18 Nisan 2023 04:50

Yazar Gönül Çatalcalı: Çöp dağının eteklerinde bir cennet yaratmak istedim

Handan GÖKÇEK
İzmir

Hem öykü hem de roman türünde yayımlanan kitaplarıyla, edebiyat dünyasında adından söz ettiren bir yazar Gönül Çatalcalı. Özellikle toplumsal gerçekçilik üzerine kurulu romanlarıyla: İsimsiz, Eşiktekiler, Hamdüsena Sokağı Kadınları… Yeni romanı Çöp Kentin Efsanesi ise “ötekilerin” romanı da denebilir. Çatalcalı, “Kurmacanın gücünden yararlanarak hayali bir çöp dağının eteklerinde, bir cennet yaratmak istedim. Savaşlar, sömürü ve adaletsizliklerle dolu bir dünyada, hangi toplumsal kesimden olursa olsun, insan olabilmenin, insan kalabilmenin önemli olduğunu düşünerek kurguladım romanı” diyor.

"ÇÖP EN BÜYÜK SORUNLARINDAN BİRİ"

Çöp, son yıllarda dünyanın ve ülkemizin büyük bir sorunu. Uzun süredir bu konudaki çeşitli tartışmaları, haberleri takip ediyoruz. Romanınıza konu olarak çöpü seçmenizde bu durumun etkisinden söz edebilir miyiz?

Dünyada ve ülkemizde, iklim değişikliği, çölleşme, biyolojik çeşitlilik kaybı, ormansızlaşma, hava, su, toprak, deniz ve okyanus kirliliği gibi pek çok çevre sorunlarıyla karşı karşıyayız. Bu sorunlarla ilgili yayınları takip ediyorum. Çöp ise, kaçınılması gittikçe zorlaşan çevre felaketleri gibi, insanlığı doğrudan etkileyen bir mesele. Hem insan eliyle yaratılıyor hem de onun tarafından çözüm bekliyor. Öte yandan yazıyla uğraşmak, yazmak, yaşama farklı bir yaklaşım biçimini getiriyor. İçinizi yakan, sizi etkileyen olaylara bakmakla kalmıyor, odaklanıyorsunuz. Toplayıcılarla ve günden güne eklemeler yaparak büyüttükleri çöp arabalarıyla karşılaştığınızda başınızı çeviremiyorsunuz. Üstelik atık biriktirip onlara veriyor, konuşmak istiyor, bir ilişki içine giriyorsunuz. Çöp ve toplayıcılar konusuna edebiyat açısından kafa yorduğunuzda, önünüzde kurmacanın gerçekliğine aktarabileceğiniz kocaman bir mesele olduğunu hissediyorsunuz. Sorunun pek çok boyutu var. Çöpün toplanması, ayrıştırılıp depolanması, satılması, dönüştürülmesi gibi farklı çalışmalar ve tüm bunların odağında atık toplayıcılar var. Ben bu konuya, her zaman karşılaştığım, sorunlarını içselleştirdiğim toplayıcıların, çöp kamyonu sürücülerinin ve bununla bağlantılı olarak da geri dönüşümcülerin penceresinden baktım. Çöp, evet Türkiye’nin ve dünyanın en büyük sorunlarından biri ama toplayıcılar ölçütünde çok daha fazlası...

Romanın ana kahramanlarından biri olan Vasfi, Behram Usta’nın bilgeliğinin bir yansıması mı?

Vasfi, romanın önemli kahramanlarından biri ve yaşından olgun, acılar çekmiş olmasına karşın dünyaya güzel bir gözle bakan, çalışmayı önemseyen, işine değer veren, sağlam kişilikli bir karakter. Behram Usta ise güneydoğuda bir demirci ustası. Yılların imbiğinden süzülmüş deneyimlerini küçük çırağına aktaran bir bilge, gönül gözü açık bir insan, kahramanıma çocukluğunda el vermiş biri. Bildiğimiz gibi Anadolu’da 13. yy’da kurulmuş olan Ahilik geleneği, esnaf ve sanatkarlar birliğinin temelinde, usta çırak ilişkisi olarak adlandırabileceğimiz bir terbiye sistemini oluşturmuş. Çıraklık eğitimi sürecinde çocuklar ve gençler ustalarından el alırlar, ancak yalnızca zanaatkarlık değil, insanlık, dünya görüşü ve var oluşun bilgisini de edinirler. Bu bilgi, görgü ve deneyimler onları insan olarak biçimlendiren temel etkendir diyebilirim.

Romanda italik bölümler var. Bazen anlatıcı dışında başka bir anlatıcı, bazen kahramanın iç sesi, bazen de gaipten fısıldayan bir ses gibi… Aslında romanda birden fazla anlatıcı var diyebilir miyiz?

Romandaki tanrısal anlatıcının yanı sıra, bütün kahramanların iç sesleri birer anlatıcı konumundalar. Kafa sesi de dediğimiz iç sesleri, kahramanların yalnızca psikolojik durumlarını açıklamak, ruhsal hezeyanlarını ortaya koymak için değil, birer anlatıcı olarak da kurguladım. Tümü de baktığı, gördüğü yerden aktarıyor olayları. Ve çöp dağı... O da geçmişin pek çok bilgisine hakim, yeri geldiğinde konuşarak önemli bir kahraman olarak katılıyor romana. “Neden birden fazla anlatıcı?​” sorusuna şu yanıtı verebilirim: Üçlü paralel kurguyla ilerleyen bir romanda, daha çok anlatıcıya gereksinim duydum. Bu çoklu yapıyı farklı anlatım yöntemleriyle, değişik bakışlardan aktararak daha sağlam bir yapı oluşturabilmekti amacım.   

"ÇÖP DAĞI PEK ÇOK BİLEŞENDEN OLUŞUYOR"

Çöp dağının konuşması, romanın akışını kesiyor ama farklı bir bakış açısı da getiriyor. Öte yandan, olan biteni gören bir gözü var çöp dağının. Tragedyalardaki korolar gibi diyebilir miyiz?

Koro, Antik Çağ’da hem tragedya, hem de komedya için en önemli dramatik ögeydi. Eski Yunan tragedyalarında da koronun önemli bir yeri ve çeşitli görevleri vardı. Oyunun bölümlerini belirlemek dışında, acı olaylara ayna tutmak, en önemlisi de onları yorumlamak gibi. Romandaki çöp dağı pek çok bileşenden oluşuyor. Bir yerde, “Bedenimdeki her bir çöpün sayısı kadar hikaye vardır bende” diyen bir dağ, tragedyalardaki korolara benzetilebilir. Antik Çağ’daki oyunlarda koro, epeyce geniş bir yer kaplardı sahnede. Çöp dağı da devasadır bu anlamda. Tek bir sesmiş gibi dursa da heybeti ve kendisini oluşturanların çeşitliliğiyle bir koronun işlevini gördüğü, sesinin de onun kadar gür çıktığı söylenebilir. Aslında çöp dağına çok sesli bir kişilik kazandırarak “başrol” vermiş de olabilirim. 

"ÖTEKİLEŞTİRMENİN SİYASİ BOYUTU DA VAR"

Roman kahramanları bir çöp dağının gölgesine düşmüş “öteki”lerin yaşamlarına bir çeşit ayna tutuyor. “Öteki” kavramı üzerine siz ne söylersiniz?

Çöp Kentin Efsanesi’ne ötekilerin romanı da denebilir. Hatta “Kentin sürgünlerinin romanı” diye adlandıranlar da oldu. Atık toplayıcılar, romanın bir yerinde söylediğim gibi, “Ait olamadıkları kadar içinde oldukları kentlerde” yaşıyorlar. Aidiyet önemli bir kavram. Bir yerde beden olarak bulunmak orayı size, sizi oraya ait kılmıyor. Aitlik bir benimseme, benimsenme durumu. Toplayıcılar, insanlar uyurken bile hareket halindeler, en yoksulundan en zengin mahallesine dek her yerdeler ancak kentin hiçbir olanağından yararlanamıyor ve kente ait hissetmiyorlar kendilerini. Kaldı ki kent de onları içine almıyor, dışlıyor. Çok acı ama gerçek bu.  Peki neden ötekileştiriyoruz onları? Çünkü bizim iğrenerek evlerimizden, yaşamlarımızdan uzaklaştırdığımız çöplerle uğraşıyorlar, kirli bir iş yapıyorlar. Durumlarına üzüldüğümüz ya da olayı tiksindirici bulduğumuz için onları görmemeyi yeğliyoruz. Ayrıca bu ötekileştirmenin siyasi bir boyutu da var ki o da çoğunun güneydoğudan ya da Suriye’den gelen kişiler olmaları. Toplumun büyük kesimi, devlet eliyle o bölgeden göç etmek zorunda bırakılanları ve devletin yanlış politikalarıyla Suriye’den gelenleri “ötekiler” sınıfına koyuyor. “Yine bunlar!” diyerek, “Her yeri sardılar!” diyerek başlarını çeviriyor insanlar. Tümüyle kendisinden ayırıyor, ötekileştiriyor. Ancak ne denli görmezden gelinseler de her yerdeler. Ben romanı oluştururken farklı bir gözle baktım onlara, hikayelerini içselleştirdim. Kurmacanın gücünden yararlanarak hayali bir çöp dağının eteklerinde, bir cennet yaratmak istedim. Savaşlar, sömürü ve adaletsizliklerle dolu bir dünyada, hangi toplumsal kesimden olursa olsun, insan olabilmenin, insan kalabilmenin önemli olduğunu düşünerek kurguladım romanı.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

İktidarın mengenesi öfkeyi durduramıyor

İktidarın mengenesi öfkeyi durduramıyor

Antep’te polis, mahkeme kararını tanımadı, ekmek mücadelesi veren işçilere müdahale etti. İşçi, siyasetçi, öğrenci, muhalif belediye, basın… Herkes mengenede! Cezaevinde olanların sayısı cezaevi kapasitesini 90 bin aştı. Buna rağmen hükümet daha çok insanı daha uzun süre cezaevinde tutacak yargı paketi hazırladı. Yine de tepki cezalandırılarak durdurulamıyor!

90 bin fazla: 301 bin 397 kapasiteli cezaevinde 392 bin 456 kişi kalıyor.

32 adet: 11 cezaevi yapımı sürüyor, 21 yeni cezaevi projesi hazır.

Yüzde 700: 2002’de 49 bin 512 olan mahpus sayısı yüzde 700 arttı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
2 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et