1 Mayıs’tan 14 Mayıs’a: Tek adam yönetiminin gitmesi talebini haykırmalıyız
1 Mayıs’a ve sonrasında 14 Mayıs seçimine doğru giderken; Genel-İş İstanbul Anadolu Yakası 2 No’lu Şube Başkanı Ali Sönmez ile AKP’nin emek üzerindeki tahribatını, 1 Mayıs’ı ve seçimleri konuştuk.
İzmir | Fotoğraf: Eda Aktaş/Evrensel
Ülke yeni bir seçime doğru giderken, Erdoğan ve AKP’nin 21 yılda yaptıkları, seçimlerde yeniden başa gelmesi halinde yapacaklarının garantisi gibi. AKP, gerek yaptığı yasal düzenlemelerle gerekse izlediği politikalarla işçilerin ve emekçilerin önemli hak kayıpları yaşamasına yol açtı.
İş güvenliği yasalarının çıkartılmaması, mevcut yasaların uygulanmaması ya da denetlenmemesi nedeniyle İSİG verilerine göre 20 yılda 30 binin üzerinde işçi can verdi. 301 madencinin can verdiği Soma Katliamı, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük kaybının yaşandığı işçi katliamı olarak tarihe geçti. Soma Katliamı dahil, patronlar ödül gibi cezalarla yakayı kurtarabildi. Hiçbir bakan ya da kamu görevlisi işçi ölümleri nedeniyle hesap vermedi.
EMEKLİLİK YAŞI YÜKSELTİLDİ EMEKLİ AYLIĞI DÜŞÜRÜLDÜ
5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile emeklilik yaşı yükseltildi, emekli olmak zorlaştırıldı. Emekli aylığı hesaplama ve bağlama oranlarında yapılan değişiklikler sonucunda emekli aylıkları düşürüldü.
AKP, ANAP ve Özal döneminde başlatılan özelleştirme programlarını daha da derinleştirdi. Türkiye’de yapılan tüm özelleştirmelerin yüzde 88’i AKP iktidarı döneminde yapıldı. Sermaye örgütlerinin talebi olan iş davalarında zorunlu ara buluculuk uygulaması AKP’nin emek karşıtı uygulamalarından biri oldu. İşsizlik arttı, İşsizlik Sigortası Fonundan sağlanan devasa teşviklere rağmen işsizlik azalmadı. Vergi adaletsizliği arttı, dolaylı vergilerin oranı yüzde 65’e yükseldi. Tüketimden alınan vergiler gelir adaletsizliğini daha da büyüttü.
GREVLER YASAKLANDI
İşçilerin patronlarla pazarlık yapabilmesinin ve ücretlerini yükseltebilmesinin en temel aracı olan grev hakkı, milli güvenliği tehdit ettiği iddialarıyla ellerinden alındı. DİSK’in raporuna göre, AKP’nin iktidarda olduğu süre boyunca 200 bine yakın işçinin grevi, “ertelenme” adı altında yasaklandı.
Alım gücü düşüp, işçiler açlığa ve sefalete mahkum edilirken, sendikal hak ve özgürlüklerin önünü açma iddiasıyla çıkarılan 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu ile patronların rahatça at oynatabildiği eski düzen devam etti. AKP iktidara geldiğinde resmi verilere göre yüzde 58 olan sendikalaşma oranı, yüzde 14’e geriledi.
Kamuda taşeron işçi çalıştırma tırmanışa geçti ve 1 milyona yaklaştı. Taşeron uygulamaları özel sektörde de yaygınlaştı.
Saymakla bitmeyen emek karşıtı politikaların yanında, işçilerin mücadele etmesini ve yaygınlaşmasını engellemek için korku ve baskı politikaları devreye sokuldu. Hemen her grev ya da direnişte polis müdahalesi yaşanır oldu.
Sonuç olarak ülkede asgari ücret, işçilerin çoğunluğunun ücreti olurken, işçiler fazla mesaisiz geçinemez, Türkiye de OECD ülkeleri içinde çalışma süreleri en uzun ülke haline geldi.
