Dünyayı değiştiren kadınlar…
Eski bir öğretmen olan Nancy Edison, yedinci çocuğu olan Thomas´ın sadece yazma bozukluğu yaşadığını görür ve yıllarca onu evde hem eğitir hem de kendisine güven duymasını sağlar.
Fotoğraf: Wikimedia Commons
Eylem KUBANEK
20. yüzyılın en büyük kaşiflerinden biri olan Thomas Edison, ilk elektrikli ampulden tutun da film kamerası gibi, bugün bizim hayatımızın olmazsa olmazları arasına giren, birçok yeni icada imza atmıştır. Dünya çapında bütün okul kitaplarında adı gecen, daha çocukken adını öğrendiğimiz bir kahraman. Peki Edison için en büyük kahraman kimdir biliyor musunuz? Annesi Nancy Edison’dur. Günlüğünde şöyle bir anısını dile getirmiştir.
“Daha okula başlayalı iki ay olmuştu. Birgün öğretmenim elime bir mektup tutuşturdu ve onu sadece anneme vermemi söyledi. Annem mektubu okurken ağlamaya başladı. Çok üzülmüştüm, kesin içinde kötü bir şey yazıyor” diye düşünüp, ağlamaya başladığımda, annem gözyaşlarımı silip, “Oğlum üzülmem öğretmenin senin çok üstün zekalı bir çocuk olduğunu ve gittiğin okulun ve kendisinin sana yetmediği için seni evde okutmamın daha doğru olduğunu yazıyor” demişti. Yıllar sonra, eski eşyaları karıştırırken bu mektubu okuduğunda ise; “Benim geri zekalı olduğum ve okula gidecek düzeyde olmadığım yazıyordu. Yine gözyaşlarına boğulmuştum ama artık gözyaşlarımı silecek annem yoktu, çoktan ölmüştü. Şu an beni bütün dünya yaptığım keşiflerimle tanıyor ve kahraman olarak görüyor ama asıl kahraman annemdir. O beni okuldan attıklarında dahi bana özel olduğumu hissettirdi, kendime inanmamı ve araştırmamı sağladı. O olmasaydı bugün ben bu ulaştıklarımın hiçbirine ulaşamazdım.”
Eski bir öğretmen olan Nancy Edison, yedinci çocuğu olan Thomas´ın sadece yazma bozukluğu yaşadığını görür ve yıllarca onu evde hem eğitir hem de bu dışlanmışlığı ona çok istisnai bir durum olarak göstererek oğlunun kendine olan inancı ve güvenini geliştirir.
Yine beni çok etkileyen diğer anne ise Alberta King’dir. Dönemin kadın örgütlerinin özel bir kurucusuydu ve sisteme karşı, eşitlik mücadelesi veren bir anneydi. Oğlu Martin Luther King 1964 yılında Nobel Barış Ödülü’nü kazanmış, hayatı boyunca eşitlik ve özgürlük mücadelesi vermiş ve ne yazık ki 39 yaşında bir suikast sonucu öldürülmüştür. Martin Luther King’in biyografisinde; siyah olduğu için beyaz çocuklara ders vermesi yasaklanan annesinin onun en önemli öğretmeni olduğunu yazar. Yaşamı boyunca hayalini kurduğu özgürlük ve eşitlik tohumlarını eken kişi annesi olmuştur.
1963´te Washington´daki iş ve özgürlük yürüyüşünde 250 binden fazla insanın karşısına geçip de; “I have a dream” (Bir hayalim var) diye başlayan Martin Luther King’in yaptığı konuşma tarihin en simgesel ve unutulmaz konuşmaları arasındadır.
Bu örnekleri çoğaltmak mümkünken, sanki çocukları dünyada büyük bir iz bırakamayan anneler daha önemsizdir gibi bir izlenim yaratmak istemiyorum. Hepimiz iyi biliyoruz ki bir kadının dokuz ay boyunca karnında bir canlıyı taşıyıp onu hayata getirmesi mucizedir ve dünyaya gelen her varlık eşsizdir. Vurgulamak istediğim şey; toplumun şekillenmesinde annelerin rolü.
Sigmund Freud´un psikiyatriye yaptığı en büyük katkılardan birisi de; bir çocuğun yaşamındaki ilk yılların, gelecekteki “öz yapısının” belirlenmesinde çok önemli olduğunu bulmuş olmasıdır. Anne sevgisi görmemiş, anneleriyle sağlıklı ilişkileri olmayan çocukların birçoğunun, güvensizlik, duygularını yönetme, kendini yalnız hissetme ya da gereksiz hırslara ve kötü alışkanlıklara yönelme gibi özellikler geliştirdiği görülmektedir. O nedenle annelerin çocuğun fiziksel gelişimi kadar ruhsal sosyal ve kültürel gelişimine de önem vermesi gerektiğini düşünüyorum.
Mayısın ikinci pazarı olan “Anneler Günü”nde, buradan bir anne olarak, bütün annelerin gününü kutluyorum.