Kılıçdaroğlu’nun görünmez eli
Kılıçdaroğlu’nun %5.5 büyüme için tıpkı Erdoğan gibi ağır sömürü, uzun çalışma saatleri ve düşük alım gücü politikası, halk için ağır sonuçlanacak bir model inşa etmesi muhtemel.
Kemal Kılıçdaroğlu'nun twitter hesabından paylaştığı videodan ekran görüntüsü alınmıştır
Batuhan ENGİNER
İTÜ Ekonomi Bölümü öğrencisi
Türkiye 14 Mayıs’a yaklaştıkça seçim vaatleri de daha yaygın duyulur ve tartışılır hale geliyor. Bu yazıda muhalefetin ortak adayı Kılıçdaroğlu’nun ekonomi vaatlerini ele almak da bu sürecin bir parçası. Kılıçdaroğlu, yakın zamanda hem Twitter üzerinden hem de kendi internet sitesinden yaptığı paylaşımlarda kendi iktidarındaki ekonomik proje ve vaatlerini netleştirdi. Tek adam rejimini iktidardan indirmek için kendisine oy vermek bir mecburiyet olsa da kendisinin bir burjuva siyasetçisi olduğunu hatırlamak ve birbiriyle çelişen, nasıl yapılacağı belirsiz olan projelerini ve vaatlerini teşhir etmek de bir zorunluluktur.
Halkın yani seçmenlerin en büyük iki probleminin ekonomi ve demokrasi olduğunu kabul edecek olursak, Kılıçdaroğlu da bunların farkında ve seçim çalışmasını bu iki alana yoğunlaşan bir propaganda ile kuruyor diyebiliriz, özellikle ekonomi alanındaki vaatler oldukça iddialı:
1)“Enflasyonu iki yıl içinde düşük tek haneye indireceğiz.
2)Ortalama büyüme hızının yüzde 5’in üzerinde olmasını sağlayacağız.
3)Beş yıl sonra dolar cinsinden kişi başı milli gelirimizi en az iki katına çıkaracağız.
4)5 yılda en az 5 milyon ilave nitelikli ve insan onuruna yaraşır gelir sağlayan iş imkânı oluşturacak, işsizliği azaltacağız.”*
KİŞİ BAŞINA DÜŞEN GELİR, ASGARİ ÜCRET VE İŞSİZLİK
Kılıçdaroğlu hem 5 milyon kişilik bir istihdam alanı açmayı hem de kişi başına düşen dolar cinsinden yıllık geliri iki katına çıkarma vaadiyle iddialı bir açılış yapmışa benziyor. Burada asla yer almayan çok önemli bir noktaysa mevcut iş saatleri ve çalışma koşulları. Şu an bir işte çalışsın veya çalışmasın herkes basitçe görebilir ki ülkemizde işçiler hiç olmadığı kadar fazla bir şekilde kimi zaman ücretli kimi zaman ücretsiz ancak her zaman zorunlu olarak ek mesaiye bırakılıyor. Türkiye’deki işsizlik probleminin insani ve akılcı çözümleri arasında en hızlı uygulanabilecek ve rasyonel olanlarından biri 8 saatin üstündeki mesailerin engellenmesi, patronları AKP iktidarından iyice alıştırdıkları “vur ensesine al ekmeğini” sisteminden çıkartmak. Eurostat’ın çalışmalarına göre Türkiye’de ortalama çalışma saati haftalık 45.6 saat, bu verinin part-time çalışanları da dahil ettiğini düşünürsek hem tam zamanlı hem de çalışan işçilerin mesai saatlerinin inanılmaz yüksek olduğu anlaşılabilir. Ülkemizde bulunan yoğun kayıt dışı çalışmalarınsa ortalama süresinin, insani olan haftada 40 saatten çok daha yüksek olacağını anlamak hiç de zor değil, özellikle milyonlarca mültecinin birçoğunun kayıt dışı çalışmak zorunda kaldığını düşünürsek. Hollanda’daysa haftalık ortalama çalışma saati yalnızca 29.5 saat. **
Türkiye kapitalizmi de tıpkı diğer ülkelerde olduğu gibi varlığının ön koşulu yalnızca kar etmek olan ve genel olarak arz-talep ilişkilerine dayalı olan piyasalarca yönlendirilir. Eğer bugün Türkiye’de olduğu gibi toplam işten daha fazla işçi varsa ve bu yapısal işsizlik olarak adlandırılır.*** Türkiye’de bugün söz konusu olan yapısal işsizliğin çokça sebebi var ancak en belirleyici olanı işçilerin günde 10 saati bulan çalışma süreleri ve işçi sınıfının örgütlü mücadelesiyle daha 150 yıl önce kazanmış olduğu 8 saatlik iş günü kazanımının AKP eliyle sermaye lehine geriletilmiş olmasıdır. İnanılmaz yüksek kar oranları vaat edilen yerli ve yabancı yatırımcıların bu kadar düşük bir asgari ücrette dahi uzlaşmak istememesi, ülkemizde kurulu sanayi tesislerinin teknolojik geriliği nedeniyle gelişmiş ülkelere göre üretkenlikte geride kalması gibi birçok faktör daha işçilerin böylesine sömürülmesinin ve dolayısıyla işsizlerinse sayısının artmasında kayda değerdir.