"SERMAYE PARTİLERİNİN PROGRAMINI SAVUNANLAR BİZİM ALTERNATİFİMİZ OLAMAZ"
1 Mayıs’a ve sonrasında 14 Mayıs seçimine doğru giderken; Genel-İş İstanbul Anadolu Yakası 2 No’lu Şube Başkanı Ali Sönmez ile AKP’nin emek üzerindeki tahribatını, 1 Mayıs’ı ve seçimleri konuştuk.
20 yıllık AKP iktidarında, özellikle işçilerin güvencesiz, esnek ve kuralsız çalışmaya mahkum edildiğini, sermayenin ise elinin daha da güçlendirildiğini anlatan Sönmez, şunları söyledi: “İşçiler bu 21 yılda büyük mücadeleler verse de, iş yerinde yaşadığı sorunlar, ücretler açısından çok büyük kayıplar yaşadı. Sağlıktan eğitime, ulaşımdan barınmaya kadar her şey yüzde 300-400 zamlanırken işçi ücretleri yoksulluk sınırının çok altında kaldı. Birçok işçi, ailenin tek çalışanı ve bu yoksulluk tablosunda ikinci üçüncü ek işi yapmak zorunda kalıyor, bu da iş kazalarını beraberinde getiriyor. İnsanlar depreme dayanıklı olmadığını bildiği halde bu konutlarda oturuyorlar çünkü güçleri ancak buna yetiyor. Birçok arkadaşımız kredilerle yaşamını sürdürüyor. Örneğin Maltepe Belediyesinde çalışan 1700 işçinin yüzde 60’ı hacizlik. Türkiye’de durumlar böyleyken belediyelerde de durum farklı değil. Yaklaşık 575 bin işçinin 2018 yılında 696 KHK ile işçilerin kamu işçi ve kamu statüsüne alındığı söylendi ama bu da aldatmacaydı. Bu kararın sendikalaşma önündeki bir engel olduğunu da çok geçmeden öğrenmiş olduk. Taşeronu kaldırdık diye müjdeler verilirken, işçiler bir şirketten başka bir şirkete devredilmişti. O dönemde örgütlü olmamıza rağmen TİS yetkisi verilmemişti bize. Bu kararname ile engellenmişti. Yani işçilerin kazanılmış haklarına saldırılarla, grev yasaklarıyla tanıyoruz AKP’yi, tek adam yönetimini. AKP’nin işçi sınıfının bilincini geriletmesi, şükürcü toplum yaratması, işçilerin mücadele gücünü kırdı. Ancak bu koşullar kötüleştikçe öfke de birikti. Mücadele dinamikleri de büyüdü.”
İŞÇİLERİN KENDİ MÜCADELESİYLE…
İşçilerin, yaşam ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi, ücretlerin yoksulluk sınırının üzerine çıkarılması taleplerinin olduğunu söyleyen Sönmez “Bizim, bu konuda mücadelemiz sürecek, çünkü işçilerin, emekçilerin, halkın, sevdiğimiz, sevmediğimiz tüm siyasi partilerin yok sayılarak tek adamın sadece kendi iki dudağı arasından çıkan kararlarla hayatımızı sürdürmek istemiyoruz” dedi.
1 Mayıs’ın hemen ardından yapılacak seçimlere dikkat çeken Sönmez şunları söyledi: “Bakmamız gereken pencere şu; bizim ihtiyaçlarımıza cevap verecek, yasal düzenlemeler dahil olmak üzere programlarıyla işçi sınıfının ihtiyaçlarına cevap verecek siyasi partilerin desteklenmesi ve birlikte mücadele etmek gerektiğini ortaya koymamız gerekir. Yani bir sermaye partisinin alternatifi diğer bir sermaye partisi değil işçiler için, olmamalı. Elbette tek adam yönetiminin, AKP’nin geriletilmesi çok önemli. Tek adam yönetiminin cumhurbaşkanlığı seçimlerinde geriletilmesi bizim mücadelemiz için olanaklar sunacaktır. Bunun yanı sıra Meclis seçiminde kendini destekleyen sermaye gruplarının çıkarını önceleyen programlara sahip partileri değil, bizim ihtiyaçlarımıza cevap verecek, işçilerin demokratik anlamda, yasal düzenlemeler açısından, sendikal örgütlenmenin önündeki engellerin kaldırılmasından yana, gerçek anlamda kadroyu savunacak, haklarımızın güvence altına alınmasının garantisini verecek bir programa sahip olan partileri ve ittifakları desteklememiz gerekir. İşçi sınıfının çıkarı gereği emekten ve demokrasiden yana olan kesimlerle bir arada olunmalı, desteklenmeli. Şunu unutmamak gerekir bizim geleceğimiz bizim ellerimizde. 1 Mayıs’ta da başta tek adam yönetiminin gitmesi olmak üzere seçime yönelik taleplerimizi, nasıl bir yönetim istediğimizi dile getirmeliyiz.”
"MESELE SADECE OY MESELESİ DEĞİL"
AKP’nin emek üzerindeki baskısının sadece gidip sandıkta oy vermekle değişmeyeceğini dile getiren Sönmez, “Bize öğretilen, anlatılan bu. Bize ‘Oyunuzu verin hayatınızı değiştireceğiz, yaşam koşullarınızı değiştireceğiz’ diyor. Ama her kim ki bu zamana kadar bunu söylemişse, gerçekten de emeğiyle, alın teriyle geçinen işçilerin hayatında bırakın yaşam koşullarını düzeltmeyi üstüne yasal düzenlemelerle, baskıyla birçok yerde tamamen var olan haklarımızı elimizden alarak, daha geriye götürerek süreci ilerletmiştir. O yüzden sadece sandık, sadece oy meselesi değildir bu. Her yerde örgütlü mücadeleyi esas almak, örgütlü bir şekilde taleplerimizi dile getirmek, bu taleplerimizin takipçisi olmak üzere bu süreci ele almak zorundayız. Yoksa öbür türlü devamlı vaatlerde bulunup o vaatlerin gereklerini; sadece bizim oyumuzu aldıktan sonra kendi ihtiyaçlarına, sermayenin ve patronun ihtiyaçlarına göre şekillendiren bir süreci yeniden yaşarız” dedi.
1 MAYIS’TAN 14 MAYIS’A, HESAPLAŞMA GÜNÜ
AKP’nin en büyük tahribatlarından birinin de sendikal harekette yaşandığını vurgulayan Sönmez, işçilerin 1 Mayıs’a giderken ayrışan, bürokratikleşen sendikaları değiştirecek özneler olduğunu da belirtti: “20 yılda sınıf olarak; mücadele eden örgütlerin iç işleyişini boşaltan, kendi siyasi sendikalarını yaratan, sendikaların sadece işverenle ara bulucu rolünü üstlendiği bir süreç yaşadık. Sendikalar, işçi sınıfının en önemli örgütleri, en önemli mücadele araçları olması gerekirken bundan uzaklaştı. Tabii sadece sendikal anlamda değil, işçilerin geçmiş dönemde, 1800’lü yıllarda ağır çalışma koşullarında 18 saate varıncaya kadar 40’lı, 50’li yaşlarda çalışarak öldüğü, bugünün anlam ve önemine dair geçmişten bu zamana kadar bedeller ödediği 1 Mayıs’ın anlamı da yıllar içinde tüketildi. 