tümüyle insanın bilinçdışı derinlikleriyle ilgili olanı bilincine çıkarmayı amaçlayan çalışmalar, kuramlar ve psikanalitik psikoterapi denen insana ruhsal açıdan yardımcı olma amacıyla, yapılanların tümüdür. Cemal Süreya’nın deyişiyle “Annem çok küçükken öldü/Beni öp sonra doğur beni” diyen bir insana yönelik yapılan, yani annesi çok küçükken ölen (ya da başka türlü travmalar) insanları saran, sarmalayan, kucaklayan (soyut anlamda tabii) bir yaklaşımla çalışan bir disiplin. Hermenötik (yorum bilimsel) bir bilim diyenler de var. Psikodinamik yaklaşım ise psikanalize çok yakın, biraz daha geniş, hem psikanalitik olanı hem de zaman zaman psikanalitik yönelimli destekleyici, kısa terapi ve yaklaşımları da içeren bir tanımlama. Daha esnek ve geniş bir yaklaşım denebilir.

Hem psikiyatrist hem de şair/yazar olmanız her iki tarafı da anlamanız açısından değerlendirmelerinizi nasıl etkiledi?

Bu alanla ilgili ilk kitabım “Şiir ve Psikiyatri Kavşağında” (2001) adını taşıyor. Bu alanda yazdığım ilk yazı ve bu kitabı oluşturan yazıların ilki Enis Batur’un bir TV konuşmasında (o sözlü deneme diyor) “Biz şairler-sanatçılar, psikiyatrist- psikologları pek sevmeyiz” demesi üzerine o günlerde 12 yaşlarında olan büyük oğlum Emre’nin “E baba senin durumun ne olacak?​” gibi bir soru sormasıyla başladı diyebilirim. Bilmiyor değildim ama Emre’nin yüzleştirmesi yazıyı yazmaya itti. Evet, sanatçı kesimi psikanalizi, psikolojiyi bilinç dışlarına bakan, onların psikopatolojilerini (“deliliklerini?​”) gören bir disiplin olarak görüyorlar. Genel olarak öyle bakarlar. Ben öyle olmayabileceğini, Rollo May’ın düşündüğü gibi olağan ruhsallık yaşayabildiklerini ve hatta olağan olanın en üst düzeyini yaşadıklarını düşünüyorum, düşünüyordum. Psikopatolojisi olan sanatçı yok mudur? Tabii ki vardır. Onlar da insandır ve bütün insanlar gibi ruhsal sorunlar yaşayabilirler. Bu bakışla yaklaşık 30 yıldır bu kesişim noktasından insana, sanata, şiire bakıyor ve yazıyorum. Tabii ki bu donanım, büyük bir olanak ve yetkinlik sağlıyordur.

Öte yandan, bir şairin aynı zamanda psikiyatrist olmasının çok önemli olduğunu düşünmüyorum (Cemal Süreya; ”Biz şairler hepimiz psikoloğuz” demişti, haklı olarak). Tabii insanın ruhsal derinliğiyle sürekli ilgilenen biri olarak, bu alanda daha derinlikli şiirler yazmış olabilirim de. Bunu değerlendirecek başkalarıdır. Ben de Cemal Abi gibi düşünüyorum. Dostoyevski’nin, Proust’un, Cemal Süreya’nın psikoloji bilmeye gereksinimleri yoktur.  Freud: “Ben nereye vardıysam oraya benden önce varmış bir şair gördüm” demiştir.

Ama psikiyatristin şair olmasının çok daha önemli, yararlı olabileceğini düşünüyorum. Tabii o kişinin ayaklarını sağlam yere basması, şiirin metaforik ve soyut yanlarını psikanalitik ilişkiye karıştırmaması (Orhan Koçak bir yazısında beni böyle tanımlamıştı) ya da dikkatli olması koşuluyla. Şair oluşum, duyarlı oluşum, psikiyatri meslek yaşamımda, insanları daha derinden anlamamı, biyoloji bataklığına fazla saplanmamamı sağlamış olabilir. Bu tutum da günümüz teknoloji ortamında benim için çok da “hayırlı” olmamış olabilir. Beynin filmine bakıp “şu alanda küçülme var, bundan dolayı bunlar oluyor” diye ahkam kesmek daha fiyakalıdır ve danışanları daha çok etkileyebilir, çok para da kazandırabilir. Ama bunlar beni ilgilendirmez. Tabii her sorunun temelinde organik, biyokimyasal sorunlar olabileceğini ve onun ayırıcı tanısının yapılmasını ve somut bir bulgunun olmadığını, ben de en baştan bilmek isterim, bilirim. Sonra psikolojik olduğu kabulüyle psikoterapi ilişkisi başlar. Öte yandan, bilirim ki bana yolu düşenler “tanrının sevgili kullarıdır”, şanslıdırlar.

"ŞİİR AÇISINDAN ASLOLAN İYİ ŞİİRLER YAZMAKTIR"

Bu arada bu değerlendirmeleri kendi yazdıklarınız üzerinden de yapabildiniz mi?

Tabii ki kendime de bakıyorum. Şiir açısından aslolan iyi şiirler yazmaktır, bu arada insana ilişkin derin bilginin, ontolojik olanın da şiirlere yansıması, yer bulması tabii ki şiirin niteliğini yükseltir, yükseltmiş olabilir. Düz yazılar, şair incelemelerinde de daha nesnel ve aynı zamanda derinlerden bakan bir gözlem, okuma sağlamıştır diye düşünülebilir.

Öte yandan, “bu değerlendirmeleri” psikolojiyle ilgili bir eleştirmenin benim için yapmasını dilerdim. Birkaç ilgili eleştirmen, şair arkadaş var. Halim Şafak, ilk 6 kitabım üzerinden şiirlerime kısmen psikolojik açıdan bakmıştı. Çok sorulduğu için şaka yollu da olsa bir gün belki “Kendimin Analizi-Otoportre” gibi bir kitap yazarım belki, diyorum.

Genel anlamda psikoloji ile sanatta yaratıcılık arasında nasıl bir bağ olduğunu düşünüyorsunuz?

Psikoloji ile sanatta yaratıcılık arasında önemli bir bağ olduğunu düşünmüyorum. Yaratıcı sanatçı her tür bağdan, bilgiden olası olduğunca soyutlanmış olarak yaratıcı işleve girer. Bilinçdışından gelen malzemelerin o kişinin eğitimiyle, bilgisiyle ilgili olduğunu çok düşünemem. Asıl bilince çıkarken ya da çıktıktan sonra kişinin donanımı, eğitimi, psikoloji bilip bilmemesi önemli olabilir. Absürt olanı ayıklamak, derinde olanı göstermek, işlemek açısından psikolojinin yararı olabilir. Bağ burada önemlidir.

Şairin kişisel özelliklerini çokça açık eden şiir, edebiyatın diğer türleri roman ve öyküye göre değerlendirmeye daha mı uygun?

Otobiyografik olan yoğun biçimde bir şiirde yer alabilir. Biz onu okuduğumuzda, o şairin bireyselliği, kişiliği ile ilgili bilgi almış oluruz. Bazıları kabul etmeyebilir, birinci tekil şahıs kipini kullanmadığını savlayabilir ama hangi kipi kullanırsa kullansın özyaşam öyküsel bilgi görülebilir. Oysa roman vb. de otobiyografik olan birçok karaktere dağıtılabilir (Freud öyle der) hangisi yazarı temsil eder? bilinmesi zor olabilir ama yine de görülebilir. Dostoyevski Karamazovlar’da vardır ama hangi karakterdir? Hangisinde ne kadar vardır? Baba, kendi babası mıdır yoksa kendisinden izler mi taşımaktadır? Raskolnikov’da belki sadece kendisi vardır. Bilemeyiz. Tabii ki birebir aynıdır demek olası değildir. Hiçbir sanat eserinde denemez. Çok yakın olabilir ya da uzak olur ancak aynısıdır denemez. Aylak Adam ne kadar Yusuf Atılgan’dır? Bilinemez. Ama Nâzım’ın, Ahmet Erhan’ın otobiyografi şiirleri kendilerine çok yakın şiir öznesi taşırlar.

"MEGALOMANİK TAVIRLARI ÇOK OLUR"

Bugüne kadar yaptığınız değerlendirmelerde özellikle şairlerin belirleyici hangi özellikleri ortaya çıkıyor?

Kitaplarımda çok ayrıntılı anlatmıştım ama kısaca narsistik özellikleri belirgindir, diyebilirim. O nedenle yersiz büyüklenmeleri, megalomanik tavırları çok olur. Kırılgandırlar, hassastırlar. Çok empatik olan, duyarlı olanları da vardır, empatiden yoksun olanları da. Genel olarak depresyona yatkındırlar. Alkol vb. bağımlılık yapıcı maddelere de eğilimli olabilirler. Dünyayı kaldırabilmekte zorlanırlar ve alkole yönelebilirler. Neredeyse İkinci Yeni şairlerinin tümü alkol nedeniyle erken ölmüşlerdir. Çok akıllıca, kontrollü alkol içen önemli şairlerimiz uzun yaşamışlardır: Dağlarca, İ. Berk, Anday en iyi örneklerdir. Sanatçılar çabuk üzülür, hüzünlenirler ama hızla o duygudan kurtulup tersi bir duyguya da geçebilirler. Bunlar bipolar gibi iki uca gidip gelebilirler ancak bu uçlar çok ileri değildir. Belirli düzeyde, bu iki duyguyu hızla yaşayabilirler. Tabii ki olağan kişilerdir. Asla hastalık denemez bu durumlarına. Sanatçı-yaratıcının özgün özellikleridir. 


"İNCE, DERİN BİR HÜZNÜN DE ŞAİRİDİR"

Cemal Süreya’yı “toplumcu hüzün şairi” olarak tanımlamanızın nedeni nedir?

“Cemal Süreya, sadece Türk şiirinin en erotik şiirlerini yazan şair olarak biliniyor oysa o aynı zamanda ince, derin bir hüznün de şairidir. Erotik yönlerini başkaları sürdürüyor, hüzün yanını ben sürdürüyorum” anlamında bir şeyler yazmıştım. Sonra en toplumcu şairlerimizden biri olduğunu da söyledim, özellikle “Ortadoğu” vb. şiirlerinde. Tek tek şiirleri, dizeleri sergilemek gereksiz ancak birkaç örnek vereyim: “Afrika”, “Kalın Abdal”, “Kan Var Bütün Kelimelerin Altında”. “Sizin Babanız Hiç Öldü Mü”, “555K”, “Vakit Var Daha”, “Kısa Türkiye Tarihi”, “İlhan’ın Anısına Türküler” (İlhan Erdost’un dipçiklerle öldürülmesiyle ilgili), Oteller Hanlar Hamamlar İçin Sürekli Şiir”…“Biz kırıldık daha da kırılırız /Kimse dokunamaz bizim suçsuzluğumuza”. Bütün yazdıklarına derinden bakılınca Marksist anlayışın yansımaları olan toplumculuk, Ortadoğu ve ülkemizin derin hüznü görülebilir. Bireysel kırgınlıklar, aşk acıları, erotik olan da tabii.

İlk şiiri “Şarkısı Beyaz” yıllarca aşk şiiri sanılmıştır ancak dizedeki “Şarkısı” örtmesini-şaşırtmacasını kaldırıp Gül koyarsanız “Gülbeyaz” olur ve bu, annesinin adıdır. Bir bölüm alıntılayayım: “Arada bir ağlamak için/ Onu kocaman ellerimle sevdim/ Ölüm daha saçlarına gelmemişti Şarkısı -beyaz/ Saçlarını koynumda saklıyorum/ Arada bir ağlamak için“, diye giden dizeler anneye yaktığı ilk ağıt olarak görülebilir. Tüm yazdıklarını da anneye bir ağıt sayabiliriz, demiştim. Bütün sevdiği kadınlarda annesini aramış, tabii ki bulamamış, hüsrana uğramış, hüznün şiirini yazmıştır. Tabii ki bu süreç bilinçdışı yaşanmıştır. Farkında değildir.

Bu şiirde oral dönem özelliklerini, bağlandığı, sevdiği bir kişinin (nesnenin) ansızın kaybından doğan yoğun acıyı ve hüznü görmek olasıdır. Onu yitirmiştir ama imajiner (hayali) olarak saçlarını en derininde, kimselerin görmediği koynunda saklamaktadır. Onun yasını, bir parçasını yanında taşıyarak, kendinin kılarak azaltmaya çalışmaktadır. Bu şiirde ayrıca belirginleşen, 22 yaşındaki C. Süreya’nın hâla yas içinde olduğu ve bu şiire yasını yansıttığıdır.

Cemal Süreya için “Şiirlerindeki erotik, cüretli dizeleri yazan şair imgesinin tersine oldukça utangaç bir insan olduğunu gördüm,” diyorsunuz. Yaşamı ve şiiri arasındaki bu çelişkiyi nasıl yorumlarsınız?

Bu cüretkar şiirleri çelişki değil, “kontrfobik” bir tutum olarak gördüm.  Bir günlüğünde: “Utangaç bir adamım ben; bir şeyin fiyatını bile soramam, ayrıca, sorarsam, almak zorundayımdır da sanki. Roma’da insanlar arenada öğleden önce aslanların önüne, öğleden sonra seyircilerin önüne atılırmış ya, seyirciden daha çok korkarım” Eğer bu duyguda fazla bir abartı yoksa, C. Süreya’da sosyal fobinin olduğunu düşünebiliriz. Sosyal fobikler de seyirci karşısına çıkmaktansa ya da insanların gözlerinin üzerlerinde olmasındansa “Yer yarılsa da içine girsem” duygusu yaşarlar. Burada kendini tümüyle silme, yok etme duygusu söz konusudur. Çırılçıplak ortada kalmış gibi. İnsanların seyretmesindense aslanların parçalaması yeğlenmektedir. Ama yazınsal olanla ilgili bir abartı olduğunu düşünmek de olasıdır. Fiyatını sorduğu şeyi satın almak da önemli bir durumdur.

Sonuçta, böyle sosyal fobik duyguları olan bir yaratıcı sanatçıdan böylesine erotik şiirler okumanın da kesinkes psikodinamik nedenleri vardır. Olası ki sergilediği erotik tutum onun kontrfobik (korktuğunun tersi bir tutum) bir tepkisiymiş gibi de algılanabilir.  Bir biçimde sorununun üstüne gitme cesaretini göstermiştir. Bu şiirlerinde ve mektuplarında gösterdiği cüretkar tutum için de söylenebilir. Şiirinde olduğu gibi mektuplarında da cüretlidir. Bir röportajında şunları söylüyor: “Bende utançla cüret arasında çok küçük bir mesafe vardır. Çocukluğumla bugünkü ben arasında da çok kısa bir mesafe olduğu için belki de bu.” (Z. Oral, 1990).

ÖNCEKİ HABER

HDP’den Kobanê Davası açıklaması : İktidar geleceğini kumpas davalarına bağladı

SONRAKİ HABER

Makina Mühendisleri Odasından 'Sanayi Kongresine Giderken AKP İktidarının 20 Yılı'  etkinliği

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa