Doç. Dr. Erdem Yörük: İktidarın gitmesi mücadelenin önünü açacak
14 Mayıs için beni asıl umutlandıran şey, demokrasi ve özgürlük için mücadele edecek insanların, bu mücadeleyi gerçekleştirebileceği minimum özgürlük seviyesine kavuşacak olmamız.
Fotoğraf, Erdem Yörük'ün kişisel arşivinden alınmıştır.
Serpil İLGÜN
Sonunda geldi! Son iki yıldır, daha yoğun olarak da bir yıldır ekonomiden depreme, bütün meselelerin üzerine çıkarak sayısız anketle, yığınla similasyon ve spekülasyonlarla yanıt aranan, “Türkiye’nin en tarihi, en kritik seçiminde demokrasi ihtimali mi, dinci faşizmin inşası mı galip gelecek” soruları yarın akşam yanıt bulacak.
Siyasetsizleştirilen seçim tartışmaları boyunca, seçim yorgunu haline gelen 60 milyon 697 bin 843 seçmen, Türkiye’nin rotasını belirlemiş olacak.
Son haftalarda daha yoğun olarak “çekil” çağrıları yapılan Memleket Partisi lideri ve Cumhurbaşkanı Adayı Muharrem İnce’nin yarıştan çıktığını açıklaması, Cumhurbaşkanlığı seçiminde Kılıçdaroğlu lehine seyreden ibreyi kuvvetlendirdi. Böylece, iktidarın seçim kazanma yolunda girdiği dinci, milliyetçi ittifaklar ve kutuplaşmayı da aşarak düşmanlaştırma üzerine kurulu kampanyaya karşı, toplumun değişim talebinin galip geleceği umudu daha da yükselmiş oldu.
Koç Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Erdem Yörük’le, son düzlükte “sağ salim seçim gününe varacak mıyız” endişeleriyle birlikte, kazanma umudunun da yükseldiği seçimin son tablosunu değerlendirdik.
Adaylığı resmileştiği günden bu yana iktidardan çok muhalefete vuran çıkışlarıyla gündemden inmeyen ve ne yazık ki seçime dört gün kala hakkında çirkin iddialarda bulunulan Muharrem İnce adaylıktan çekildi. Çekilirken “seçimi kaybettiklerinde bahaneleri kalmasın” dedi ama İnce’nin bu kararında oylarındaki hızlı düşüşün etkili olduğu söyleniyor. Katılır mısınız?
İnce olayının bir siyasi analiz kısmı var, bir de konspiratif, yani komplocu kısmı var. Bu ikisi arasındaki belirsizlik bu konuda gerçek bir analiz yapmayı zorlaştırıyor. Zira, 20 yıldır o kadar çok şey gördük ki, rüşvetler, pazarlıklar, kasetler gibi komplo argümanlarını yüzde yüz dışlayamıyoruz. Dışlarsak o zaman çok naif oluyoruz. Yani gerçekten konuyla ilgili bir sürü analiz yaptıktan sonra, “büyük dönüşümün” esasında birisinin bir yerden uyuşturucu kaçırması, bir kaset veya bir toplantıdan sonra olduğunu öğrenebiliyoruz.
Bunları bir kenara koyarsak, İnce’nin kendisini ve partisini siyaseten var etmek için girdiği pragmatist yarışta tepki oylarını çekerek yükselişini gözlemlemiştik. AKP’ye İslamcı olduğu için, CHP’ye de Kürt meselesinden ötürü mesafeli olan özellikle Ege ve Trakyalı seküler milliyetçi insanlar İnce’ye destek veriyordu. İkinci bir kesimi de, çoğu ilk kez oy verecek genç seçmenlerin tepki oyları oluşturuyordu. Özellikle genç seçmenler desteğinin kendiliğinden olmadığını düşünüyorum. Çünkü son 1.5 senedir sosyal medya üzerinden, çok başarılı bir anti Kılıçdaroğlu kampanyası sergilendi. Kılıçdaroğlu kampanyasının başlamasıyla birlikte İnce balonunun söneceğini bekliyorduk. Zaten son haftalara girilirken bazı araştırmaların yüzde 10’ların üzerinde ölçtüğü destek hızla düşmeye başladı. Dolayısıyla bunun etkisinin olduğunu ben de düşünüyorum.
