29 Nisan 2023 10:43

Seçim/sandık darbesi söylemi nasıl işliyor?

Peki AKP’nin 7 Haziran 2015 seçimlerinden beri seçim ve darbe arasında kurduğu bağı nasıl anlamalıyız? Bu politik söylem hangi bağlamda gündeme geliyor ve bu söylemin politik sonuçları ne olur?

Fotoğraf: İslam Yakut/AA

Paylaş

Dinçer DEMİRKENT

Süleyman Soylu tarafından öne sürülen ve seçimlerin bir darbe girişimi olduğunu iddia eden ifadeler yeni değil. Erdoğan’ın 7 Haziran 2015 seçimleri için şu ifadeleri kullandığını hatırlayın: “Bunlardan biri de, önceki gün altıncı yıldönümünü geride bıraktığımız 7 Haziran 2015 seçimleridir. Türkiye, 2013'teki Gezi olaylarıyla başlayan karanlık senaryonun Meclis veçhesiyle 7 Haziran 2015 seçimlerinde karşılaşmıştır. Ülkemizin üzerine belirsizlik kara bulutlarının çöktürülmeye, eski Türkiye özlemlerinin tekrar canlandırılmaya çalışıldığı, terör örgütleri eliyle siyasetin dizayn edilmeye kalkışıldığı 7 Haziran 2015 seçimlerinin asla unutulmaması gerekiyor.”

2019 mahalli seçimlerinde İstanbul’daki seçimin yenilenmesini savunan Yeni Şafak yazarı İbrahim Karagül şöyle demişti: “31 Mart’ta Türkiye’ye seçim üzerinden darbe yapılmıştır… Bir İstanbul projesi için FETÖ’cüler kullanılmıştır… 15 Temmuz sonrasının ilk adımları atılmıştır…  Öyleyse İstanbul’da seçimler yenilenmeli.” Karagül, AKP’nin kaybettiği seçimlere, “seçim darbesi” diyor; darbenin failleri olarak da “çok uluslu akıl”ı belirliyordu. Seçim darbesi, ifadesi İstanbul seçimlerinin yenilenmesi için iktidar cenahında yaygın bir karşılık buldu.

Seçim/sandık darbesi ifadeleri, 2023 seçimleri için de yeni değil, 2022 yılında Sabah Gazetesi’nde Bercan Tutar, Karagül’ün argümanlarına benzer bir akıl yürütmeyle CIA’nın 2023 seçimleri için planladığı bir sandık darbesinden bahsediyordu: “Haliyle 15 Temmuz yenilgisi, Türkiye'ye karşı yeni müdahale arayışlarını paradoksal olarak daha da artırdı. Zaten ABD'nin yeni dönemde 'sandık darbesi' diyebileceğimiz yöntemlere ağırlık vermesi de bunun kanıtı.”

Olağan işleyen bir burjuva demokrasisinde seçim ve darbe arasında bağ kurmanın temellendirilmesi mümkün değil. Bunun nedeni açık; olağan işleyen bir burjuva demokrasisinde kural, siyasal iktidarın sahiplerinin seçimler yoluyla barışçıl biçimde değiştirilebilir olması. Bu kuralın aksine davranarak iktidarı değiştirmek ise darbe anlamına geliyor. Dolayısıyla seçim ve darbe arasında bağ kurabilmek, hatta seçim darbesi diyebilmek ve buna insanları inandırabilmek için başka koşulların yaratılmış olması gerek. Örneğin, zaten seçimlerin olmadığı, siyasal iktidarı değiştirmenin yasal bir yolunun bulunmadığı rejimlerde komplo ve darbe, iktidarı değiştirmenin tek alternatifi haline geliyor. İmparatorluklar ya da prenslikler dönemi bunun örnekleriyle dolu. Kural, iktidarın değişmezliği olunca onu değiştirme girişimlerinin darbe ya da komplo sayılacağı bir rejimin aksine; Türkiye gibi hâlâ seçimli olan, yani kuralın iktidarın barışçıl biçimde el değiştirmesi olan bir rejimde seçimler yoluyla iktidarın değişmesini engellemek ya da seçim dışı yollarla iktidarı değiştirmek komplo ya da darbe olarak adlandırılabilir.

Peki AKP’nin 7 Haziran 2015 seçimlerinden beri seçim ve darbe arasında kurduğu bağı nasıl anlamalıyız? Bu politik söylem hangi bağlamda gündeme geliyor ve bu söylemin politik sonuçları ne olur?

“Darbe”, AKP’nin tarafından üretilen politik söylemin en önemli parçalarından biri olarak 15 Temmuz’un çok öncesinde inşa edildi. AKP’nin 2015 öncesi hegemonik politik söyleminin en önemli parçalarından biriydi “darbe karşıtlığı”. Bunda 2016 darbe girişiminin faili olan Fethullahçı bürokrat ve yazarların da önemli bir payı olduğunu teslim etmek gerek. Ergenekon, Balyoz, KCK gibi büyük davaların, 2010 anayasa değişikliği referandumunun, Gezi direnişine karşı iktidar tarafından kullanılan şiddetin meşrulaştırılmasının özünde AKP’nin yarattığı hegemonik politik söylemin özündeki “darbe” vardı. Bu merkezi söylemin referansları olarak Küçükömer ve Mardin’in düşüncelerinin karikatürize edilmiş versiyonları kullanıldı. Türkiye’de halkın iktidar merkezinden uzak tutulduğu, siyasi alan üzerinde merkezdeki bürokrasinin ve TSK’nın vesayeti aracılığıyla bunun sağlandığı, çevrenin merkezdeki hakkını alma çabalarının ise askeri darbeler ile engellendiği varsayımlarına dayanan bu söylem, Türkiye tarihinin motorunu darbeler olarak tanımladı. Siyasal İslamcıların politik hegemonyasını yaratmaya dönük bu söylem, toplumsal sınıfların mücadelesinin geldiği düzey, dünya kapitalizminin içinde Türkiye’nin konumu hiç tartışılmadan sol ve liberal sol düşünürlerce de beslendi. AKP’nin devlet aygıtını bütünüyle ele geçirmesini sağlayan her adımda bu söylemin devreye sokulması tesadüf değil. Seçilmişler ve atanmışlar ikiliğini hatırlayın. Erdoğan, seçimleri kazandığı her anda, anayasa ve yasalara rağmen giriştiği eylemleri meşrulaştırmak için bu söylemi kullanmış; atanmışları yani anayasa ve yasaları uygulamak zorunda olan bürokratları darbecilikle suçlamıştır. Hatta darbeci, 2015’e kadar “terörist”ten çok daha yaygın ve toplumsallaştırılmış bir suçlamaydı.

Erdoğan’ın seçimleri kazandığı dönem 7 Haziran 2015’te sona erdi. 7 Haziran 2015, seçim/sandık darbesi iddiasıyla muhatap olan ilk seçim oldu. Bu seçimin ardından yaşanan şiddet sarmalı, darbe girişimi, OHAL ve 2017 anayasa değişiklikleri ile Türkiye’nin rejimi değiştirildi. Bu yeni rejimde, komplo/darbe söylemi, seçim ve darbe arasındaki ilişki tersine çevrilerek inşa edildi. Çünkü rejimin sahibi, dün damat Bayraktar’ın vurguladığı gibi ülkenin sahibi, artık değiştirilemez olandı. Seçimler, Erdoğan’ı onaylamak için plebisiter nitelik taşımaktaydı. Bugün darbe seçim ilişkisinin inşa edildiği ortamda, 2015 öncesi söylemin de katkısıyla seçim yoluyla “daha önce seçilmişleri barışçıl biçimde değiştirmenin” yollarında taşlar var. Bu taşlar da artık seçilmiş tarafından atanmış bürokratlarca konuyor.

Sorduğum son soruya da yanıt vermeye çalışayım. Bu söylemin sonucu ne olur? Seçimi darbe olarak tanımlayan kişi güvenlik bürokrasisinin başında bulunan, seçimin güvenliğini yönetecek kişi. Yukarıda yaptığım analiz doğruysa söylediği şu, Erdoğan artık değiştirilemezdir, onu devirmeye yönelik seçim dahil her girişim komplo/darbedir. Post faşist rejimlerin ortak bir özelliği olan bu söylem Trump’ın girişimlerine karşın Birleşik Devletler seçimlerinde işlemedi; kurumlar çalışabildi. Brezilya seçimlerinde yaşanan benzer bir durumdu; Lula’nın ve sahip olduğu kitlesel gücün marifetiyle de olsa kurumlar çalıştı, seçim barışçıl biçimde iktidarın değişmesini sağladı. Türkiye’nin geldiği eşik burası: muhalefetin daha yüksek oy aldığı durumda, bu eşiğin bir yanında siyasal iktidarın halkın iradesi ile barışçıl biçimde değiştirilebilme ihtimali, diğer yanında seçimin bir darbe/komplo olarak kriminalize edilmesi ihtimali var. Bu ikinci ihtimal açık diktatörlük demek. Türkiye’de var olan siyasal kültürün eşiğin birinci ihtimal lehine aşılmasını sağlayacak nitelikleri olduğu, bunun muhalefet tarafından çok güçlü biçimde beslenmesinin elzem olduğu kanaatindeyim.

 

ÖNCEKİ HABER

Düzce’de ortak 1 Mayıs çağrısı

SONRAKİ HABER

Adıyaman’ın çöpleri, mahkeme kararına rağmen meraya dökülüyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa