Burjuva demokrasisinin panzehiri: sosyalist demokrasi
Gramsci’nin belirttiği gibi “icracı sınıfların”, “yöneten sınıflar” hâline gelmesi gerçek bir halk demokrasisiyle mümkün olabilir.
Görsel: Pixabay
Ender Şiar ARGIN
İstanbul
“Burjuvazinin kalemşorları, işçi sınıfının işgal edilen fabrikalardaki etkinliğini tanımaya yanaşmıyor, öfke içinde kıvranıyorlar. […] Toplumsal hiyerarşiler ezildi, tarihsel değerler altüst edildi. ‘İcracı’ sınıflar, ‘kontrol eden’ sınıflar haline geldi. Bu sınıflar liderliği üstlendi ve kendi saflarında kendi temsilcilerini buldu: yönetim erkini alacak olan insanlar; elemental ve mekanik bir yığını organik bir bütüne, canlı bir mahlûka dönüştüren bütün işlevleri kendi üzerlerine alacak olan insanlar. Tüm bunlar, karar verme yetkisinin ve tarihsel inisiyatifin Tanrı tarafından burjuva sınıfına verildiğine inanan burjuvazinin kiralık kalemlerinin öfkelenmesine, karınlarına ağrılar saplanmasına neden oldu.”*
Gramsci’nin Torino’da ortaya çıkan “fabrika konseyleri”nin kapitalistler nezdinde yarattığı tedirginliği aktaran cümleleri “demokrasi” mefhumuna dair de önemli bir tartışmadır. Burjuva anlamının ötesinde bir demokrasiye, “işçi demokrasisine”, “halk demokrasisine” dair tartışmalar uluslararası sosyalist hareketin de gündemiydi ve sosyalist stratejinin önemli bir konusuydu. Gramsci ve yoldaşlarının (Togliatti, Terracini, Tasca) İtalya’nın “kızıl yıllarında” (1919-1920) Torino’da çıkardıkları L’Ordine Nuovo (Yeni Düzen) gazetesinin ismi de aynı canlandırıcı fikrin dışavurumuydu: işçi demokrasisi. Savaş sırasında ortaya çıkmış olan fabrika/atölye komiteleri, Ekim Devrimi’nden esinle yeni bir Sovyet modelini yaratabilir miydi? Burjuva demokrasisinin her anlamda muhalifi ve alternatifi olan sosyalist demokrasinin özgül biçimleri, halkın doğrudan katılımcısı olduğu kitle örgütlerinde ya da çalışma/yaşam alanlarında hayata geçirilebilir miydi?
Çünkü sosyalistlerin demokrasi anlayışı, her anlamda burjuvazinin demokrasi ve parlamento aldatmacasını aşmalıydı. Çünkü burjuva devlet “mülksüzlere yalancı bir güç ve hükümranlık vererek onları her beş ya da yedi yılda bir parlamentoya ve belediye meclislerine kendi temsilcilerini aday göstermeye çağırarak onların itaat etmelerini ve disiplin altına girmelerini”** sağlıyordu. Dolayısıyla sosyalistlerin görevi, fabrikalar gibi kendi iç örgütlenmelerine sahip atölyeler, köylü toplulukları, öğrenci dernekleri, kitle örgütleri içinde çalışmaktı. Bu “yaşam merkezlerinde” kurulacak örgütlenme formları, geleceğin toplumunun iktidar organları olabilirdi.
Bu demokratik-siyasal katılım mekanizmalarının İtalya’da olmasa da hayat bulması, Sovyet işçi demokrasisinin tarihin gördüğü en demokratik sistemini yaratması tesadüf değildir. Çünkü burjuvazinin demokrasi aldatmacasının panzehri sosyalist demokrasidir.
PARLAMENTER DEMOKRASİNİN ÖTESİ
Türkiye tarihinin en kritik seçimlerinden birine gidiyoruz ve bir süredir bu sayfalardan seçimlerin olası sonuçları üzerine tartışıyoruz. Öyle ki Millet İttifakı’nın “parlamenter demokrasiye dönüş” vaadi genel olarak demokrasinin en rasyonel formuymuş gibi anlaşılıyor. Ancak “güçlendirilmiş parlamenter sistem” olarak sunulan bu siyasal gelecek ne yeni bir tür yönetim mekanizması, ne de emekçi sınıflar ve gençlik için alternatif bir seçenektir.
Eğer demokrasi için “halkın devlet yönetimine katılması”nı kastediyorsak; halkın doğrudan kendi yaşam alanlarından kendi günlük ihtiyaçları etrafında katılma şansı bulacağı bir yönetme pratiği, parlamenter demokrasiyle mümkün olmaz. Bu hâliyle bile parlamenter demokrasi; vekil adayı olmak için ödenmesi gereken ücretler, parlamento mensuplarının mesleki dağılımı, vekil adaylarının sınıf kökenleri, parlamentoda alınan kararların halk nezdinde tartışmaya açılma düzeyi vb. yönleriyle halkın demokratik katılımından çok uzaktadır. Burjuva demokrasisinin en “demokratik hakları” tanıyan biçimi bile halkın doğrudan yönetime katılmasını engellemek için taklalar atan, toplumsal eşitsizlikler üzerine yükselen bir demokrasidir.
Ancak küçük bir parantez açmak gerekir ki, parlamenter demokrasi burjuvazinin emekçi sınıflara armağan ettiği bir yönetime katılma şansından daha çok; emekçi sınıfların politik özgürlükler, demokratik haklar için sürdürdüğü mücadelelerin sonucu olarak, burjuvazi istediği için değil başka şansı kalmadığı için hayat bulmuştur. Dolayısıyla işçi sınıfı, kendi yönetme pratiği olmasa da parlamenter demokraside mücadele etmek için bu alanı kullanmalı, kendi demokrasi anlayışını parlamento yoluyla da yaygınlaştırmalıdır. Ama bu ihtiyaç tek adam yönetimine karşı mücadelenin parlamenter demokrasiye dönüşe sabitlenmesine yol açmamalıdır. Çünkü sadece Türkiye’de değil, neoliberal kapitalizmin uluslararası düzeyde yaşadığı sistemik sorunlar, paralel olarak siyasal sistemlere de yansıyor. Burjuva demokrasisinin kriz içinde olması; Macron, Trump, Putin benzeri liderlerin “demokrasi beşiği” ülkelerin demokratik mekanizmalarını tasfiye etmeye yönelmesi, uluslararası kapitalist sistemin genelindeki bu iflasın çıktısı olarak görülmelidir. Hâliyle burjuvazinin parlamenter demokrasiden otokrasiye, askeri diktatörlüğe, faşizme vb. yönelmesi pek çok nedenle olasıdır.
Böyle bir siyasal ortamda zaman burjuva demokrasisinin, parlamenter demokrasinin iyisini kötüsünü değil, ötesini yani halk demokrasisini, sosyalist demokrasiyi tartışmanın zamanıdır.
GERÇEK DEMOKRASİ: HALK DEMOKRASİSİ
Gramsci ve İtalya’daki sınıf savaşları tarihinden verdiğimiz örnek demokrasinin aslında günlük mücadele süreçlerinin konusu olması açısından da önemlidir.
Elbette gerçek bir halk demokrasisi ancak toplumsal eşitsizliklerin ortadan kaldırıldığı bir toplumsal düzende mümkün olur ve bu, ezilen ve sömürülen toplumsal kesimlerin siyasal mücadelesine bağlıdır. Ancak halk demokrasisini mümkün kılacak mücadele, kendi içerisinde böyle bir demokrasiyi hayata geçirecek nüveleri barındıran bir örgütlenme kapasitesine ulaşmalıdır. Örneğin demokratik üniversite talebi etrafında, bizzat ülkenin demokratik mekanizmalarını olumsuzlayan bir sürecin örgütlenmesi, halk demokrasi sorununu tartışmanın olanaklarını arttırabilir. Üniversiteleri öğrencilerin yönetmesi; öğrencilerin kendi örgütlerinin, topluluklarının parçası olacağı bir mücadele sürecini yönetme yeteneğini kazanmasına bağlıdır. Ya da örneğin işçilerin kendi kararlarını alacağı ve icra edeceği bir örgüt formunun (sözgelimi bir fabrika komitesinin) örgütlenmesi, aynı işçilerin ülkenin idaresine katılımını mümkün kılacak bir halk demokrasisini tartışmasının da zemini olacaktır.
Gerçek bir demokrasiyi talep eden toplumsal kesimler, kendi kendini yönetmek üzere, kendi inisiyatif ve hareketiyle kurucu bir sürecin öznesi olabilirse bir “halk demokrasisi” ihtimalinden bahsedebiliriz. Böylece gerçek demokrasi giderek devlete gerek kalmaması anlamında da “demokrasi”nin reddi, yani sosyalist demokrasidir. Halkın doğrudan kendisinin seçtiği, anti-bürokratik bir temsiliyet zinciri yoluyla kendisini yönetmesi, söz ve karar alma mekanizmalarının aynı zamanda itiraz ve denetleme organları olarak örgütlenmesi, Gramsci’nin belirttiği gibi “icracı sınıfların”, “yöneten sınıflar” hâline gelmesi gerçek bir halk demokrasisiyle mümkün olabilir.
*İtalyan Komünist Partisi’nin kurucu liderlerinden Gramsci’nin, 1920 Eylül'ünde Milano, Torino ve Genoa’daki fabrika işgallerini takip eden ilk pazarında Avanti’de yayımlanan “Kızıl Pazar” başlıklı yazısı. Haz. Forgacs, David (2018), Gramsci Kitabı: Seçme Yazılar 1916-1935, Çev. İbrahim Yıldız, Dipnot Yayınları, Ankara, sf. 117.
**Forgacs, Gramsci Kitabı, sf. 118