KILIÇDAROĞLU’NUN KAZANMA OLASILIĞI GÜÇLENİYOR
“İnce’ye verilen destek nereye yönelir” sorusuna sizin yanıtınız ne? Birinci turda Kılıçdaroğlu’nun ipi daha rahat göğüslemesine yarar mı?
Yarar diye düşünüyorum. Muhtemelen İnce’nin oyu yüzde 2-3 seviyelerine gerilemişti. Bunun yüzde 0.5’i Sinan Oğan’a, bir puanı da Kılıçdaroğlu’na gidebilir. Bir kısmı da oy vermeyecektir. Ama oy vermemek de fiili olarak önde giden adaya destek anlamına geliyor. Yüzde 49-50 arasındaki oyla önde giden Kılıçdaroğlu’nun da ihtiyaç duyduğu oy yüzde 1.
Bununla birlikte, KONDA araştırmasının yüzde 7.8 gördüğü kararsız seçmenlerin, Kılıçdaroğlu kampanyası tarafından kalan iki günde nasıl çekileceği de çok önemli.
Seçime iki gün kala kararsızlar oranının yüzde 8’e yakın olması çok yüksek değil mi?
Çok yüksek. Bu seçim çok değişik bir seçim. Bu 7.8’lik kitle nereye gidecek hala tam belli değil. Oransal dağıtıldığında yarısı Kılıçdaroğlu’na geliyor ve bir ihtimal kararsızlar içinde Kılıçdaroğlu tarafı daha ağır basabilir. Böyle olursa ve İnce’den gelecek oylar da eklendiğinde Kılıçdaroğlu rahatlıkla yüzde 50’nin üzerine çıkabilir. KONDA anketinin 6-7 Mayıs tarihlerinde yapıldığını ve birkaç haftalık trendi düşününce, Kılıçdaroğlu’nun birinci turda kazanması olasılığı çok daha güçleniyor.
LGBTİ STRATEJİSİ ÇALIŞMADI
Kendisi de seçimi, varlık yokluk seçimi olarak addeden Erdoğan ve Cumhur İttifakı, halkın bir kısmının diğer kısmına karşı istikrarlı bir şekilde düşmanlaştırıldığı bir kampanya yürüttü. Önceki seçimlerde de din, bayrak, beka, bölücüler vs. argümanları kullanılırdı ama bu seçimde bu kadar keskinleştirilmesinin, özellikle Türkiye’de kimsenin gündeminde yokken LGBTİ meselesine bu kadar yüklenilip, herkesin LGBTİ destekçisi ilan edilmesinin ne kadar çalıştığı ile ilgili gözleminiz ne?
Bence Erdoğan’ın normalde bu kadar ötekileştirici ve kutuplaştırıcı bir kampanya yapma tercihi olmayacaktı. Ancak elinde başka enstrüman kalmadığı için son çare olarak buna sarıldı. LGBTİ meselesini ele alalım, dediğiniz gibi iktidar kampanyası, Türkiye tarihinde görülmemiş bir şekilde LGBTİ karşıtlığı üzerine şekilleniyor. LGBTİ meselesi, Türkiye siyasetinin en ana eksenlerinden biri olmadığından buna seçmenin de bu konuyla çok ilişkilenemediğini düşünüyorum. LGBTİ konusunun bu kadar kullanılmasının altında şöyle bir varsayımın olduğunu tahmin ediyorum: Bu söylemi Macaristan lideri Orban kendi kampanyasında kullanmış ve büyük bir başarı kazanmıştı. Erdoğan’a da bence bunu önerdiler. Ama yanlış bir öneri. Çünkü Orban zaten seçim sürecinde hep öndeydi. Bizdeyse aylardır muhalefet önde. Erdoğan’ın yüzde 50’nin üzerinde olduğu varsayılarak, bu tarz bir kampanya stratejisiyle oy kaybının önüne geçilmeye çalışıldı. Erdoğan’ın kazanmak için ortalama 7-8 puana ihtiyacı var ama böyle söyleyerek o puanı alamazsınız, alamadılar da zaten. Erdoğan’ın söylediği yeni bir şey olmadığı için, yeni seçmen de kazanamadı.
BÜROKRASİ DE SEÇİMİ MUHALEFETİN KAZANACAĞINI SATIN ALDI
Seçimi muhalefetin kazanmasını darbe olarak nitelenmesi veya “ya ağır müebbet alırlar ya vücutlarına kurşun girer” gibi açıklamalarla tehdit dozu yükseltildi. Bahçeli önceki gün de “devleti yıktırmayacağız, gerekirse hepimiz Topal Osman olur, vatana göğsümüzü siper ederiz” dedi. Bu tür açıklamalar tedirginlik yaratsa da değişim isteğinin önüne geçebiliyor mu?
Zannetmiyorum. Ayrıca bu tür ifadelerle muhalefet seçmeninden çok, devlet bürokrasisine bir mesaj verildiğini düşünüyorum. İktidarı kaybetmek istemiyorlar ama buna başka yollarla müdahale etmek de bir kapasite ve devlet içinde bir konsensusun sonucu olmak zorunda. Kılıçdaroğlu da, Meral Akşener de aylardır “namuslu bürokratlara sesleniyorum” diyerek, bürokratlara mesajlar veriyorlar. Devlet bürokrasisinin içinde YSK da var, emniyet güçleri de var ve bu çağrı yankı bulmuşa benziyor. Bununla birlikte, son iki gün ne görürüz bilmiyorum ama seçim sürecinin beklediğimizden çok daha sakin geçtiğini düşünüyorum.
Düşününce evet, bu kadar kışkırtıcı, hedef gösterici propagandaya rağmen provokasyonlar sınırlı kaldı.
Bu kadar kritik bir seçime girerken, her gün toplumun bir kesimi bu kadar hedef olarak işaretlenirken, endişemiz şu değil miydi? 7 Haziran-1 Kasım arasına da referans vererek bir şiddet dalgası içinde, güvenlikçi bir anlayışın seçmeni ikna etmesi. Erzurum’da Ekrem İmamoğlu’na bir provokasyon oldu. Ama şu anda bütün dünyanın izlediği bir seçime gidiyoruz, bir dönem bitiyor. Kuşkusuz İmamoğlu mitingine saldırı ciddiydi, küçümsemek için söylemiyorum ama endişelerimiz böyle olayların çok daha ötesinde fenalıkların olacağı idi. AKP Seçim kampanyası, benim beklediğimden çok daha fazla “kampanya” gibi geçti, TOGG, TCG, doğalgaz keşfi, asgari ücret, AKP seçmeni vaatlerle ikna etmeye çalıştı önemli ölçüde.
Bunda şunun da etkisi var mı, İmamoğlu’na yapılan saldırı için Erdoğan’dan Soylu’ya, Bahçeli’den Destici’ye önce neredeyse “saldırıyı yapanların ellerine sağlık” denildi. İki gün sonra Yeni Şafak, “İmamoğlu’na saldırıyı FETÖ yaptı, hedef de Erdoğan” dedi. İktidar içi tartışmalara da işaret edilmekle birlikte buna, toplumun saldırıya verdiği reaksiyon de bariyer oluşturmuş mudur?
Kuşkusuz etkisi olmuştur. Rejim 7 Haziran -1 Kasım arasındaki gibi bir ortamı yaratamıyor, çünkü dediğim gibi bunun imkanları için saha sınırlı, devlet bürokrasisinin bazı kesimleri bu konuda işbirliği yapmıyor olabilir. Gerekli uzlaşmanın tam sağlanamadığını düşünüyorum. Örneğin, Süleyman Soylu’nun İçişleri Bakanlığı bünyesinde paralel bir oy takip sistemi kurmaya çalışıyor, ama talebine YSK izin vermedi. Bence bunlar devlet bürokrasisinin de, seçimi muhalefetin kazanabileceği ihtimalini bir ölçüde satın aldığını gösteriyor.
AKP’DEN EN AZ KOPAN KİTLE YOKSULLAR
Bir yandan “beka, din, bayrak, vatan” söylemine, bir yandan İHA, SİHA, savaş uçağına abanmanın yetmediği görülüyor ki, günün sonunda “liderinizi patates, soğana kurban vermeyeceksiniz değil mi?” deniyor. Sandık yaklaştıkça, “Tamam kırgınlığınız, kızgınlığınız olabilir ama Erdoğan size bir sürü şey yaptı. Hem öbür tarafa bakın, Erdoğan’dan vazgeçmeye değer mi?” yazıları, konuşmaları daha fazla yapılıyor. Minnet duygusuna yaslanmak neyi gösteriyor?
Devasa bir ekonomik kriz var ve bundan en çok etkilenenler işçi sınıfı ve en yoksullar. AKP desteği de yoksullar arasında diğer sınıflara göre çok daha fazla. Ve anketlere baktığımız zaman, AKP’den en az kopan kitlenin de yoksullar olduğunu görüyoruz. Şöyle düşünürüz normal şartlarda, “bir krizden en çok kim yara alıyorsa, onlar muhalefete geçerler!” Ama değil. Değil çünkü birincisi, sosyal politikalar ve sosyal yardımlar meselesi çok kritik. Zira yoksullar siyaseten de, ekonomik olarak da en az risk alabilecek kesimler.
Yani, 21 yılda bağımlılık ilişkisine dönüştürülen sosyal yardımların seçime giderken biraz daha arttırılması ve “biz gidersek bu destekleri alamazsınız” söylemi, oy kaybının toparlamasında önemli bir paya sahip?
Aynen öyle. İnsanlar “evet durumumuz daha kötü ama en azından şu anda bir şey alıyoruz” diyor. İktidar değişirse bunun gideceğini düşünüyor. Dolayısıyla bu minnet duygusunun oluşturulduğunu düşünüyorum.
Benzer bir durum deprem için de geçerli. Depremde de yakınlarını, evlerini kaybeden insanların büyük tepki göstermesi bekleniyordu ama orada da tam tersine, özellikle AKP’nin güçlü olduğu depremden etkilenen illerde “yaparsa yine reis yapar” diye düşünen milyonlarca insan var. Dolayısıyla, mağduriyetin insanları iktidardan kopartacağını varsayamıyoruz. Çünkü iktidar onlara diyor ki, “tamam şu aralar kötüyüz ama neler yaptığımıza bakın, bize yine bir fırsat verirseniz hallederiz!” Hatta, “Ancak biz hallederiz” diyor ve bu söylem satın alınıyor.
AKP’nin seçimde yüzde 35 oy alacağı görülüyor ve bu hala çok yüksek bir oran. Bunun en büyük sebeplerinden biri de hem sosyal yardımlar, hem barınma meselesinden ötürü o riskin alınamaması. Bunun içinde AKP seçmenin yüzde 20’lik kesiminin gerçekten çok dindar ve muhafazakar olması da var elbette. Ve CHP ne yaparsa yapsın, bu kesimin oyunu alması çok zor. Tabii devletin bütün imkanlarının kullanılmasının, eşit bir seçim rekabetinden bahsedilememesinin de yüzde 35 bandında seyretmesinde önemli katkıları var.
ERDOĞAN DESTEKÇİLERİ DUYGUSAL AÇIDAN STABİL
Geçtiğimiz günlerde Koç Üniversitesi bünyesinde “Polıtus Türkiye Panoraması: Seçimlere Girerken Hangi Seçmen Ne Hissediyor, Neyi Konuşuyor” başlıklı bir araştırma yayınladınız. Araştırma, seçmenler arasında en yoğun hissedilen duygunun öfke olduğunu ortaya koyuyor. En çok hangi mesele seçmenin öfkesini çekiyor?
Öfke, ekonomi veya dış politikadan ziyade, en çok adalet meselesinde yoğunlaşıyor. Bunun da bir sürü sebebi var, Türkiye sürekli olarak endişe verici olayların olduğu bir yer, dolayısıyla muhalefet seçmeninin bir sürü şeye öfkelenmesi için bir sürü sebep var ama Kılıçdaroğlu destekleyicileriyle, Erdoğan destekçilerinin duygusal dünyasını karşılaştırdığınız zaman, Erdoğan destekçilerinin duygusal açıdan çok daha fazla stabil olduğunu görüyoruz. Mesela Kılıçdaroğlu destekçilerinin şaşkınlık duygusunda sürekli inişler çıkışlar söz konusu. Bu çok normal çünkü çok şaşırtıcı şeyler oluyor Türkiye’de. Ama asıl soru, bu kadar hayrete düşülen olay olurken AKP seçmenin buna neden şaşırmadığı? Her şeyin kanıksanması, normalleştirilmesi çok ürkütücü. Muhtemelen iktidarın iç düşmanlar, dış düşmanlar anlatısı kendi seçmeni için Türkiye’de olan birçok şeyi anlaşılır kılıyor. Örneğin, İmamoğlu’na Erzurum’da yapılan saldırı sonrası yapılan sokak röportajlarında bir sürü insan, “sen Erzurum’a gidersen böyle olur tabii” diyor.
Bu da yukarıda söylenenlerin tabanda satın alındığını gösteriyor.
Aynen. İktidar söylemlerinin seçmenleri arasına nüfuz etme hızı ve şiddeti, inanılmaz gerçekten. Sokaktaki teyzeler AKP ilçe başkanı gibi konuşuyor. Kutuplaşma olduğu için CHP seçmenin de kullandığı belli kalıplar, söylemler var tabii ama bu o kadar merkezi koordine edilen bir şey değil.
MÜCADELENİN ÖNÜNÜN AÇILMASI GEREKİYOR
Evet, 14 Mayıs’ta tek adam rejimi kaybettiğinde bu memlekete bahar hemen gelmeyecek ama popülist otoriter rejim neden kazanmamalı?
Türkiye 15 Mayıs’ta dediğiniz gibi güllük gülistanlık bir yer olmayacak, Türkiye’yi daha eşit, daha adaletli, daha yaşanır bir yer haline getirmenin yolu da bu konuda mücadele etmekten geçiyor. Şu anda da bu mücadele yapılamıyor. Beni asıl heyecanlandıran şey, yeni iktidarın getireceği demokrasi seviyesi değil, daha fazla demokrasi ve özgürlük için mücadele edecek insanların bu mücadeleyi gerçekleştirebileceği minimum özgürlük seviyesine kavuşacak olmamız. Yıllardır yürüyüş yapmak veya fikir açıklamak çok zor, HDP’li siyasetçiler cezaevinde, bunların hiçbiri kabul edilemez şeyler. Siyasi mücadele yapmanın önünün açılması gerekiyor. Beni en temelde heyecanlandıran şey bu. Bunun dışında, bu kadar devasa bir rant ekonomisi ve yolsuzluğun ortadan kalkması, belki daha adaletli sosyal refah uygulamalarının ortaya çıkması gibi meseleler gündeme gelecektir. Ve tabii ki bunların hepsi siyasi mücadelelerin, sınıf mücadelelerinin bir ürünü olacaktır. Ama bu kadar baskı ortamında olamıyor. O nedenle beni esas umutlandıran bu.
Cumhurbaşkanlığının ikinci tura kalması halinde öngörünüz ne olur?
Kemal Kılıçdaroğlu’nun ikinci tur olursa kesin kazanacağını düşünüyorum ama seçimin büyük olasılıkla ilk turda biteceğine inanıyorum.