İki farklı senaryo tek ortak payda
Ne hüsranla bitecek abartılı bir coşku ne de kayıtsızlığa yol açan bir yılgınlık, seçim sonucu ne olursa olsun hayallerimizdeki ülke için mücadele etmekten başka yolumuz yok.
![İki farklı senaryo tek ortak payda](https://staimg.evrensel.net/upload/dosya/234204.jpg)
Fotoğraf: @mtolgaozturk/Twitter
Batuhan ENGİNER
İTÜ
Türkiye aksi iddia edilmeyeceği üzere yakın tarihinin en önemli seçimine gidiyor. Nitekim 2018’de hem başkanlık sistemi referandumu hem de referandum sonrası ilk seçim için de aynısı söylenmekteydi; eğer 14 Mayıs’tan Erdoğan galip çıkarsa -olup olmayacağından emin olamamamıza rağmen- 2028 seçimlerinde de aynısını diyor olacağız. Çünkü Türkiye öyle bir siyasal atmosferdeki her seçim bir öncekinden daha kritik hale geliyor. Maalesef Türkiye, değil 5 yıl, kaybedecek 2 haftaya bile sahip değil. İşte bu yüzden bütün demokrat güçler birinci turda seçimi bitirme çağrısında bulunuyor, işte bu yüzden Cumhurbaşkanlığı seçiminde Kılıçdaroğlu’nun politikalarını benimseyip benimsememekten öte, Türkiye’de demokrasi mücadelesini büyütmek ya da en azından demokrasi kalıntılarını korumak, daha da geriletilmesine izin vermemek için oy kullanacağız.
Birinci veya ikinci tur, tek adamın -ister hileli ister hilesiz- galibiyetiyle sonuçlanırsa her türlü antidemokratik uygulamaya karşı mücadele etmek şimdikinden de zorunlu ve zor hale gelecek. Erdoğan’ın yeni müttefiklerine, gençleri “ateizm ve LGBT furyasından koruyacak” Erbakan’a, kadınların çeşitli iş kollarında çalışmasını yasaklayacak ve karma eğitimi sonlandıracak HÜDA-PAR’a bakarak bunu anlamak hiç de güç olmasa gerek.
AKP'nin ve müttefiklerinin her geçen gün daha gerici bir kamp olarak var olması sebebiyle, Erdoğan’ın kaybetmesi en acil gündem halinde. Bu sebeptendir ki bu seçimin özellikle de ikinci tura kalmadan tek adam iktidarının yenilgisiyle sonuçlanması çok önemli. Kılıçdaroğlu’nun -daha önce de ele aldığımız üzere- ekonomi politikalarının gerçekçilikten uzak olduğunu, ekonomik kurtuluşumuzu sağlayamayacak olduğunu, gerçek bir demokrasiyi tahsis edecek bir programı olmadığını bilmemize rağmen, Erdoğan’ın günbegün yoğunlaşan baskı ve yıldırma politikalarını yenilgiye uğratmak amacıyla Kılıçdaroğlu’na oy vermek için sandığa gidiyoruz.
Girizgahımızı yaptığımıza göre, 14 Mayıs sonrası için iki olası senaryoyu daha derinlikle incelemeye davet diyorum.
KILIÇDAROĞLU KAZANIRSA
Büyük mücadelelerle kazanılan her türlü demokratik hakkın birer birer kaybedildiği ülkemizde Kılıçdaroğlu da iktidara gelebilmesinin değişmez şartının, kaybedilmiş demokratik hakların tekrar yürürlüğe koyulması olduğunun farkında. Her şeye rağmen, bu da Kılıçdaroğlu’nun bugün Erdoğan hangi yetkilere sahipse aynılarına sahip olduğunda ne yapacağını bilebiliyor olduğumuz anlamına gelmiyor. Çünkü hepimizin Türkiye’den çok da iyi bildiği üzere burjuva demokrasilerinde seçimler, belirli bir süreyle bütün yetkinin devredilmesi ve süre dolmadan geri alınamaması prensibine, yani bir kez seçilen liderin görev süresi bitene kadar halkı soyup soğana çevirme hakkına dayanıyor.
Herhangi bir ülke yöneticisine, özellikle de Cumhurbaşkanlığı hükumet sisteminde, babamızın oğlu da olsa güvenmek rasyonel değil. Siyaset bir çıkar ilişkileri bütünüdür ve güveni değil, denetimi temel alarak çalışabilir. Bugün bizimle aynı sorunlardan yakınan, bizle ortak çıkarlara sahip olan kişiler bir kere ezilen konumundan sıyrılıp ezen konumuna geçtiğinde artık çıkarları bizden farklıdır. Dolayısıyla bizle hala aynı fikirde olması, hala aynı şeyler için çabalaması pek de olası değildir. Her şeye rağmen, gerçekten güveniyorsanız buna bir itirazım yok, yalnızca kıymetli bir Rus atasözünü hatırlatmak gerekir diye düşünüyorum. Güven denetime engel değildir! Bu denetimi de başka güvenilmezlere bırakmaktan bahsetmiyorum, bu denetimin doğrudan halkın sağlamasından, halkın örgütlü gücünden ve hatta daha ilerisinin, bir halk demokrasisi inşa edilmesinin gerekliliğinden söz ediyorum.
Her şeye rağmen CHP kendi başına yeterince tutarsızken, çevresinde bulundurduğu gerici ittifak güçleri sebebiyle daha da geleceği muğlak bir pozisyonda bulunuyor. Hem içerisindeki gerici-milliyetçi hem de gerici-İslamcı kanatlarla Millet İttifakı, Türkiye'de demokratik bütün hakların kesin ve nihai geri kazanımını vadetmiyor. Kılıçdaroğlu șahsi olarak bütün demokratik kazanımların ilerletilmesi için uğraş içinde olsa bile CHP ile beraber iktidara taşıyacağı bu ittifak güçleri; Kürt sorunu, kadın sorunu, halkın içerisinde bulunduğu yoksulluk krizi dahilinde yapıcı çözümler üretilmesinin önünde engel olma potansiyelini taşıyor. Bu yüzden Erdoğan'ın yenilgisi takdirinde insanca bir yaşamın, ekonomik ve siyasal özgürlüğün, kendi taleplerimizin uygulanacağının güvencesi olmamız ve bir adım öne atmamız şart. Millet İttifakı hükumetiyle beraber örgütlü mücadele ittifakın vadettiğinden çok daha fazlasını elde edebilecekken, 5-6 yıl önceki haklarımızı geri almakla yetinirsek Türkiye tarihsel bir fırsatı elinin tersiyle itmiş olur. Kendini demokrat ve ilerici bir pozisyonda gören, değişim isteyen gençlik kesimlerine bir sorum da var: Misyonunu “muasır medeniyetler seviyesini yakalamak ve geçmek” olarak belirten bir kimse için 2018 Türkiye’siyle yetinmek tutarlı mı gerçekten? Bugün sosyal bilimler bize sunuyor ki dünyanın en demokratik ülkeleri olarak kabul edilen İskandinav ülkelerinden daha demokratik pek çok model dahi mümkün. Bizse bir kazanımla, bir gelişmeyle yetindiğimiz sürece hiçbir, sosyal ve teknik ilerleme imkanını değerlendiremeyeceğiz.
ERDOĞAN KAZANIRSA
Bu senaryo, korkunç bir gelecek yaratma potansiyeline sahip olsa da Türkiye’deki tüm muhalif güçlerin 15 Mayıs sabahına Silivri’de uyanacağı manasına gelmiyor. Erdoğan iktidarı taktiği itibariyle her türlü baskıcı politikasını zamana yayarak, muhalefeti sindirerek uygulamaya koyuyor. Bu politikaların başarılı olmasının en önemli sebeplerinden biri, uzun zamana yayılan ve dirençli bir muhalefetin önkoşulu olan örgütlülüğün çok az olması.
Konu Erdoğan’ın kazanma ihtimaline gelince sıklıkla yurt dışına yerleşmek gerek şaka yollu gerek ciddi olarak söyleniyor. Mesele gerçekten yurt dışına göç etmeye geldiğindeyse sanılanın aksine pek de iç açıcı bir tablo yok. Moral bozmak için değil fakat gerçekçi olmak için yazıyorum. Mevcut ve en güncel TÜİK verilerine göre 85 milyonu aşkın nüfus arasından 2021 yılı boyunca yurt dışına göç etmiş TC vatandaşlarının sayısı 103 bin, bu da tam verilerle demek oluyor ki bir TC vatandaşının yurt dışına gitme şansı 1/823; bu istatistik oldukça sert bir cevap veriyor çoğumuzun içindeki Avrupa hayaline. Bu 103 bin kişinin kaçının Avrupa veya Kuzey Amerika’ya gittiğini de düşünmek lazım. Neticede, bu sayı içerisinde birçoğu Türkiye’den daha kötü konumlarda olan 3. dünya ülkelerine giden mühendisler, ticaret amacıyla çeşitli Afrika ve Güney Asya ülkelerine taşınan burjuvalar da bulunuyor. Şimdi, kendi sınıfsal konumumuzu ve verileri düşünerek bir sonuca varmamız gerekiyor. Bu sonuçsa Türkiye’de kalacağımız, kaderimizin halkımızla ortak olduğu. Avrupa ve Kuzey Amerika ülkelerinde yaşamanın hem imkansızlığını hem de göçmen olarak gidecek olmanın zorluklarını hasıraltı ettiğimizde dahi karşımıza bir şey çıkıyor. Buna imkânımız olsa da en iyi karar bu mu?
Her ne kadar, başka bir ülkede yaşamaya “hak kazansak” da bu halkımızın, akrabalarımızın, dostlarımızın burada kalacağı gerçeğini değiştirmiyor. 14 Mayıs’tan sonra da tek adam iktidarı devam ederse Türkiye’de geride bırakacağımız şeylerden biri halkımız olacak. Burada bizi ahlaki bir soru bekliyor. Geride kalanlara ne olacak? “N’olacak ya başlarının çaresine bakarlar (!)”
Türkiye’de gençlik, muhalif fakat toy karakteriyle birçok şeye kadir. Güvenilir ve işler bir hukuk ve demokrasiden iş, sağlık, eğitim güvencesine kadar. Çünkü bir şeylerin değiştirilebilmesi için önce istemek sonra da bunun adına bir uğraş vermek gerekiyor. Türkiye’de gençlerin büyük çoğunluğunun bunların hepsini istediğine şüphe yok. Eksik olan şeyse bunların coğrafyadan, kültürden bağımsız olduğunu, Avrupa halklarının bunları havadan edinmediğini, ezelden beri refah ve demokrasiyle yaşamadığını, henüz şuracıkta 70 yıl önce dünya tarihinin en büyük savaşını kendi aralarında verdiklerini, 30 milyondan fazla kardeşlerini gömdüklerini hatırlamak.
“Erdoğan, bu seçimde de gitmezse nasıl gidecek?” sorusuysa gerçekten kıymetli bir soru yazdıklarıma karşı. Avrupa’ya demokrasinin havadan gelmediğini söylemiştik. Avrupalıların insanlık dışı uygulamaları, yapanlarıyla mücadele ederek terk ettiklerini, faşizme karşı direndiklerini; insanca bir yaşam için sosyalist veya sosyal demokrat iktidarların arkasında durduklarını, bugünün en refah Avrupa toplumlarının sistemlerini cılız sosyalizm denemelerinin, sosyal demokrasilerin sayesinde olduğunu ve bu iktidarların işçi sınıfının herkese oy hakkı, kamusal sağlık, kamusal eğitim mücadeleleri sayesinde kurulduğunu hatırlamak gerekli.
14 Mayıs’tan sonra Erdoğan iktidarı şüphesiz daha baskıcı ve daha gerici olacak. Bizim tanımladığımız şekliyle söylemek gerekirse, faşist kurumsallaşmasını tamamlayacak. Henüz bugünden ipuçları veriliyor, 14 Mayıs bir darbe girişimidir diyerek mevcut demokratik yollar da kapatılmaya çalışılıyor. Nitekim, en kötü senaryo gerçekleşse dahi faşizm de yıkılabilen ve kendisine karşı geniş halk kesimlerini mücadele etmeye itan bir iktidar biçimidir. Erdoğan faşist kurumsallaşmasında ilerledikçe daha dengesiz ve saldırgan oluyor. Erdoğan gericileştikçe muhalefet ortak aday çıkarıyor, Türkiye’deki demokratik güçler birleşiyor. Faşizmin kurucusu Mussolini dahi günün sonunda Komünist Parti güçlerince yakalanmış ve halka hesap vermiştir. Eğer 14 Mayıs’ta kaybedersek Türkiye gençliğine tek açık kapı kalacak “içindeki asil öfkeyle kaynayan kanına izin vermek!”
SONUÇ
Böylece bu yazıda ortaya çıkarmaya çalıştığım üzere Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olarak devam ettiği senaryoda örgütlü mücadele artık yaşama hakkını, toplumda bir fert olma hakkını savunmak üzere hareket edecek. Talebinin kendinden haklılığı nedeniyle daha geniş kesimlerin örgütlü mücadeleye katılımı olanaklı olacak, halkın bütün demokrat gücü tek çatı altında, ortak hedef etrafında birleşebilecek; muhalif güçler birleşik cepheye, ortak mücadeleye daha da yatkın olacak. Millet İttifakı iktidarındaysa vadedilen veya edilmeyen her türlü basit insani talebimizin en hızlı şekilde kazanılması için 20 yıllık AKP iktidarına karşı olduğundan çok daha efektif hale gelecek bir mücadele aracı olacak. Bu sebepten, kampüslerden ülkenin bütününe, kadınlardan işçilere; her yerde ve herkesle beraber, örgütlü mücadele bir kez daha ve her iki senaryoda da karşımıza bir zorunluluk, halk iktidarı ve gelişkin bir demokrasi için en güçlü ve sonuçlandırıcı mücadele aracı olarak karşımıza çıkıyor. Ne sonu hüsranla bitebilecek olan abartılı bir coşku ne de kayıtsızlığa yol açan bir yılgınlık, seçimlerden sonra da sonuç ne olursa olsun kendi gücümüze güvenmeye ve hayallerimizdeki ülke için mücadeleye devam etmekten başka yolumuz yok.
Evrensel'i Takip Et