SEKTÖREL ÖZELLEŞME, İNOVASYON
Sektörel özelleşme, odaklanma vaadinin nasıl bir fayda sağlayacağını Kılıçdaroğlu tam olarak açıklamıyor. Odaklanmada kast edilenin ne olduğu da bir muamma, anlatılanları Alman şirketlerinin otomotiv endüstrisindeki hakimiyetine yormak elbette kolay. Ancak Türkiye gibi geç kapitalistleşmiş ve dışa bağımlı ülkeler için sektörel odaklanma Mısır’ın Avrupa tekstil üretimini besleyen ucuz pamuk üretimi ve Çin’in kalitesiz ve bir o kadar doğaya zararlı plastik sanayisi gibi örneklerle anlaşılabilir. Böylesine bir “odaklanma” Türkiye’nin dışa bağımlılığını arttıracaktır çünkü Türkiye’nin kendi ihtiyaçlarının aksine dünya pazarının ihtiyaçlarını üretmesi kendi ihtiyaçlarını da dünyada ekonomik ve siyasal gücü tartışılmaz tekellerden temin etmesiyle sonuçlanacaktır. “Emperyalizm köleleştirilmiş ülkeleri metropollerin tarım ve hammadde uzantısı haline getirir. Birçok sömürge ve bağımlı ülkenin iktisadı, tümüyle ihraç edilen bir ya da iki ürünün üretilmesi konusunda yoğunlaştırılır. Örneğin İkinci Dünya Savaşından sonra petrolün Venezüella ihracatı içindeki payı %97, kalayın Bolivya ihracatı içindeki payı % 70, kahvenin Brezilya ihracatı içindeki payı yaklaşık %58, şekerin Küba ihracatı içindeki payı %80’den fazla, kauçuk ve kalayın Malezya ihracatındaki payı %70’den fazla, kauçuk ve çayın Sri Lanka ihracatı içindeki payı %80, pamuğun Mısır ihracatındaki payı yaklaşık %80, bakırın Zambiya ihracatındaki payı yaklaşık %85. Tarımın tek yönlü gelişmesi (monokültür), kocaman ülkeleri hammaddelerin toptan alıcısı olarak ortaya çıkan tekelcilerin keyfine terk eder.”****
Üstelik spesifik alanlara yoğunlaşmış bir üretim, ülkemizde bulunan çeşitli doğal kaynakları daha yoğun bir şekilde tahrip edecektir. Pamuk üretimi için aşırı su kullanımı, elektronik cihazlar için yoğun bakır tüketimi gibi örneklerini verebileceğimiz, spesifik sektörler için fazla tüketilen doğal kaynaklar, bu hammaddelerin elde edildiği alanlarda doğa talanı ve bu bölgelerin yaşanmaz hale gelmesi ile sonuçlanacaktır. Yıllardır Türkiye’de ve dünyada milyonlarca köylü kendi çevrelerindeki doğal yaşamı yok eden olağanüstü sayıda maden yataklarının açılmasını engellemek için direnişler göstermişlerdir. Üstelik bu gibi durumlar en büyük şehirlere bile hiç de uzak değil, örneğin İstanbul Çekmeköy’de bulunan Hüseyinli Mahallesi çok yakın bir mesafede bulunan taş ocağı nedeniyle sürekli sarsıntılar yaşamakta, kar oranını arttırmak için patlama yoluyla çıkarılan madenlerden sıçrayan kayaçlar mahallelilerin evlerine kadar ulaşmaktadır.*****
TÜRKİYE EKONOMİSİ NE KADAR BÜYÜYEBİLİR?
Kılıçdaroğlu ortaya koyduğu ilk 4 yılda %5.5 sonraki 6 senede ise %6 büyüme hedefini de bir nedene dayandırmamakta. Ortaya koyulan AR-GE ve ÜR-GE merkezleri kısa vadede etkili olabilecek projeler değiller. Nitekim bu iddialar dünya burjuvazisi tarafından bile gerçekçi bulunmuyor, IMF’nin tahminlerine göre 2023-2025 yılları arasında Türkiye’nin yıllık büyüme oranı yalnızca %3.6 ile %3 aralığında olacak, bu oranlar Erdoğan Türkiye’sinin 2021 ve 2022 oranlarından bile daha düşük.******
Kılıçdaroğlu’nun %5.5 büyümede kararlıysa tıpkı Erdoğan gibi ağır sömürü, uzun çalışma saatleri ve düşük alım gücü politikasını, büyüme oranı adına halk için daha da ağır sonuçlanacak bir modeli inşa etmesi gerekiyor. Türkiye gibi tam bağımlı ülkeler, dünyanın en büyük ekonomileri arasında kapitalist üretim ilişkilerini koruyarak yer almak istiyorlarsa halkını açlık ve sefaletle boğmaları neredeyse zorunludur. Çünkü bu ülkeler, bugünün “gelişmiş” ülkeleri gibi dünya pazarına yerleşmiş tekellere, finansal olarak sömürgeleştirdikleri 3. dünya ülkelerine, kendi örgütlü-sendikalı işçilerine asla yaptıramayacakları düşük ücretli ve hayati tehlike taşıyan işleri yaptıracak bir göçmen nüfusuna sahip değillerdir. (Türkiye diğer gelişmekte olan ülkelerin aksine bu, köle muamelesi gösterilen, göçmen nüfusuna sahiptir ve Erdoğan’ın mülteci politikası, demografi değişimi vb. nedensellikten uzak söylemlerle değil, yazıda belirttiğim üzere ekonomik altyapısıyla ve kapitalist ikiyüzlülükle incelenmelidir.)
KILIÇDAROĞLU HÜKÜMETİNİN AKIBETİ NE OLACAK?
Kılıçdaroğlu, eğer seçilirse, bu vaatlerin ya hiçbirini uygulayamaya koyamayacak ya da çok az bir kısmını yapabilecek. Türkiye’nin kapitalist dünya pazarında tuttuğu yer ve bunun ortaya koyduğu imkân dairesi içerisinde Kılıçdaroğlu’nun ekonomik vaatlerine güvenilmesi veya kendisinin çok başarılı bir yönetim ortaya koyacağı, Türkiye’nin sorununun yalnızca kötü yönetim sorunu gibi ortaya koyulması düşünceleri yalnızca hayal kırıklığı ve mevcut fakirliğin devamıyla sonuçlanır. Kılıçdaroğlu’ndan demokrat ve ilerici halkın beklentisi yalnızca ve yalnızca AKP’nin ortaya koyduğu gerici ve faşist kurumsallaşmanın durdurulup geriletilmesi, en iyi demokratik model olmadığı ancak bugünkünden daha demokratik olduğu bilinen parlamenter sistemin restore edilmesi olmalıdır. Yine, bu süreç doğrudan halkın örgütlü gücü tarafından denetlendiği ve ileriye taşındığı ölçüde anlamlı ve başarılı olabilir. Çünkü gençliğin arzusu ve hedefi AKP kadrolarının yerine CHP kadrolarının devlet bürokrasisine yerleşmesi değil, bu antidemokratik bürokratik mekanizmaların kaldırılıp yerlerini halkın seçtiği yöneticilerin alması olmalıdır.
*kemalkilicdaroglu.com/projeler - IV. Ekonomi, Finans ve İstihdam
**tr.euronews.com/2022/05/26/oecd-turkiye-haftada-60-saatten-fazla-cal-san-kisi-oran-en-fazla-olan-ulke
***George Mankiw – Principles of Macroeconomics 6. Baskı, Sayfa 306
****SSCB Ekonomi Enstitüsü Bilimler Akademisi Politik Ekonomi Ders Kitabı, Sayfa 361-362
*****www.evrensel.net/haber/475904/sermaye-tas-olup-yagiyor-huseyinlide-insanin-kafasina-inegin-bogrune-tas
******www.imf.org/en/Countries/TUR