Doç. Dr. Cemal Salman: Kılıçdaroğlu, arzulanan provokatif dili boşa düşürdü
“Alevi” videosuna toplumun birçok bölümünden büyük destek gelirken, iktidar ve medyası ise Kılıçdaroğlu’nu ‘provokasyon’ yapmakla suçladı. Dr. Salman "bir kimlikçi perde daha boşa düştü" dedi.
Ekran görüntüsü @kilicdarogluk'un Twitter'da yayımladığı videolu açıklamasından alınmıştır
Şerif KARATAŞ
İstanbul
Millet İttifakı Cumhurbaşkanı Adayı ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 14 Mayıs seçimine giderken sosyal medya hesabından bu kez “Alevi” notuyla video paylaştı. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinden Doç. Dr. Cemal Salman, Kılıçdaroğlu’nun paylaştığı “Alevi” videosunu ve buna iktidar basınından gelen “provokasyon” suçlamasını Evrensel'e değerlendirdi.
14 Mayıs cumhurbaşkanı ve milletvekilliği seçimine giderken, güçlü cumhurbaşkanı adaylarından Kemal Kılıçdaroğlu inancını açıklayarak, ayrımcılığa karşı olduğunu belirterek “Aleviyim” dedi. Kılıçdaroğlu’nun bu açıklamasını nasıl değerlendirirsiniz?
Coğrafyamızda Alevi inancı ve kimliğinin uzun tarihi, bir süre doğrudan kıyım ve takibatın ardından hayatta kalabilenlerin hor görülme, hakaret, yok sayılma ve dışlanma karşısında varlığını devam ettirebilme çabasına dayanır. Devlet mekanizmasıyla ve hakim çoğunlukla asgari düzeyde ilişki kurarak, kendine kendine yeter bir düzen içinde geçen yüzyıla ulaşabiliyorlar. Cumhuriyet ideali, Aleviler için bu nedenle paha biçilmezdir. Yüzyıllarca “millet sistemi” içinde herhangi bir milletin mensubu görülmeyen Aleviler için, Cumhuriyetin vatandaşı olmak, aynı zamanda hukuken, bir insan olarak var olmak anlamına da geliyordu. Ne yazık ki Cumhuriyetin ilk yüzyılında ilk kez dağlık, verimsiz köylerinden çıkıp kentlere gelen Alevilerin görünür olma, toplum içinde var olma, kimliğini yaşama ve ifade etme çabaları da birçok kez kanlı tezgahlarla bastırıldı. Alan araştırmalarımda, daha bundan birkaç yıl önce, bırakalım Türkiye’de, halihazırda Avrupa’da yaşayan Aleviler içinde dahi halen kimliğini saklayan, korku ile taşıyanlara denk geldim. Bu, acı ve kaygıyla yüklü o toplumsal hafızanın eseridir. Kılıçdaroğlu’nun Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı olması dahi Aleviler için büyük bir şeydi: Onca eksiğine ve sorununa rağmen Cumhuriyet idealine halen bağlı Aleviler için, Cumhuriyet’i kuran partinin başına bir yoksul Alevi’nin olmasını anlamak için bunca devlet kurumunda, bürokraside, hastanelerde, yerel yönetimlerde, en alt kademede bile olsa bir Alevi yöneticiye denk gelmiş Alevi’nin heyecanını ve ümidini bir kez olsun hissetmiş olmak gerek. Şimdi Kılıçdaroğlu, sadece Alevilere değil, samimi dindarlardan Kürtlere, kadınlardan engellilere, bu ülkede bütün ötekileştirilmiş kimliklere “ayrımsız-ayrıcalıksız” bir yönetim vadediyor. Bunu, yüzyıllarca bu toplumda en çok ayrıma uğrayan kimliklerden birini, kendi kimliğini sahiplenerek yapması, ayrıca önemlidir.
“İKTİDAR SEÇİME İLİŞKİN ENDİŞE VERİCİ BEYANLARDA BULUNUYOR”
Kılıçdaroğlu, seçime giderken, mezhep çatışmalarına ve ötekileştirmeye karşı bir noktada dururken, iktidara yakın basın ve iktidara yakın kimi yazarlar ise bunu ‘provokasyon’ olarak gördüler. Bu ‘provokasyon’ çıkışını neyi ifade ediyor?
Son günlerde seçim sürecine dair bütün olumsuzlukları, bakanlardan gazetecilere kadar, iktidar mensuplarının “muhalefete” yüklediğini takip ediyoruz. Parti binalarına yapılan saldırılar, seçim güvenliğiyle ilgili söylentiler, seçim gecesine ilişkin senaryolar; aslında bütün bu endişeleri gidermesi ve topluma adil şartlarda, sorunsuz bir seçim vaat etmesi gereken kamu otoriteleri, aksine, endişe artıran beyanlarda bulunuyorlar. Kılıçdaroğlu’nun Alevi olduğu yeni öğrenilen bir şey değil. Hem daha önceki seçimlerde hem bu seçim sürecinde meydanda yuhalatma, seccade tartışması, “kazanamayacak aday” bahanesi, “Sünni-sağ seçmen oy vermez” söylemleri açıkçası kişinin kimliğini ifade etmesinden daha mezhepçidir. Bugüne kadar onca Sünni siyasetçinin Sünni kimliğini beyan ya da belli ederek siyaset yapmasında nasıl “provokasyon” görülmedi ise Kılıçdaroğlu ya da başka bir siyasetçinin bu beyanlarında da durum aynı açıkçası. 2014 seçimlerinde Erdoğan’ın Kılıçdaroğlu’na çağrısını hatırlayalım: “Ben Sünniyim, bunu rahat rahat söylüyorum. Sen kendin Alevi olabilirsin. Bundan da çekinme, bunu da rahat rahat söyle.” Erdoğan’ın bu açıklamasına vaktinde “provokasyon” denmemişse, Kılıçdaroğlu’nun kimseyi hedef almadan, kimsenin kimliğine dair bir şey söylemeden “Ben Alevi’yim” demesi ve derdinin de kimlikçilikten, mezhepçilikten, “can yakan mezhep tartışmalarından” beslenen siyaset yerine iyilik, ahlak, adalet, dürüstlük gibi değerlere oy istemesi, tam da provokasyon arzulayanların istemeyeceği şeydir.
“İKTİDARA YAKIN BASININ YORUMU KIŞTIRMA AMAÇLI”
İktidara yakın basının “haysiyet yoksunu” nitelendirmesini Aleviler nasıl okur?
Bu tür başlıkların ve yorumların kendisi kışkırtma amaçlı gibi geliyor bana. Hiçbir kısa dönemli siyasi beklenti, ülkeyi bu tür hassas konular üzerinden gerecek söylemlere neden olmamalı. Kılıçdaroğlu bir siyasetçi, cumhurbaşkanı adayı. Seçilir ya da seçilmez; ülkenin yetiştirdiği bir değerdir. Onun üzerinden milyonlarca insana hakarete kalkışırsanız, burada siyasi ikbalin ötesinde nefret tohumları ekmiş olursunuz. Aleviler bu tür söylemlere, hatta daha fazlasına yüzyıllardır maruz kalıyor zaten. Bir gazetenin, iki gazetecinin lafıyla provokasyona gelmezler. Ancak bugün bu lafları edenler yarın insan içine çıkamayacak utançlara vesile olabileceklerinin farkına varmalılar.
İKTİDARIN ARGÜMANI “TERÖR”
Kılıçdaroğlu öncesinde Kürtlerle ilgili bir video paylaşımında da bulundu. “Hak ve özgürlük” ifadeleri üzerinden yine iktidara yakın basın ve yazarlar tarafından “terör” üzerinden suçlanarak hedef gösterildi. İktidarın, Kılıçdaroğlu’nun bu çıkışları karşısında rahatsız olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Daha öncesi de var elbet; ancak son yirmi yıldır Türkiye’de siyasetin eksenini imlik tartışmaları belirliyor. AK Parti ve Erdoğan burada “mağdur muhafazakârlar-elit laikçiler” hattında kurduğu söylemiyle pek çok seçim başarısı elde etti. Bu başarılar, 2015 yılına kadar liberal açılımı, Kürt açılımı, Alevi açılımı gibi başlıklarla diğer kimliklere de alan açtığını iddia eden bir seyir izledi. Fakat 2015 sonrası oluşan yeni ittifaklarıyla AK Parti, Kürtler başta olmak üzere memleketin bütün ötekileriyle arasına duvar ördü ve siyasetini İslamcı-Türkçü çizgiye oturttu. “Çözüm sürecinin” tarafı olan Kürt siyaseti, yeniden “terör” söylemine konumlandırıldı. Bu süreçte Cumhuriyet Halk Partisi de dahil olmak üzere merkez sağ ve merkez sol partilerin de Kürtlerle ve Kürt siyasetiyle arasında mesafe hatta duvar olması için “terör” söylemi sürekli sıcak tutuldu. Bu mesafe, iktidara seçimlerde de seçim dışı dönemlerde de çok alan açtı. Özellikle sınır ötesi operasyonlardan göçmen politikalarına, kamuda işten çıkarmalardan mülakatlara, pek çok konuda “terör” söylemi, itirazları boşa çıkaran ya da zayıflatan bir araç olarak öne sürüldü.
Son birkaç yıldır, bu siyaset söylemine eklemlenerek yeni bir iktidar umudu yaratılamayacağını muhalefet bloku da fark etmiş görünüyor. Örtük ya da çekingen bir dille de olsa bu söylem kırılıyor gibiydi. Kılıçdaroğlu’nun doğrudan “Kürtler” başlığını taşıyan ve tam da “terör” söylemine cephe alan, Kürtlüğü yeniden yüzyılların “kardeşliği” ve “hak-özgürlük” ekseninde kaygısızca ifade ettiği video, bir başka kimlikçi perdeyi daha boşa çıkarmış oldu. Özellikle ekonomik çöküntü, deprem yıkımı, yönetememe krizi gibi büyük toplumsal sorunlar eşliğinde gidilen seçimde, Kılıçdaroğlu, mevcut iktidarın bu sorunlar konuşulmasın diye öne çıkarabileceği dini hassasiyet ve mezhepçi siyaset gibi temalar dışında “terör” temalı milliyetçi çıkışların da önünü almış oldu.
“MUHALEFET OLMAKLA İKTİDAR OLMAK AYNI ŞEY DEĞİL”
Kılıçdaroğlu’nun Kürtler ve Alevilerle ilgili iki videosu toplumun farklı kesimlerinde heyecanla da karşılandı. Bu iki meseleye yaklaşımına dair CHP’ye eleştiriler de söz konusu. Olası iktidar değişikliğinde CHP’nin eleştirilen tutumu değişeceğine dair bir mesaj olarak görmek mümkün mü?
Cumhuriyet Halk Partisi’ndeki değişimi sadece bu son seçim süreciyle sınırlı düşünenlerin hem CHP’nin geniş tarihine hem de özelde son on yılına dönüp bakmaları gerektiğini düşünüyorum. Merkezden radikale sağ siyasetin hemen bütün renkleri, CHP’yi sürekli olarak “tek parti” yılları üzerinden eleştirmiştir. Sol yelpazede bu eleştiriler, biraz daha dönemi-söylemi-şartları ekseninde değişkenlik gösterir ve açıkçası daha insaflıdır. Siyasi tarih aynasında durum şudur ki geçtiğimiz yüz yılda tek bir CHP, tek bir CHP zihniyeti olmadı. Ecevit’in ortanın soluna çektiği, Baykal’ın merkezin sağına ittiği CHP aynı mıdır? 1980 sonrası bütün sosyal demokratları bünyesinde toplayan SHP geleneği şimdi nerededir? CHP tabanının da yönetiminin de her daim “beş benzemezi” bünyesinde barındırdığını unutmamak lazım. Geçmişinde de Aleviler ve Kürtler için de bugünkü mesajları anlamlı kılacak pek çok yakınlık var. Sınırlı alanda hareket edebilen bir muhalefet partisi olmakla ülke siyasetini belirleyen iktidar olmak aynı şeyler değil. Bunca yıldan sonra iktidar imkanı bulursa, CHP yönetiminin ve kadrolarının bunu iyi değerlendirmesi ve o iktidarı kalıcılaştıracak adımlar atması beklenir. Sadece Kürtler ve Aleviler değil, son günlerde Kılıçdaroğlu’nun öne çıkardığı gibi yoksul emekçilerden ötekileştirilen kimliklere, bu ülkede değişim arzusu taşıyan her kesime o değişim havasını sahiden hissettirecek bir yol izlenecek mi, bunu hep birlikte göreceğiz.