Seçimler, eğilimler ve ileri işçilerin tutumu
Emekçilerin kapitalist cenderenin dışına çıkabilecek politik tutumla hareket etmedikleri sürece politikaya duyulan ilginin, burjuva partilerinin sundukları politika olması kaçınılmazdır.
Fotoğraf: Evrensel
A. Cihan SOYLU
Seçim dönemlerinin politikaya ilgi artışına yol açtığı söylenir. Bir tür klişeye dönüştürülmüş ve denebilir ki genel kabul görmüş bu yargıda hangi tür politikaya; ya da hangi sınıftan yana, hangi sınıfın politikasına ilgi artışı olduğu belirsizdir. Politika sonuçta iktisadi sosyal ve kültürel hemen tüm unsurlarıyla toplumun gündelik ve devamlılık da gösteren yaşam ve çalışma koşulları, çevre-doğa ilişkileri, bu koşullar ve ilişkiler içinde birbirleriyle ilişki kurmaksızın hayatlarını sürdüremeyecek olan insan kitlelerinin yeme içme barınma, aydınlanma, eğitim ve sağlık gibi temel gereksinmeleriyle ve bunların üretim biçimleriyle ilişkindir.
Hal böyle olunca da onların tüm bu ihtiyaçlarıyla ilişkilerinin üretim-“bölüşüm”(!) tarzı ve koşullarınca şekillenmesi kaçınılmaz olmaktadır. Egemen olanın (günümüzde burjuvazi) sahip olduğu olanak ve devlet iktidarı başta olmak üzere araçları kullanarak kendi çıkarlarını tüm toplumun çıkarları olarak pazarladığı bu sistemde, sistem içi-sistemin parti, kurum ve kurullarının söylemi-propagandasının bu çıkarların ifadesi olması asıl çerçeveyi oluşturur. Seçimler döneminde düzen partilerinin birbirleriyle rakip ya da müttefik olarak öne çıkardıkları aktüel vaatlerin kapsamı ne olursa olsun tümünün birleştiği asıl payda, işçi ve emekçilerin düzen kanalları içindeki politika(lar)a bağlı kalmasıdır. Çok çeşitli ekonomik-sosyal ve siyasal-kültürel iyileştirme vaadlerinde bulunmalarına rağmen bu vaatler, geçici bazı iyileştirmeleri de içermek üzere sisteme bağlı kalma paydasında, bu öncelikle bağlı olarak verilir.
Kitlelerin uyarılmasının, politikaya yandaş ve taraf olmasının temel koşuludur bu.
Ve işçi ve emekçilerin geniş çoğunluğu bu sınırları aşarak kendi talepleri doğrultusunda mücadeleye atılmadıkları ve içinde tutuldukları kapitalist cenderenin dışına çıkabilecek politik tutumla hareket etmedikleri sürece politikaya duyulan ilginin, burjuva partilerinin sundukları politika olması kaçınılmazdır.
Bundandır ki siyasal sınıf bilincine sahip ileri işçi ve emekçilerin genel olarak ve fakat seçim dönemlerinde de özel olarak-yani politikaya ilginin arttığı seçim vb. dönemlerde- kendi sınıfının ve diğer emekçilerin geniş kesimleriyle sömürülen ve ezilenlerin talep ve çıkarlarını öne çıkaran bir tutumla ilişki kurmaları, düzen güçlerini teşhir etmeleri, sınıfın ve kent-kır emekçilerinin saflarında, onların kendi örgütlerini kurup genişletmelerinin dayanaklarını oluşturmaları, temel bir farklılık ve sorumluluk olarak öne çıkar.
Sadece bu da değil. Sınıfının sömürüden kurtuluşu olmaksızın içinde bulunulan burjuva kapitalist cenderenin insan soyunu öğütmeye devam edeceğini kavramış işçi, genç, aydın, sendikacı vs, muhalif farklı ideolojik-politik akımların kitlelere çağrılarıyla kurdukları ilişkinin böylesi bir gerçek kurtuluş ile bağı üzerinde de düşünüp karar verme sorunuyla yüz yüze gelir. Burjuva politikasının dolaysız versiyonlarının dışında, “sol devrimci” muhalefeti temsil iddiasıyla ortaya çıkan çeşitli parti ve örgütlerin izledikleri politika ve ideolojik doğrultularının sonuç olarak işçi sınıfının sömürüden kurtuluşu ve böylece tüm toplumun kapitalist sömürü kaynaklı sorunları aşmasına bağlanıp bağlanmadığı da önem gösterir.
Son on yıllarda özellikle bazı Avrupa ülkelerinde (Yunanistan, İspanya, Portekiz, Fransa, Almanya vb. gibi) ortaya çıkan liberal reformcu sol popülist akım ve partilerin, sermaye baskısı ve ağır sömürü koşullarının arayışa yönelttiği halk kitlelerinin bir bölümünü alternatif politik mihrak olma iddiasıyla yanına çektiği biliniyor. Syriza, Pedemos, Sol Parti (Die Linke) gibi parti ve benzeri örgütler her bir ülkenin kendi koşullarında farklılık göstermekle birlikte muhalefete yönelmiş kitlelerin önemli bir kesimin desteğini alarak hükümetlerde yer aldılar ve fakat sistem kanallarında boğulan politikalarıyla giderek etkisizleşip dağılma sürecine girdiler. Bu örnekler, benzeri eğilimlerin ortaya çıktığı bütün ülkelerin ileri işçi ve emekçileriyle devrimci gençliği için sakınılması gereken yönelişleri de işaret ediyor.
İçinde bulunduğumuz dönemin bir özelliği de, henüz uluslararası ve tekil ülkeler düzeyinde istikrarlı genel bir yükseliş trendine girmemiş olsa da, çalışma ve yaşam koşullarının ağır yükü karşısında emekçilerin saflarında ve genç nüfus içinde giderek belirgin biçimler alarak görünür olan tepkilerin artmasıdır. Bu eğilim Türkiye’de de giderek belirginleşmektedir. Deprem yalan ve istismar dahil burjuva politikasına güvensizliği daha da artırdı. Çeşitli işyerlerinde gerek ücretlerin artırılması gerekse toplu sözleşme sürecinin patronlar tarafından savsaklanarak işçi taleplerinin savsaklanması, bazı sendika yönetimlerini protestolar da dahil olmak üzere patronlara, Erdoğan yönetiminin politikalarına ve işbirlikçi sendikacılığa yönelik tepkiler çeşitli protestolarla dışa vuruldu. Malatya’da, Kütahya’da, İzmir ve İstanbul’da işçi protestoları, Muğla’da semt emekçilerinin protestosu görüldü. Günden güne ağırlaşan yaşam koşulları arayışa yol açıyor. Sorun bu eğilim ve arayışların doğru devrimci bir politika doğrultusunda birleştirilmesidir. 14 Mayıs seçimlerinin Erdoğan yönetiminin 21 yıllık iktidarına son verme gibi bir öncelikle ele alınması, sınıf bilinçli işçi ve devrimci militanı bu sorumluluktan uzaklaştırmaz. Kuşkusuz buradan devrimci-ilerici çeşitli ittifaklar içindeki grup ve partilerin böylesi özgün koşullarda ‘mızrağın sivri ucunun yöneltilmesi gereken’ iktidar gücüyle değil de birbirleriyle polemiklere girip birbirlerini yıpratması sonucu çıkmaz. İdeolojik mücadelenin devrimci cephedeki gerekliliğinin de düşmanı dikkate alma gibi temel bir önceliği vardır.
İşçi ve emekçiler seçim dönemlerinden de hem varsa adaylarıyla kazanmış olarak çıkmalı hem de sınıf mücadelesini kendi yararlarına kazanımlar için daha etkin şekilde sürdürecek örgütlerini sağlamlaştırıp güçlendirerek.