1 Mayıs’ın önemini ortaya koyan bir süreç yaşamıyoruz, yaşayamıyoruz. 1 Mayıs’a sadece (Sendikalar da böyle bakıyor maalesef); ‘O günü bir geçiştirelim bakalım’ meselesi olarak bakılıyor. Halbuki 1 Mayıs, bütün dünyada işçi sınıfının sermaye ve patronlara karşı, kendi gücünü gösterdiği, talepleriyle sokaklara, meydanlara, alanlara çıkıp haykırdığı ve sermayeye karşı işçi sınıfının da varlığını ortaya koyduğu bir gün olarak, mücadele günü olarak alınması, anlatılması gerek. Sadece 1 Mayıs’ın bir güne sığdırılarak ortaya konulmasını da doğru bulmuyoruz. O yüzden günler öncesinden; 1 Mayıs’ın bütün dünyadaki işçi sınıfının bayramı, mücadele günü olduğu ve şimdiden taleplerin keskinleştiği, acil talepler etrafında işçilerin kendilerini sokakta, alanda ve meydanlarda kitlesel bir şekilde kendi mücadelelerini, kendi örgütlülüğünü ortaya koyacağı bir süreç olarak ele alması lazım. Biz yerel 1 Mayısların önemine de vurgu yapmak istiyoruz. Sadece kendi bulunduğumuz, örgütlü olduğumuz sendikalarda değil, örgütlü örgütsüz tüm iş yerlerinde, tüm sendikalarda, tüm konfederasyonlarda işçilerin ortak bir tutum sergilemesi gerektiğini düşünüyoruz. 1 Mayıs bu ülkede işçilerin acil ekonomik talepleri doğrultusunda gücünü gösterdiği bir gün olmalı ve siyasetin de işçiler tarafından 14 Mayıs’ta şekilleneceğini göstermeli. Bu seneki 1 Mayıs’ın aynı zamanda da bir hesaplaşma günü olduğunu görmeliyiz. İşçilerin bugüne kadar yoksullukla, sefaletle yitirdiklerini unutmayarak, sadece ekonomik talepleri değil, siyasi taleplerimizi de dile getirdiğimiz bir süreç olmalı. Bunun tartışması bugünden başlamalı. 14 Mayıs’ta da hem sermayeye hem patronlara hem onların hükümetlerine ders vermiş olacağız. Kritik bir seçim sürecine girdiğimiz böyle bir dönemde 1 Mayıs’ı hesaplaşma günü olarak görüp böyle tartışmalıyız.”
ORTAK 1 MAYIS İÇİN AŞAĞIDAN YUKARIYA BASKI ŞART
Göstermelik kutlamaların, sendikaların 1 Mayıs’ı ayrı kutlamasının doğru olmadığını söyleyen Sönmez, “Üç beş gün önceden sadece bir alana çağrı yapılması çözüm olmaz. Sendikalara çok büyük bir iş düşüyor burada. Gerçekten sendikaların emekçilerin ihtiyaçlarına cevap verip vermediğinin, kime hizmet edip etmediğinin de bir göstergesi olacak 1 Mayıs. İşçilerin 1 Mayıs’ı ayrı kutlama fikriyatında olan konfederasyonlara tabandan baskı yaparak ortak bir 1 Mayıs kutlamayı zorlayan bir tutum alması gerek. Bu 1 Mayıs’ı bir alan tartışmasından çıkartıp ortak meydanlarda kutlanması gerektiğini düşünüyoruz. Ama genellikle dediğimiz gibi konfederasyonlar farklı bir tutum sergiliyor. Eğer biz, bunu sadece konfederasyonların genel başkanlarına ve onların yöneticilerine bırakırsak yine aynı süreçler yaşanır. O yüzden işçiler, konfederasyonlarına artık ‘dur’ demeli ve alanlarda, meydanlarda birlikte hareket etmenin zeminini tartışmalıyız. Bu 1 Mayıs, aslında bir taraftan da 14 Mayıs’ın nasıl şekilleneceğinin de göstergesi olacaktır. 1 Mayıs’ın emek ve özgürlük mücadelesinin de bir mücadele aracı olduğunu, o yüzden tüm işçileri 1 Mayıs’ta mutlaka kendi talepleriyle yerelden başlayarak, kendi iş yerlerinden başlayarak korkmadan alanlara çıkmaya, birlikte mücadele etmeye çağırıyoruz” diye seslendi.
BİTTİ