20 Mayıs 2023 04:59

Siyaset Bilimci Menderes Çınar: İkinci turu alabilmek için seçimin başarılı kısmına odaklanmalı

İktidarın kutuplaştırmayı derinleştirerek, “Yedinci aktör HDP/Kandil” söyleminin dikkatleri yoksulluktan, otoriterleşmeden, medeniyet kaybından uzaklaştırarak, iş gördüğü anlaşılıyor.

Fotoğraf, Menderes Çınar'ın kişisel arşivinden alınmıştır.

Paylaş

Serpil İLGÜN

Değişim umuduna oy veren milyonların yaşadığı hayal kırıklığı, bazıları belgelenen usulsüzlük iddiaları, “seçmen ne mesaj verdi, kimler kazandı, kimler kaybetti” muhasebeleri ve dezavantajlı olunsa da alınması gereken ikinci tur için yapılan hesaplar, strateji değişiklikleri.

15 Mayıs sabahından bu yana hepsinin bir arada yaşandığı, “baş döndürücü” klişesinin rahatlıkla kullanılabileceği günler yaşandı. Artık bir referandum karakteri  kazanan ikinci turun son haftasına girilirken, şaşkınlık ve üzüntü dağılıyor. “Daha her şey bitmedi” duygusuyla ilk günlerin moralsizliğinden sıyrılanlar, yakınlarını, arkadaşlarını, çevresini de kaldırarak sandığa, devam eden “demokrasi umuduna” oy vermeye çağırıyor.

28 Mayıs hazırlıkları yapıladursun, 14 Mayıs seçimleri, her bir verisi detaylıca incelemeyi ve konuşmayı hak eden sonuçlar üretti.

Cumartesi Söyleşisi’nde bu hafta, pergelin ucunu önce 14 Mayıs’ın neden beklentilerin altında sonuçlandığına yerleştirdik ve Siyaset Bilimci Prof. Dr. Menderes Çınar’a başvurduk. İktidarın kutuplaşmayı derinleştirmekden nasıl faydalandığından milliyetçilik tartışmalarına, parlamento dağılımından Sinan Oğan’ın oylarını alabilmek için direksiyonun milliyetçiliğe kırılmasının yaratacağı risklere, Menderes Çınar önemli değerlendirmelerde bulundu. Çınar’a göre seçimin başarısızlık kısmından ziyade şartlara göre başarılı kısmına odaklanmak, ikinci turu alabilmek için gerekli şartlardan birini oluşturuyor.

Siyasal İslam ve AKP üzerine yaptığı çalışmalarla tanıdığımız Çınar’ın, geçtiğimiz yıl revize edilmiş baskısını yayınladığı “20. Yılında AKP: Siyasal Bir Sorun Olarak İslamcılık” kitabı, AKP ve Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi izleğini ve iktidarını nasıl sürdürdüğünü anlamak bakımından da önemli bir başucu kaynağı.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun birinci turda kazanacağına, en kötü ihtimal yüzde 48’de kalacağı ikinci turu rahatlıkla alacağına kesin gözüyle bakılıyordu ama olmadı. Neden bu kadar yanıldık? Gazetemiz yazarı Cihan Tuğal, BBC’ye yaptığı değerlendirmede dünyadan da örnekler vererek, popülist sağa oy veren seçmenlerin oy verme niyetlerini açık etmediği, aşırı sağın kazanımlarının anketlere değil, sandığa yansıdığını söyledi. Bu anketlerin durumunu açıklayabilir ancak bununla birlikte parti devleti haline gelen AKP’nin sahip olduğu iktidar olanaklarının, 20 yılda inşa ettiği rejimin gücü de biraz ihmal mi edildi, ne dersiniz?

Evet, bir tanesi o. Biz muhalif toplum kesimleri olarak ne kadar eşitsiz şartlarda seçim yaptığımızı unuttuk. Unutmamızın en önemli nedeni 2019 yerel seçimleri. Orada muhalefet her şeye rağmen başarı kazandı. İkincisi, görece sakin, demokratik sayılabilecek bir kampanya süreci geçirdik. Bunlar eşitsiz şartlarımızı unutmamızı kolaylaştırdı ve beklentilerimizi yükseltti.

İkinci bir faktör de şu, bence kutuplaştırma stratejisini derinleştirmek, bir iktidar stratejisi olarak AKP için çok faydalı oluyor ve muhalefetin de büyük resmi tam olarak görmemesine neden oluyor.

Açar mısınız?

Mesela seçime katılımın bu kadar yüksek olması kutuplaşmanın bir işareti de olabilir. Bu kutuplaşma, kutupları kendi içine kapatıyor, herkesi kendi cemaatine hapsediyor ve ötekine karşı seferber ediyor. AKP’nin istikrarlı kutuplaştırıcı söylemini geçerli kılmak için başta medya olmak üzere elinde çok fazla enstrümanı var. Biri diğerinin televizyonunu seyretmiyor, diğerinin ne dediğini duymuyor, herkes kendi duymak istediğini duyuyor veya kendisine söyleneni dinliyor. Muhalefet de belki sadece kendisini dinledi ki bu, ekonomik krizin, deprem sonrası arama-kurtarma ve kriz yönetiminin de gösterdiği son derece beceriksiz ve başarısız yönetimin de katkısıyla, bu kez arkasında güçlü bir momentum var sanmasına, en güçlü toplumsal trendin Erdoğan’ı iktidardan göndermek olduğu inancına neden oldu. Gelişmeleri, Kılıçdaroğlu mutfaktan çektiği videoları, algoritması herkesi kendi cemaatinize hapsetmek üzerine kurulu olan sosyal medyadan izliyor olmamız da bu durumu perçinliyor. Bunun çok etkili olduğunu düşünüyorum.

Bir de Hamit Bozarslan’ın “otoriter rejimlerin toplumların akli melekeleriyle oynadığı” saptamasını dikkate almak lazım. Neredeyse bütün AKP kanallarında memleketin bütün gerçekliği, meseleleri komplo teorileriyle, manipülatif haberlerle tartışılıyor. Bunları biz insanların aklına hakaret ediyorlar diye küçümsüyoruz ama belli ki bir etkisi var, verim alınıyor, terk edilmiyor.

"ŞİMDİ DOKTOR DÖVÜYORUM" DEMEYİ MÜMKÜN KILAN ŞEY NEDİR?

Beklentiyi yukarı çıkaran bir diğer önemli faktör, her ne kadar “tencere iktidarı tek başına götürmez” analizlerine kulak verilse de, yoksullaşmanın derinleşmesi oldu.

Etkisi var, evet. İnsanlar yoksullaşıyor ama iktidarı cezalandırmıyor. Esasen AKP neden olduğu hiçbir krizden sorumlu tutulmamayı başarabilmiş bir iktidar. Bunda herhangi bir sorunumuzu, krizi kendisinden başka çözecek bir siyasi gücün olmadığı iddiasını etkili bir şekilde öne sürmesi kadar, karşı kutba iki aşağılayıcı laf söyleyince kendisini temsil edilmiş sayan bir kitle üzerinde durması da etkili. Ve tabii ki Erdoğan kutbunu, kutuplaşmayı koruyacak gündemleri başarıyla empoze edebiliyor. Bu Kürt meselesi olur, CHP’nin laikliği olur, seccade olur. Soğan fiyatı 30 TL iken, SİHA denmesi bize anlaması güç gelebilir ama seçmenine saçma gelmiyor.

Ama dediğim gibi, bu muhalefet tarafında da var. O da kendi steril ortamında, kendi kendine bir momentum yaratıyor. Biraz karşı tarafa erişmek, anlamak gerekiyor. “Ben şimdi doktor dövüyorum, çok iyi oluyor” diyen kadın bunu nasıl diyebiliyor? Sempati duyma anlamında değil tabii ama böyle bir şeyi gururla söylemeyi mümkün kılan şey nedir? Bunları anlamadan adam akıllı bir siyasi alternatif geliştirmek mümkün olmayacak.

Yine yoksullaşmanın da büyük katkısıyla sınıfsal değerlerin, milliyetçilik, din, etnik köken, mezhep gibi kültürel değerlerden baskın olacağı analizleri de yapılıyordu. Sınıfsal çatışma, kültür çatışmasını ekarte edebilecekti. Neden gerçekleşmedi?

Bir kere böyle bir çatışma ekseni kuranlar, sınıf üzerine siyaset yapanlar çok az. O nesil ve eksen, ta 1980’de zorla marjinalleştirildi. Üstüne, ilericiliğin sınıf siyaseti yapmamak olduğunu iddia eden bir anlayış geldi. En az 20 yıldır hem iktidar, hem de muhalefet negatif kimliklenme üzerinden kutuplaştırıcı bir siyaset kuruyor. Biz mesela deprem bölgesinde çıkan oyları problematize ediyoruz, o bile bir kutuplaşma göstergesi ve bu tarafta olma kimliği. Ekonomik sorunların artması, büyük bir sömürü ve eşitsizlik olması siyaset için malzeme olabilir ama onu kullanacak aktör yok. Tabii şunları unutmayalım, ülkede bir kısmı da oldukça eskiye dayanan örgütlenme sorunları, baskı sorunları, ifade özgürlüğü ile ilgili bir sürü sorun var. Yani bu siyasetin önüne engel olan, gelişmesini engelleyen bir sürü faktör var, onları da ihmal etmeyelim.

MİLLİYETÇİ DALGANIN GELİŞMESİNİ ENGELLEMEK İÇİN NE YAPILDI?

Kutuplaşma dışında 14 Mayıs seçiminin çıktılarından biri de milliyetçiliğin bulduğu karşılık. MHP’den Sinan Oğan’a uzayan, dolayısıyla içinde seküler milliyetçi oyları da barındıran yelpaze yüzde 25’e yakın bir oy aldı. Milliyetçilik argümanları her seçimde ihtiyaca göre dozu ayarlanmakla birlikte dincilik paketinin içinde hep oldu. Bu seçimde de yükseltilerek kullanıldı ve ortaya çıkan sonuç ağırlıkla “seçimdeki dip dalga milliyetçilik oldu” şeklinde okundu. Katılır mısınız?

Öncelikle, bu eğilimin yeni olduğunu düşünmüyorum. Kırılma noktası 1980 darbesine kadar götürülebilir, çünkü onun başarıyla empoze ettiği siyaset karşıtlığının aradan 40 yıl geçmesine rağmen bugünümüzü belirlediğini düşünüyorum. Merkez partilerin erimesi, uç siyasetler olarak İslamcılık ve milliyetçiliğin 1990’lar boyunca yükselmesi, 12 Eylül’ün siyaseti iğdiş etmesi, meselelerimizi siyasetle çözme perspektifini zayıflatmasıyla yakından alakalı. Buradaki en kritik, katalizör mesele Kürt meselesi. 2015’ten itibaren sosyalist Kürt siyasi partisi Türkiye siyasetine kalıcı bir aktör olarak girdi. 2015 itibaren blok siyaset uygulamaya başlayan AKP ve MHP ittifakının temelinin de 2015 Haziran seçimlerinden hemen sonra atıldığını hatırlayalım. Dolayısıyla uzak ve yakın geçmişten gelen bir trend var. Katalizör, Kürt meselesi ama sonradan göçmen faktörü eklendi. Bir de şöyle bir soru sormamız gerekiyor: Bu milliyetçi dalganın oluşmasını engelleyecek ne var Türkiye’de? Örneğin CHP ya da muhalif kanat olası milliyetçi dalganın gelişmesini engellemek, milliyetçiliğin gelişmesini zorlaştıracak ne söylediler bize? Bunu şunun için söylüyorum, milliyetçiliğin yükselişini sadece aşağıdan gelen bir şey olarak okumamalı. Yapısal şartlara ve aktörlerin davranışlarına da bakmak gerekiyor. Altılı Masanın Kürt meselesiyle ilgili açık ve net bir perspektif geliştirmemiş olmasının bir katkısı yok mu mesela? Kürt meselesi sadece Kürtlerin meselesi mi? Böyle yaptığımızda HDP’yi de bir kimlik siyasetine mahkum etmiş olmuyor muyuz? Ve tabi ki en baş soru: siyaset aynı zamanda olan şartları değiştirmek, medeni-demokratik geleceği kurmak faaliyeti değil mi?

"YEDİNCİ AKTÖR HDP" SÖYLEMİ İŞ GÖRMÜŞ

Milliyetçilik çatısı içinde yükselen bir trend olarak seküler milliyetçilik adreslerden biri olarak önce Muharrem İnce’ye, İnce’nin çekilmesinin ardından da Sinan Oğan’a yönelerek Oğan’ın yüzde 5.7 almasını sağlamış görünüyor. Ağırlıkla kentli, eğitimli gençlerin oluşturduğu söylenen bu kesim, Kılıçdaroğlu da söylemlerinde milliyetçi vurguları ihmal etmemesine rağmen neden Kılıçdaroğlu’na ve Millet İttifakına bu kadar mesafeli?

Birincisi iktidar, “ya ben, ya diğerleri” tercihini empoze ederken, diğerlerinin yani Altılı Masanın yanında “bir de HDP var” iddiasını gündemin birinci maddesi yapmayı başarmış görünüyor. Dolayısıyla yine Kürt sorununa geliyoruz. İktidarın “Yedinci aktör HDP/Kandil” söyleminin dikkatleri yoksulluktan, otoriterleşmeden, medeniyet kaybından uzaklaştırarak, iş gördüğü anlaşılıyor. En önemli faktörün bu olduğunu düşünüyorum.

MHP’NİN İDEOLOJİK KİMLİĞİ GÜÇLÜ

AKP’nin 20 yıllık serüvenini incelediğiniz İslamcılık kitabınızdaki “AKP, Müslüman demokratlıktan, Müslüman milliyetçisi aşırı sağ bir partiye dönüştü” tespitinizi arkamıza alarak soralım; Erdoğan Bahçeli’den daha kuvvetli vatan, beka, militarizm argümanlarını kullandığı halde milliyetçi oylar, neden AKP’ye değil de yüzde 6’yı göremeyeceği söylenen MHP’ye kaydı?

Öncelikle AKP çok fazla lider partisi. Lideri dışında bir kimliği yok AKP’nin. Onunla karşılaştığınızda MHP’yi liderine ve adındaki harekete/eyleme vurguya rağmen ideolojik kimliği güçlü, marka değeri olan bir parti olarak düşünebiliriz. İktidar olsa da, olmasa da belli bir kimliğin ifadesi olarak oy veriliyor. MHP’nin şöyle bir avantajı da var; MHP iktidar ortağı olarak iktidarın bütün nimetlerinden yararlanıyor ama hiçbir sorumluluğu yok. Çok konforlu bir alanda ve bu yüzde 50+1’i de almak zorunda olan Erdoğan için biraz bedel üretiyor. Biraz böyle bir dinamiği olduğunu düşünüyorum.

YENİDEN REFAH VE HÜDA PAR KUTUPLAŞTIRMAYI DERİNLEŞTİRİYOR

Bu çerçevede AKP’deki yüzde 7’lik kaybın bir kısmının yöneldiği ittifaktaki diğer iki parti, gerici, aşırı sağcı Yeniden Refah ve Hüda Par nasıl bir işlev görüyorlar?

Hüda Par’la Yeniden Refah’ın ittifaka taşınması AKP’nin aşırı sağcılaşma, Türkiye’yi de aşırı sağcılaştırma rotası içinde uyumlu. Yeniden Refah’ı SP’ne karşı bir enstrüman olarak kullandığını, Milli Görüş’ün mirasçısını tartışmaya açtığını not etmemiz lazım. Ancak bundan daha önemlisi Erdoğan’ın biraz daha uca kaymaktan, bu uç partilere alan açmaktan başka bir seçeneği yok. Bunun dışında yapacağı her şey, şimdiye kadar izlediği iktidar stratejisinin, getirdiği Başkanlık sisteminin ve liderliğinin aleyhine olur. Erdoğan başka türlü etkili olamayacak, olup olamayacakları belirsiz bu uç partilere alan açarak, onları kendisine borçlandırarak liderliğini pekiştiriyor ve kutuplaştırmayı derinleştiriyor. Bunun yanında bu aktörlerin aynı zamanda kendi tabanında, teşkilatında kendi konumunun güçlenmesine de faydası oluyor. Şöyle örnek vereyim; Hüda-Par’ın kadın konusundaki söylemlerinden rahatsız olan AKP Grup Başkanvekili Özlem Zengin, Hüda Par lideri Zekeriya Yapıcıoğlu’yla aynı bölgede aynı listede olmayı kabul edebilmiş birisi. Bu bize bir şey anlatıyor; Herkes varlığını, statüsünü Erdoğan’a borçlu ve ona teslim etmiş durumda. Aksi taktirde Zengin istifa ederdi.

KLİENTALİST İLİŞKİLER YURTTAŞLIK KÜLTÜRÜNÜ ZEDELİYOR

Kiradan beslenmeye geçim derdinin en fazla hissedilmesi, yanı sıra yaşam tarzı üzerindeki baskılardan, hukuksuzluk ve adaletsizlikten bezmiş toplumsal sınıfları daha fazla barındırması hasebiyle muhalefet lehine gelişecek asıl oyların büyük kentlerden gelmesi bekleniyordu. En büyük kent olan İstanbul’da Kılıçdaroğlu 200 bin farkla Erdoğan’ın önünde ama bu oran beklenin altında. Neden oy patlamaları gerçekleşmedi?

Biraz tekrara düşüyor gibi olabilir ama yine kutuplaşma meselesine geliyoruz. Birincisi Kılıçdaroğlu’nun geçim meseleleriyle ilgili mesajları ne kadar duyuldu? İkincisi, örgütü ne yaptı, doğru bir iletişim stratejisi kurdu mu? Bence en kritik olan şey bu. Üçüncüsü, eğer duyan olduysa da bunların boş laf olduğunu çok güçlü bir şekilde iddia eden bir AKP söylemiyle karşı karşıyayız. Hala “SGK’yı batıran Kılıçdaroğlu” söylemi olduğuna göre bir alıcısı olsa gerek. Bunun yanında da Erdoğan “ben tutamayacağım” sözü vermem diyor ve bunu kısmen gösteriyor.

Bir başka husus şu, Erdoğan Kılıçdaroğlu’nun özellikle kendi seçmenine de hitap edebilecek vaatlerine el koydu, EYT gibi, emekli maaşları veya mülakatların kaldırılması gibi. Hatta onların bir bölümünü gerçekleştirdi. Bunların hepsi iktidara bağlama yöntemleri. Bunu yaparken kentli orta sınıflara da TOGG, SİHA, uçak gemisi verdi. Bunlar, bazı toplum kesimleri için kendi ekonomik durumları gerilemesine rağmen anlamlı, gelecek vizyonu sunan şeyler. Bir de tabii, toplumun çok büyük bir bölümü -ki büyük kentlerde daha fazladır- borçlu. Dolayısıyla istikrarsızlık tehdidi bu açıdan da karşılık buluyor.

Dolayısıyla, bu faktörler demokrasi talebinin önüne geçebiliyor?

Biz kentli orta sınıfların demokrasi beklentileri daha fazla olur diye konuşuyoruz ama şunu unutmamak lazım, orta sınıflar sandığımız kadar demokrasiden yana değildir. Araştırmalar, demokrasiden uzaklaşsa da orta sınıfların refahlarını korumak adında iktidarı/istikrarı tercih ettiğini gösteriyor. Bunun dışında bizim demokrasi pratiğimizle ilgili bir durum da söz konusu. 1950’de çok partili rejime geçtiğimizden beri toplumun siyasete katılma biçimi klientalist ilişkilerle dayandı. Siyasi destek karşılığı, kamu kaynak ve hizmetlerine ayrıcalıklı erişim, bir al-ver ilişkisi olarak klientalizm bizim toplumsallığımızı zedeleyen, yurttaşlık kültürünü, dayanışma kültürünü, başka insanları düşünme kabiliyetimizi zayıflatan bir şey. Böyle bir gelenekten gelmiyor olamamamızın da demokrasi talebi eksikliğinde etkili olduğunu düşünüyorum.

Mesela biz diyoruz ki “toplumsal muhalefet, siyasal muhalefetin ilerisinde.” Eğer seçim sonuçları doğruysa pek de öyle olmadığı anlaşılıyor. O zaman belki bir daha oturup düşünmemiz gerekiyor. Evet müthiş bir demokratik toplum vizyonuyla çıkmadı muhalefet, bir araya gelerek toplumsal muhalefetin yönelebileceği bir odak oldu ama demek ki bu ancak yüzde 45 ediyor.

DEVA VE GELECEK CHP ÖNYARGISINI KIRACAK SÖZ KURMADI

Millet İttifakının yüzde 35 oyla 213 vekil çıkarıyor olması da beklentilerin oldukça altında kaldı. Millet İttifakı stratejisi neden tutmadı?

Birincisi, parlamenter sisteme geri dönüş ortak gündemi kampanya sırasında ihmal edildi. İkincisi, Anadolu’da CHP amblemine büyük bir direnç olabilir. CHP, kendisinin de katkısıyla, yeniden yeniden damgalanmaktan veya önyargıya maruz kalmaktan müzdarip. AKP’ye muhalif olsalar bile kategorik olarak CHP amblemine oy basmayı reddeden bir seçmen var. Bunlar nereye gitti bilmiyorum ama bu bir dezavantaj oluşturdu. İkincisi, CHP bunu yıkmak yönünde helalleşme, başörtüsü yasası gibi hamleler yaptı ama özellikle başörtüsü hamlesi çok iyi düşünülmüş değildi. Diğer yandan CHP ambleminin mühür basılacak bir amblem haline gelmesi için DEVA, Gelecek, SP önyargıları kıracak ne yaptı? Bir sözlerini duymadık.

Özellikle DEVA ve Gelecek partilerinin, ittifaka katkı yapma kapasiteleri zaten çok belirsizdi. Aslında bu daha çok bir CHP problemine işaret ediyor.

Nasıl?

CHP olanı değiştirme üzerinden hareket etmiyor. Mesela “bir solcu, sosyal demokrat kimlik kurayım, ideolojik eksenim olsun” üzerinden yapmıyor, işte “toplumun yüzde 65’i sağcı, biz ona uyum sağlayalım, şu şu partileri yanımıza alırsak biraz daha kalabalık/etkili oluruz” diye bakıyor. Buna rağmen altılı masanın muhalefet için bir odak haline gelmesi, bu kadar farklı siyasi liderin belli bir eksende buluşması önemli. Ama bunların istediği şey esas olarak siyasi elitler arasında demokrasi. Başarısız olma nedenlerinden biri de bu. Tamam bu toplumsal muhalefete de alan açacak bir şey ama bir gelecek vizyonu değil.

OĞAN DESTEKÇİLERİNDE ANTİ KÜRT BAKIŞI DAHA BASKIN

Milliyetçi temsilin yeni dönemde Mecliste yüzde 25’i bulması, siyasi rotayı nasıl etkileyecek? Milliyetçiliğin operasyon, yok etme, gönderme dışında bir şey önermediği Türkiye’nin Kürt sorunu, göçmenler gibi temel sorunlarının çözümünü bırakalım konuşulabilmesi, bu meclis yapısı ve Erdoğan’ın kazanması halinde zemin bulabilecek mi?

Tabii ki öyle meseleler konuşulmayacak ve güvenlik, asayiş yönelimi biraz daha artacaktır. Muhtemelen HDP üzerindeki baskı da daha artacak. Öbür türlü olduğunda yani muhalefet kazandığında en azından konuşulma olasılığı vardı, Şimdi bu biraz ikinci tura bağlı gibi.

İlk turda çeşitli nedenlerle “Ne Erdoğan, ne Kılıçdaroğlu” diyerek, Sinan Oğan’ı tercih eden yüzde 5’lik kesimin oyunun adresinin neresi olacağı merak ediliyor. Pazarlıklar sonunda Oğan örneğin “biz anlaştık, hadi Kılıçdaroğlu’na oy verin” dediğinde, seçmenini oraya sürükleyebilir mi?

Oğan’ın seçmeniyle öyle bir ilişkisi olduğunu sanmıyorum. Genel olarak eğilimlerinin Cumhur İttifakından yana olacağını düşünüyorum. Evet, Oğan’a oy veren kesim laikliği önemsiyor ama anti-Kürt bakış daha baskın, yoksa zaten Kılıçdaroğlu’na oy verirlerdi. Kılıçdaroğlu belki göçmen karşıtlığı, terör vs. meselelerinde daha keskin şeyler söylediğinde oradan biraz alabilir, zaten bunun işaretini veren bir konuşma da yaptı. Ama yalpalama görüntüsü Kılıçdaroğlu’nun aleyhine olur.

BİRLİK GÖRÜNTÜSÜ ÖNEMLİ

Ne görüyorsunuz, Erdoğan’la Kılıçdaroğlu arasındaki iki milyonluk fark terse çevrilebilir mi?

Avantaj iki nedenle Erdoğan’da. Birincisi parlamento çoğunluğu var, onu kullanacak, ki daha seçim gecesi balkon konuşmasıyla kullanmaya da başladı. İkincisi, muhalefette bir yenilmişlik duygusu ve CHP ile ilgili ciddi bir güven sorunu var. Aslında sonuçlara baktığımız zaman muhalefetin o kadar başarısız olmadığını düşünebiliriz. AKP’nin oy oranı 2002 oranına düşmüş durumda, Erdoğan konuştuğumuz medya araçları dahil, devletin bütün olanaklara rağmen yüzde 50’yi bulamıyor ve seçim yapılan makam çok önemli bir makam, bir demokrasi için olağanüstü yetkilere sahip yürütme makamı. O makamı kazanmak çok önemli. Parlamento çoğunluğunun bu sistemde çok önemi yok çünkü. Hele bir de Kılıçdaroğlu kazanırsa AKP de çatlar. Yani buralardan bir mücadele dayanıklılığı olması lazım. Onun için de beklentilerimize göre başarısızlık kısmına değil de şartlara göre başarı kısmına odaklanmayı, seçmenin olumlu kısmına bakarak mobilize olmasının faydalı olacağını düşünüyorum. Bu açıdan muhalefetin de yeniden mobilize olacak işler yapmalarının önemli olduğunu düşünüyorum. En başta söylediğim kutuplaşma muhalif seçmeni seferber etmeyi kolaylaştıracaktır. Dolayısıyla “mümkün değil” diyemeyiz. Bütün sıkıntılara rağmen birlik görüntüsünün önemli olduğunu düşünüyorum.

ÖNCEKİ HABER

Hastaya müdahaleye giden sağlıkçı merdivenden itildi

SONRAKİ HABER

Mardin'de kayyum ve kaymakamlar muhtarlarla görüşüyor: Oy dağılımı değişmeli

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa