Yaşatmak
Unutmak ve alışmak; ihanettir kaybettiklerimize. Hep konuşalım Antakya’yı, yazalım, şiire türküye ekleyelim, paylaşalım. Rant gözüyle bakılan topraklara; kirli ellerin yaklaşmasına izin vermeyelim.
Fotoğraf: DHA
Dr. Ayda AŞKAR
Depremin en çok yaraladığı güzel çocuğum, vatanım, toprağım, gözümün nuru Antakya… Ben iyileşmek ve unutmak istemiyorum.. Kopan kolun ağrısı nasıl geçmiyorsa, senin de ağrın geçmiyor yüreğimden… Uykuma dalmadan önce her gece o merhametsiz sarsıntıyı tekrar tekrar beynimde ve gözlerimde yaşıyorum, evin her eşyasının merhamet dilenen çığlıklarını, duvarların çatırdamalarını ve göğün gürlemelerini tekrar tekrar hissetmek istiyorum. Alışmak ve unutmak; acımasızca bir savunma mekanizması benim için. Bunları hissettikçe yıpranmıyorum, doğal bir yas bu; bileniyorum. Doğal bir afeti, olabilecek en büyük felakete çevirenlere karşı öfkeliyim, affedilemez, helalleşilemez bir suç bu, suçların en büyüğü ile Antakya’nın ve güzel çocuklarının soluğu durdu, kanaya kanaya can çekişti.
Unutmak ve alışmak; ihanettir kaybettiklerimize. Hep konuşalım Antakya’yı, yazalım, şiire türküye ekleyelim, paylaşalım. Rant gözüyle bakılan topraklara; kirli ellerin yaklaşmasına izin vermeyelim. Ne kadar özel bir yer ve özel bir kültürü olduğunu ve hak ettiği muameleyi yapamayacak hiç kimsenin yaklaşamayacağını hissettirelim…
Bahar; her yerde aynı…
2. ONARMAK
İyileşeceğiz, düzeleceğiz, yeniden doğacağız diyoruz ya; bunu devletin ancak cömert ve şefkatli bilimsel ve matematiksel birikimi ve bilinci ile yapabiliriz. Güvenilir zemin etütleri, tarihi zenginlik yenileme projeleri, yeşil alan, sanayi ve ticari bölge, yerleşim alanları incelemeleri yapılmadan bir çivi bile çakılması doğru değildir ve Antakya’mıza zarar verecektir. Yerli işletmelere ve esnafa can vermek için ayrı bir bütçe planlanmalıdır. Antakya’mız; Bizans ve Roma ihtişamından sonra Türkiye Cumhuriyeti’nde kendine özgün ve liyakatli bir güzellik ve zenginlikle yeşermelidir.
Hatıralara ve geçmişe saygılı, yitirdiği her şeyin farkında olan, değerini bilen ve gelecek nesillerin sadece tarih kitaplarından okuyacağı , bir daha yaşanmayacak, yaşansa da böyle kahredici olmayacak bir mimari temelle doğan yeni bir Antakya istiyoruz ve hak ediyoruz.
3. TEKRAR
Sürekli Antakya’dan bahsetmek, bilmeyenler için sıradanlaşıp bıktırıcı olabilir, basit bir sohbet malzemesi, duyarlılık adına bir mimik hareketine inebilir zamanla.. Ama Antakya’nın her çocuğunun kökleri, o toprakların derinliklerinde binlerce yıllık bir geçmişle sarmaş dolaştır, karman çormandır… İstese de bağlarından, suyunun ve havasının besleyiciliğinden kopamaz.. Antakya’nın çocuklarının bağı; koca bir çınarın köklerinin toprağa salınması ve bağlanması gibidir… Baharat kokuları; çocukluğumuzun beyin kıvrımlarının en derininde naylon lastikli ayakkabılarımız dönemine uzanır, oradan horoz şekerini, esnaf lokantasında iştahla içilen mercimek çorbasını, künefesini, baharata banarak yenilen simidini gün yüzüne çıkarır hemen. Sıcak yaz gününde içilen buz gibi meyan kökü şerbetinin dilde çok uzun süre bıraktığı tatlılık ve rahatlama hissi gibidir Antakya’nın akla düşmesi... Bir koku, bir ses, bir renk ile günün her saati düşüveriyor içimize hem anamız hem kızımız gibi hissettiren Antakya… Bakla ezmesi, humusu, züngülü, kağıt ve tepsi kebabı, kömbesi ile, yemek yemeği ve ruhu temiz tutan her şeyi sevmeyi öğretmiş bize, sevdikçe gülümsemeyi, gülümsedikçe iyi ve varsıl insan olmayı... Doyurmuş, öğretmiş ve büyütmüş atalarımızı ve bizi... Umarım torunlarımıza da aynı şefkati sunacak yaralarını sarınca… Biz onu, o bizi bağrına basarak beraber büyüyecek çocukluklarımız... Antakya; Roma’nın Bizans’ın hafızasını taşıyan kıymetlim; sen iyileşeceksin biz de öğrenmeye devam edeceğiz emeğin, vefanın, dayanışmanın, bilginin yüceliğini ve kutsallığını…