19 Nisan 2023 05:22
/
Güncelleme: 21 Nisan 2023 00:28

‘Yüzde 21 verirsek batarız dediler işçiler söke söke yüzde 142 aldı’

89’da işçilerin nasıl yüzde 142’lere varan sözleşmeler imzaladıklarını anlatan dönemin mücadeleci sendikacılarından Sabri Topçu, işçilerin talepleri etrafında örgütlenmesinin önemine dikkat çekti.

‘Yüzde 21 verirsek batarız dediler işçiler söke söke yüzde 142 aldı’

PETKİM Aliağa Rafinerisi işçileri – 1991 (Fotoğraf: Turgut Mantar/AA)

Murat UYSAL

Türkiye işçi sınıfının tarihi kitaplığı 15-16 Haziran, ’89 Bahar Eylemleri gibi önemli deneyimler içeren ciltlere sahip. Bu ciltler artan yoksulluğa, ağırlaşan çalışma koşullarına, hükümetin ve sendikal bürokrasinin baskılarına karşı talepler nasıl gerçekleşmiştir, işçiler neler yaptığında kazanmıştır sorularına da yanıt verir. Bugünün mücadelesine de ışık tutar. Biz de Türkiye işçi sınıfı tarihinin önemli mücadelelerinden olan Bahar Eylemleri döneminde mücadeleci sendikacılık anlayışıyla öne çıkan TÜMTİS Eski Genel Başkanı Sabri Topçu ile o dönem verdikleri mücadeleyi ve ’80 darbesi sonrası kutlanan ilk 1 Mayıs’ı konuştuk.

fotoğraf çekilen erkek

TÜMTİS Eski Genel Başkanı Sabri Topçu | Fotoğraf: Evrensel

Bahar Eylemlerine gelmeden önce 12 Eylül öncesi işçilerin durumundan bahseden Sabri Topçu, “Türkiye siyasi hareketine işçi sınıfı damgasını vuruyordu. Bir yandan 15-16 Haziran bir yandan işçi direnişleri ve 1 Mayıslar coşkulu geçiyordu. İşçilerin çalışma ve yaşam koşulları çok daha rahattı. İş cinayetleri katliamlar bu kadar değildi. İşçi işten ayrıldığı zaman tazminatıyla ev yapabiliyor, ev alabiliyordu” diyor. 12 Eylül darbesi sonrası ücretlerin uzun bir dönem baskılandığını söyleyen Topçu şöyle devam ediyor: “Kenan Evren’in de en büyük korkusu işçi sınıfının tepkisiydi, maalesef sendikal bürokrasi bu tepkinin büyümesine müsaade etmedi.”

İşçilerin daha politik olduğunu anlatan Topçu, “İşçi siyasete bugünkü kadar uzak değildi. Dönemin işçisi politikti çünkü anlatan sendikalar vardı. Ben sendikamda ambarlarda hamallarla çalıştım. En çok direnişi en çok eylemi buralarda örgütledik. Bunlar kendiliğinden olmuyor, onlarca toplantı yapıyorduk. Temsilci toplantısı, üye toplantısı... Komiteler kuruluyordu, işçi ne için mücadele etmesi gerektiğini kavrıyordu. Bugün işçilerin siyasetten uzak durmasına neden olan sorun işçinin kendisinden çok sendikacılarda. Sendikal bürokrasi işçinin siyasetten uzak durmasını istiyor. Sen işçiye anlatırsan işçi anlar ama aman politikaya karışmayalım dersen örgütlülük de mücadele de zayıflar” diyor.

BİR ANDA ON BİNLERCE İŞÇİ AKIN ETTİ…

12 Eylül sonrası ücretler gibi 1 Mayıslar da baskılandı, yasaklandı. Darbe sonrası İstanbul’da Mecidiyeköy’de kutlanan ilk 1 Mayıs’ı konuştuğumuz Topçu, “Atlı polisler alt sokakları tutmuş. Hürriyet Tepesi’nden meydana kadar silahlı polisler bekliyor. Sokaklar polis kaynıyor. ‘Polis sayısı kadar işçi alana gelir mi?​’ diye içimizden geçiriyoruz” diye anlatıyor. Alandaki manzarayı gördükten sonra 1 Mayıs Tertip Komitesinin 1 Mayıs’ı kutlamaktan vazgeçtiğini anlattı Topçu, Tertip Komitesinin bu kararına o dönem Deri-İş Sendikasının Örgütlenme Sekreteri olan Memet Kılınçaslan, Otomobil-İş’ten biri ve Petrol-İş örgütlenme uzmanıyla beraber karşı çıktıklarını söylüyor: “O seneki 1 Mayıs işçiler açısından bir basamak, bir eşik niteliğindeydi. Kötü çalışma koşulları ve yoksulluk almış başını gitmişti. Koşullar ne olursa olsun bu 1 Mayıs kutlanmalıydı…”

Tedirginliğin bir nedeninin de 1 Mayıs’ın darbeden bu yana kutlanmaması, ’77 1 Mayıs’ında yaşanan katliamın hâlâ hafızalarda olması olduğunu dile getiren Topçu, 4 sendikanın yöneticileri olarak alana doğru yürümeye başladıklarını anlatıyor: “Petrol-İş ve Otomobil-İş örgütlenme sekreterleri daha alana girmemişken gözaltına alındı. Oysa biz kendilerine bizden ayrılmamaları gerektiğini söylemiştik. Bir ara sokakta daha hiçbir işçi alana girmemişken gözaltına alındılar. Memet Kılınçaslan ile ikimiz kaldık. Alana geldiğimizde iki kişi olmamıza rağmen ‘Yaşasın 1 Mayıs’ diye slogan attık. Bir anda alan doldu. Dört koldan, tutulan sokaklardan işçiler akın akın alana girdi. Daha önce böylesini görmemiştik. On binlerce işçi bir anda alanı doldurdu. Gözaltılar oldu, polis toplanmamızı engelledi, biz iki sokak sonra tekrar toplandık ama bir şekilde bu 1 Mayıs yasaklara rağmen kutlandı.”

NE BAKAN DAYANABİLDİ NE HÜKÜMET

’89 1 Mayıs’ının ardından mücadelenin daha da direnç kazandığına dikkat çeken Topçu süreci şöyle aktarıyor: “Daha önce akla gelmeyecek sözleşmeler imzalandı. Kamu işçilerinin mücadelesi bunun en büyük örneğidir. Binlerce kamu işçisini sokağa döken elbette insanca yaşayacak ücretti. Bunun fitili 1 Mayıs’ta ateşlenmişti. O dönem bütün sendikaları toplayıp sağ sol demeden 700 kişilik bir temsilci toplantısı yaptık kamu iş yerlerinde. İşçilerin yüzde 40 zam talebine karşı yüzde 20 zam öneriliyordu. Dönemin maliye bakanı ‘Yüzde 21 verirsek ekonomi çöker’ diyordu. Temsilcilerle konuştuk, talep ettiğimizi almak istiyorsak tek tek bütün iş yerlerinde anlatmamız, toplantılar yapmamız gerekiyor dedik. O dönem Haliç Tersanesi Dok Gemi-İş’e bağlıydı. Sendika hiç katılmıyordu ama şube başkanı işçilerin baskısıyla toplantılara katılmak zorunda kalıyordu. Sonra çıktılar sokağa. Haliç’ten tersanelerden, fabrikalardan binlerce işçi sokaklara döküldü. Beli çıplak, yalın ayak binlerce işçi. Kiminin kafası ortadan tıraşlı, kiminin sakalları değişik kesilmiş. O dönem kamu işçilerinin bu eylemlerini beğenmeyen kesimler de oldu ancak bu işçilerin direncinden bir şey kaybettirmedi. Ben o zamanı 15-16 Haziran’a benzetirdim. Talepler benzer taleplerdi. Ne maliye bakanı dayanabildi ne hükümet. İşçiler yüzde 40 zam talep ettiği kamu sözleşmesinden yüzde 142 zam alarak çıktı. Yüzde 21 verirsek ekonomi çöker diyenler işçilerin örgütlü gücü karşısında yüzde 142’yi vermek zorunda kaldı. Sendikaların bu hareketi ateşleyecek biz topu topu üç tane beş tane sendikaydık. Sendikalarda büyük değişim oldu. Sendikacıların yüzde 80’i değişti. Mücadelenin içinden gelen işçiler sendikaların başına geldi ama tabanda işçi örgütlülüğü dağıldığında gelen de bürokrasiye uydu, o maaşları alınca o mücadeleci işçiler özünü kaybetti.”

eylem yapan işçiler

Büyük Madenci Yürüyüşü’ne katılan madencilerin eşleri -1991 | Fotoğraf: Hikmet Saatçi/AA

"BUNA HALİLİZM DİYELİM"

’89 1 Mayıs’ı öncesi yani 12 Eylül öncesi son kutlanan 1 Mayıs’ta taleplerin sadece ücretle sınırlı kalmadığını, ambar işçilerinin başka bir hayat mümkün diyerek alanlara indiğini hatırlatan Topçu, şöyle devam ediyor: “Çok iyi sözleşmeler imzalamıştık. Sigortasız çalışan işçiler mücadeleleri sonucu yüzde 400’ü bulan zamlar aldı. İşçiler kazanıyordu, sendikalar olarak verdiğimiz eğitimlerde belki direkt sosyalizm demeden sosyalizm konuşuyorduk. Bir toplantıda sakallı, dinine bağlı bir işçi dayanamayıp, ‘Buna sosyalizm demeyelim, Halilizm diyelim. Herkes kabul eder. Sosyalizmi bize başka anlattılar. Böyle bir hayatı kabul etmeyecek adamın aklından şüphe ederim’ dedi. O dönem işçilerin geçmişinde böyle sözleşmeler, böyle tartışmalar vardı. Sendikaların eğitimleri, toplantıları böyle geçiyordu. Bugün için bunu söylemek zor. ’89 1 Mayıs’ına giderken işçiler 10 sene önceki alım gücünü kazanmaya gitti.”

1 MAYIS GÜÇLÜ GEÇMELİ…

Topçu, “Bugün 1 Mayıs’a giderken işçiler hangi talepler etrafında gitmeli, 1 Mayıs’a nasıl hazırlanmalı?​” sorusuna şöyle yanıt veriyor: “Bugün işçiler hayat şartlarının düzelmesi için değişim istiyor. AKP iktidarı 1 Mayıs’ı tatil günü olarak ilan etti. 1 Mayıs mücadele günüdür. Daha Erdoğan yokken ’87’de yaptığımız toplu sözleşmeye 1 Mayıs’ı ücretli izin olarak eklemiştik. Örgütlersen tatil de olsa bütün işçileri alıp götürüyorsun, örgütlemezsen işçi gider evinde yatar. Ya da çift yevmiye alarak patrona çalışır. İşçilere neden 1 Mayıs’a katılması gerektiğini anlatıyorduk. İşçi bunu kavrayınca mitinge geliyordu. Bu seneki 1 Mayıs bu sesin yükseleceği bir basamak olacağı yer. 1 Mayıs’a giderken ne kadar geniş bir çalışma yapılırsa bu sesi o kadar gür duyarız. Memleketi nereye götürmek istediğimiz önümüzdeki günlerde atacağımız adımların yönüne bağlı olacak. İşçiler 1 Mayıs’a sönük bir şekilde giderse seçimlerde de kendi lehine sonuçlar alamaz. Sesini duyuracak yegane yerdir 1 Mayıs alanları. Elbette bugün sendikaların çalışmaları, durumu içler acısı halde. Toplantılar, işçi buluşmaları, mitingler… Bunlar şimdiye kadar sık sık yapılıyor olmalıydı. Tarihin en büyük yoksulluğuyla, sefaletiyle karşı karşıyayız. Buna karşı sendikaların sesi ise neredeyse hiç çıkmıyor. Bu 1 Mayıs’ta en büyük sınavı işçilerle beraber emekten yana olduğunu söyleyen sendikalar da verecek. Bu sistem sendikaları işçilerin gözünde iyice pasifize etti. Sendikal bürokrasiye değinmeden olmaz. Bizim zamanımızda sık sık işçi mitingleri yapılırdı. Ankara’da İstanbul’da işçiler Meclisten çıkacak herhangi bir karara karşı mitinglerde toplanırdı. Şimdi o günleri arar durumdayız. Türk-İş’in gıkı çıkmıyor, DİSK’in de laftan başka yaptığı bir şey yok. Çünkü sendikal bürokrasi var. Sendikacılar çok büyük paralar alıyorlar, işçiden kopuk bir hayat yaşıyorlar. Bizim zamanımızda da böyleleri vardı ancak biz hesap soruyorduk, böyle olmaz kardeşim işçi bu kadar alıyorken sen bu kadar alamazsın diyebiliyorduk ama şimdi normalleşti işçinin üç katı, beş katı, on katı sendikacı maaşları. İşçiler de parasını verdiği sendikacının kendisini kurtarmasını istiyor, sendikanın kendisinin olduğu bilincine varamıyor, parayla tutulmuş hak savunucuları olarak görüyor sendikaları. Sendikalar da aldıkları paralarla yetiniyor. Binlerce işçi ölüyor sendikaların sesi çıkmıyor. 1 Mayıs yaklaşıyor doğru düzgün ses yok. Böyle bir dönemde sendikaların yan yana gelmesi, ortak 1 Mayıs’ı zorlaması gerekiyor. Asıl işçilerin buna öncülük etmesi gerekiyor.”

4 AYLIK ÜCRETLE ARABA ALINIYORDU ŞİMDİ İŞÇİ ASGARİ ÜCRETE TALİM EDİYOR

DİSK-AR’ın araştırmalarına göre bugün Türkiye’de 20 milyona yakın işçi bulunuyor. ’89 Bahar Eylemleri döneminde Türkiye’deki işçi sayısı ise 3 milyon civarlarında. Bugün 20 milyon işçinin yarısından fazlası asgari ücret civarında ücretlere çalışıyor. Özel sektörde ise bu oran yüzde 65’i buluyor. Ayrıca özel sektörde çalışan işçilerin yüzde 21.7’si asgari ücret dahi alamıyor. Sabri Topçu’nun kendi hayatından verdiği örnekle bir kıyaslama yapacak olursak 12 Eylül öncesi Ankara’da EGO’da çalışırken bir ay tek, bir ay çift maaş aldıklarını, yani yılda 6 ikramiyelerinin olduğunu söylüyor. 4 aylık ücretiyle dönemin yeni çıkan arabalarından birini alabildiğini anlatıyor. Bugün asgari ücretli bir işçi en ucuz araba için 59 aylık, hükümetin çok övündüğü Togg’u alabilmek için ise en az 112 aylık ücretini ayırması gerekiyor.

Elbette 12 Eylül sonrasında ücretler ciddi oranda baskılanıyor, işçiler yıllarca neredeyse zamsız çalıştırılıyor. Bugüne dönecek olursak seneler içerisinde emeğin milli değerden aldığı pay da küçüldü. İş gücü ödemelerinin cari fiyatlarla gayrisafi katma değer içindeki payı 2021’de yüzde 30.1 iken, 2022’de yüzde 26.5 oldu. Sermayenin payı ise yüzde 52.5’ten yüzde 54.5’e yükseldi. İşçiler her geçen gün yoksullaşırken iş cinayetlerinde öldü, ihmaller yüzünden ağır yaralar aldı. AKP iktidarının 20 yılında 30 binden fazla işçi iş cinayetlerinde hayatını kaybetti. 2003 yılında iş cinayetlerinde ölen işçi sayısı 811 iken 2022 yılında iş cinayetlerinde en az 1843 işçi hayatını kaybetti. Türkiye, Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) ülkeleri içerisinde haftada 60 saat ve üzeri çalışanların oranının en fazla olduğu ülke konumunda. Çalışanların yüzde 15.1’i haftada 60 saat ve üzerinde çalışıyor. OECD ülkeleri arasında bu oranda birinci olan Türkiye’yi Kolombiya ve Meksika takip ediyor. Tüm bu koşullara karşı ise resmi sendikalı işçi sayısı oranı sadece 14.3. (İŞÇİ SENDİKA SERVİSİ)

YARIN: Savaş politikası kitleler üzerinde tahakkümü artırıyor

Evrensel'i Takip Et