21 yıllık AKP iktidarının özeti: Adaletsizliğin fotoğrafı ve adalet özlemi
Seçime sayılı günler kalmışken, 21 yıllık AKP iktidarının “hukukla” ilişkisini iki kelimeyle ifade etmek mümkün: “Adaletsizliğin fotoğrafı.”
Fotoğraf: Akın Çeliktaş/DHA
Av. Ahmet ERGİN
AKP, 21 yıl önce derin bir ekonomik kriz döneminde 3Y (yoksulluk, yolsuzluk ve yasaklar) ile mücadele edeceğini söyleyerek iktidara yürümüştü. Ancak üç konuda da 21 yıl öncesini aratır hale geldi.
Burada bir yanlış anlama olmaması için AKP öncesi yargıya bir parantez açmakta fayda var. Ülkemizde demokratik bir yargı sistemi hiçbir dönem tam olarak var olmadı. Ancak yargı, hiçbir zaman bir partinin (Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi döneminde Cumhur İttifakının) tam kontrolünde de olmamıştı. Artık AKP iktidarı, biçimsel olarak dahi kuvvetler ayrılığından bahsetme ihtiyacı duymuyor, yargının bağımlılığını gizlemiyor.
DÖNÜM NOKTALARI
Peki bu günlere nasıl geldik? AKP hangi dönüm noktalarından geçerek tek adam sisteminin aparatına dönüşmüş, bu sistemi besleyip güçlendiren bir yargıya ulaştı?
Bu sorulara cevap vermek için AKP’nin ilk iktidar yıllarına kadar gitmekte fayda var.
AKP, ilk iktidar yıllarından itibaren yargıyı kontrol etmek ve iktidarını güçlendiren bir araca dönüştürmek için çaba harcadı. Adım adım bu amacına ulaşırken, daha sonra yolları ayrılan önemli müttefiklerinin, Gülen Cemaatinin yargıdaki kadrolarından ve etkisinden yararlandı. 2007 genel seçimlerinde oylarını yükselttikten sonra, yargıyı kendine bağımlı kılmak üzere yeniden şekillendirmeyi temel hedef olarak belirledi.
Bu dönem, birçok kişinin bir savcı, üç polis tarafından terör örgütü kapsamına sokulduğu dönemdi. Bu süreçte kah eski dönemin ayak bağlarından kurtulmak, kah demokratikleşme imajı ile yeni ittifaklar kazanmak kah Kürt halkının mücadelesine set çekmek üzere Ergenekon, Balyoz, KCK, askeri casusluk, 28 Şubat vb. kapsamlı davalar açıldı. İhtiyaca göre süreklileştirilen “yasal düzenlemeler” de bu süreçte hayata geçirildi. 2004 yılında “yeni” TCK ve CMK’nin yasallaşması, DGM’lerin kapatılması ve yerine “özel yetkili” mahkemelerin kurulması bu düzenlemelerin örneklerindendir.
12 EYLÜL REFERANDUMU
AKP’nin yargı üzerindeki hakimiyetini sağlayan önemli dönüm noktalarından ilki 12 Eylül 2010 referandumu oldu. Tarihi bilinçli olarak seçilen bu referandumla, 12 Eylül darbesi ile hesaplaşıldığı ve 12 Eylül askeri faşist darbesinin ürünü 1982 Anayasası’nın değiştirildiği iddia edildi. “Soldan” kimi kesimlerce “yetmez ama evet” denilerek, kimilerince sonuca olumlu etkisi olmayan ve evet çıkmasını kolaylaştıran boykot edilen referandumun kazananı AKP, kaybedeni ise işçiler, emekçiler, kadınlar, gençler ve demokratik bir anayasa, demokratik bir Türkiye isteyenler oldu.
Anayasa değişikliği devleti demokratikleştirmedi. Geçici 15. maddenin kaldırılmasıyla darbecilerden hesap sorulmasını sağlayamadı. Vesayet rejimini olduğu gibi korudu. Temel hak ve özgürlükleri, sendikal hakları ve grev hakkını kullanılabilir hale getirmedi. Örgütlenme özgürlüğünü, seçme ve seçilme hakkını geliştirmedi.
Anayasa değişikliği, mahkemelerin bağımsızlığını, hakimlik teminatını, yargının bağımsız, tarafsız ve demokratik bir şekilde yeniden örgütlenmesini sağlamak bir yana Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun (HSYK) hükümetin (yürütmenin) güdümüne sokulmasına hizmet etti. Anayasa Mahkemesinin yapısı değişse de üyelerinin atamasında cumhurbaşkanının belirleyiciliği devam etti.
Kısaca anayasa değişikliği 12 Eylül rejimini ortadan kaldırmadı. Rejimi, sermayenin o dönmedeki tartışmasız temsilcisi AKP’nin ve o dönem baş müttefiki olan Gülen Cemaatinin ihtiyaçlarına uygun olarak tahkim etti.
GÜLEN’LE YOLLAR AYRILIYOR
Haziran 2011 seçimleri ile birlikte AKP iktidarı yeni bir inşa için yol almaya başlamıştı. Ancak bu noktada iktidar cephesinde yaşanan anlaşmazlıklar da su yüzüne çıkmaya başladı. Polis ve yargı içerisindeki etkinliği ile süreci yönlendiren “Gülen Cemaati” referandum sonrasında gücünü ve etkinliğini daha da artırdı. AKP ile Gülen Cemaati arasında kurulan ortaklık cemaatin yargı içerisinde rahatça örgütlenmesini sağlamıştı. AKP’de bu örgütlenmeyi arkasına alarak, bir yandan toplumu şekillendirme çabasını sürdürmüş, kendi iktidarını sağlamlaştırmış, diğer yandan da muhaliflerini tasfiye etmişti.
Sonrasında AKP ile cemaat arasındaki ortaklık sona erdi. Tüm muhaliflere karşı kullanılan usule aykırı olarak delil elde ettikten sonra uygun savcı aracılığıyla operasyonun düğmesine basma usulü, bu kez “yolsuzluk” temelli 17-25 Aralık 2013 operasyonlarında AKP iktidarını hedefledi. 17 Aralık Operasyonu sonrası AKP önce kendi önlemlerini hayata geçirdi, ardından tek hedef olarak kendi kadrolarını yargı içerisinde etkin hale getirmeye yoğunlaştı. 12 Ekim 2014 tarihinde yapılan HSYK seçimleri bu açıdan kritik bir yerde durmaktadır. AKP, Yargıda Birlik Platformunu cemaate karşı bir koalisyon olarak sundu ve bir kez daha, ulusalcı ve liberal “sol”un bir kısmının desteğini alarak başarılı oldu.
AKP, HSYK seçimlerini kazandıktan hemen sonra HSYK’nin kurumsal yapısını ve seçim yöntemini bir kez daha ihtiyacına uygun olarak değiştirdi.
FETÖ DARBESİ: ‘ALLAH’IN LÜTFU’
Bir zamanların açık iktidar ortağı Gülen Cemaatinin 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimi, AKP’nin yargı üzerindeki iktidarını mutlaklaştırdığı bir sürecin de başlangıcı oldu. Bizzat Recep Tayyip Erdoğan tarafından “Allah’ın lütfu” olarak ifade edilen darbe girişimi, AKP’nin yargı dahil iktidarını mutlaklaştırma, yargıyı da tüm birimleriyle tek adama tam bağımlı hale getirmesine vesile edildi.
Hakim ve savcıların üçte biri FETÖ üyesi olduğu iddiasıyla ihraç edildi, yerlerine çok sayıda hakim ve savcı alındı. Adalet Bakanlığı, ihtiyaç olan hakim ve savcıları alırken bizzat AKP üyesi kişileri tercih etti. 2016’dan bu yana AKP’de yöneticilik sıfatı bulunan binin üzerinde avukat, hakim ve savcı oldu. 70 puan barajı da kaldırıldığı için yargıda yandaş kadrolaşmanın önü açıldı. Yargıda cemaat tasfiye edilirken, yerine farklı tarikatlar etkili olmaya başladı.
ÇAY TOPLAYAN BAŞKANLAR
16 Nisan 2017’de şaibeli bir halk oylamasıyla kıl payı kabul edilen anayasa değişikliği ile parlamenter sistem sona erdi ve cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi adı verilen ve tüm yetkinin tek adamda toplandığı sisteme geçildi. HSYK’nin adındaki yüksek kelimesi çıkartıldı, Hakimler ve Savcılar Kuruluna (HSK) dönüştü ve yapısı değiştirildi.
HSK, yargının, yürütmeye yani Cumhurbaşkanlığına bağımlılığının temel taşı oldu. Yüksek yargıdaki atamalarda “tek adam” yani cumhurbaşkanı belirleyici hale geldi. Bu ortamda yüksek yargı kurumlarının başkanları, siyasi parti genel başkanı olan Cumhurbaşkanı ile beraber çay toplamaktan, onun önünde cübbelerini iliklemeye çalışmaktan çekinmedi.
ÇOKLU BARO SALDIRISI
Yargının üç ayağından ikisini, savcıları ve hakimleri kontrol eden AKP için sıra üçüncü ayak olan savunmaya, savunmanın kurumsal temsilcisi barolara gelmişti. Baroları ele geçirip yargıya tam olarak hakim olmayı hedefleyen AKP bu amacını gerçekleştirmek amacıyla baroları bölüp yandaş barolar kurmak üzere 2020 yılı yazında çoklu baro yasasını çıkardı. Türkiye Barolar Birliğinin delege yapısını değiştirdi. Ancak tüm çabasına rağmen savunmayı ele geçiremedi. Ankara ve İstanbul’da ikinci yandaş barolar kuruldu ama az üyeli ve etkisiz kaldı. Yandaşı, eski muhalif, ultra ulusalcı TBB Başkanı Metin Feyzioğlu TBB Genel Kurulunda kaybedince KKTC’ye büyükelçi olarak atandı.
YARGI SOPA OLDU
AKP, 21 yıllık iktidarı boyunca yargıyı bir sopa gibi kullandı. Yargı eliyle, hukuku ayaklar altına alarak, muhaliflerini saf dışı bırakmaya çalıştı, çalışıyor. Meclisin üçüncü büyük partisi HDP’nin eş genel başkanının, milletvekillerinin, belediye başkanlarının tutuklanması, HDP’nin kapatılması için açılan dava, Gezi davası kararı, sosyal medyayı kontrol etmek ve muhalefeti zayıflatmak için 200 bin kişiye Cumhurbaşkanına hakaret soruşturması açılması, yargının sopa olarak kullanıldığının açık görünümlerinin bir kısmıdır.
Resmin diğer yanında ise iş cinayetlerinde, kadın cinayetlerinde, işkence soruşturmalarında, grev yasaklarında verilen kararlar yer almaktadır. Muhaliflere, hak arayanlara, mücadele edenlere karşı acımasız olan yargı, patronlara, kadın katillerine, işkencecilere karşı hoşgörülü, affedici oldu.
YAKICI BİR TALEP: ADALET
Özetle çizmeye çalıştığımız adaletsizlik tablosu, işçilerin, emekçilerin, kadınların, gençlerin, demokrasi mücadelesi verenlerin adalet talebini daha yakıcı hale getirmektedir.
Daha 2017 yılında şu an muhalefetin desteklediği Cumhurbaşkanı Adayı Kemal Kılıçdaroğlu, Ankara’dan İstanbul’a adalet yürüyüşü düzenlemiş ve milyonların desteğini almıştı. Halen adliyelerde ve çeşitli kentlerde, avukatlar, anneler, mimar-mühendisler ve çevreciler tarafından adalet nöbetleri düzenlenmeye devam ediyor.
İşçilerin, emekçilerin, kadınların, gençlerin özlemi; 21 yıllık dönemin son bulması, demokratik, tarafsız ve bağımsız yargı ve toplumsal adalet.