21 Mayıs 2023 04:19

Kuru Otlar Üstüne: Hem çok tanıdık hem de değil

Sinema Yazarı Müge Turan, Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye için yarışan Nuri Bilge Ceylan’ın "Kuru Otlar Üstüne" isimli filmine dair yazdı.

Fotoğraf: AA

Paylaş

Müge TURAN

Nuri Bilge Ceylan’ın dokuzuncu uzun metrajı Kuru Otlar Üstüne bu yıl 76.’sı düzenlenen Cannes Film Festivali’nde yine Altın Palmiye için yarışıyor. Filmin başlığındakinin aksine yağmurlu, ıslak bir günde gerçekleşen galada Ceylan ve film ekibi yoğun bir ilgiyle karşılandı ve filmin beğenildiğinin göstergesi olan bitimindeki alkış da 10 dakikadan uzun sürdü.

Kuru Otlar Üstüne, Kış Uykusu (2014 yılında Altın Palmiye getirmişti) ve Ahlat Ağacı (2018) gibi üç saati aşan, diyaloğu bol, duygusal olarak yoğun ve zengin, her zamanki gibi plastiği güzel bir film. Açılışını, artık yönetmenin imzası haline gelmiş, karlarla kaplı bir mizansende tek başına yürüyen bir adam planıyla yapıyor. Bu giriş, “Taşra sıkıntısı çeken adam”ı anlatmaya çalışan Nuri Bilge Ceylan filmlerindeki belki en belirgin şey. Ama Kuru Otlar Üstüne aynı bildik şeyi tekrarlamıyor, film ilerledikçe daha oyuncul, daha muzip ve kendini daha başka bir açıdan aynalayan, eleştiren bir anlatıya taşıyor. Ve bence en önemlisi, sinemasında ilk kez, daha boyutlu, daha etkin, filmin ideolojik ağırlığını taşıyan bir kadın karakter ve onun önünde çatlayan bir maskülenite var.

Samet (Deniz Celiloğlu) doğuda bir köy ilkokulunda resim dersi veren, dört yıllık zorunlu hizmetinden sonra soğuğundan ve ortamından bezdiği bu yerden ayrılıp İstanbul’a tayinini bekleyen, hayattan usanmış bir adam. Okulda en sevdiği karakter, hayat dolu öğrencisi Sevim (Ece Bağcı). Onunla diğer öğrencilerden farklı daha sıcak bir ilişkisi var. Bu “hassas” öğretmen-öğrenci ilişkisi sınıfta çıkan bir olayla sarsılıyor. Sevim; Samet ile Samet’in evi paylaştığı Öğretmen Kenan’ı (Musab Ekici) “uygunsuz temas” yüzünden müdüre şikayet ediyor. Bu olayın üstü resmi olarak kapansa da Samet’in üzerinde daha yalnız ve soğuk bir his bırakıyor. Ama bu duyguda kalmıyoruz çünkü film Nuray (Merve Dizdar) karakterini devreye sokarak bizi bu olaydan başka bir yere götürüyor. Samet, ilçede kendi gibi resim öğretmenliği yapan ve siyasi bir olay sonucu bir bacağını kaybetmiş Nuray ile tanışıyor. Tıpkı yerel halkı küçümsediği gibi, Nuray’ı da başta kendine layık görmediği için Kenan’a ayarlamaya çalışıyor. Böylece filmde bu aşk üçgeni üzerinden toksik erkekliğe dair yeni bir bölüm başlamış oluyor.

Kuru Otlar Üstüne işlediği “taciz” konusu üzerinde bir tartışma açabilir, eleştirilebilir, ne de olsa provokatif bir tarafı var. Ama bence asıl olan, yönetmenin bugüne kadar daha kapalı verdiği politik tavrı bu filmde daha açık bir şekilde ortaya koyması. Hem Kürt nüfusunun ağırlıkta olduğu o coğrafyadaki haksızlıkları içeriden vermesi ama hem de bu konunun entelektüel açılımı ve sorumluluğuna dair daha açık bir duruş sergilemesi. Özellikle de filmin sonlarına doğru izlediğimiz, iki başrolünü bir masaya oturtup apolitik tavırla örgütlü eylem arasındaki çatışmayı, bireyin toplumla ilişkisine dair dolambaçlı ve gerilimli tartışma sahnesi. İki entelektüel arasında tırmanan bu tartışma bir yandan Ceylan’ın tanıdık gelen sahnelerinden biri. Ancak kendi kelimelerini bir vantrilog gibi karakterlerinin dudaklarını oynatarak söyletse de eril iktidarın getirdiği sonsuz bencil ve narsistik yaklaşımı inanılmaz bir gerçeklikte ortaya döküyor. Bu sahneyi takiben film dördüncü duvarını yıkarak anlatımda yabancı bir kapı açıyor (Detay veremiyorum) ve böylece kendi de entelektüel bir yönetmen olan Ceylan’ın kendisiyle hesaplaştığı başka bir algı dünyasına girmiş oluyoruz.

Kuru Otlar Üstüne, Ceylan’ın sinemasında hem anlatım hem biçim olarak yeni kıvrımlar açmış. Mizah ve romantik komedi unsurlarının artması değil sadece. Filmin daha esnek bulduğum anlatımında sadece fotoğraflar başka bir boyut eklemiyor, sonlarına doğru dahil edilen dış ses de yönetmenle aramızda kurduğumuz anlam dünyasının sınırlarını genişletiyor. Ama en çok da Nuray karakteri; bu filmi daha cesur, şaşırtıcı ve yeni kılan. Bu noktada filmdeki bütün oyunculuğun neredeyse kusursuz aktığını, ama özellikle Merve Dizdar’ın ve daha çok parlayacağı kesin olan Ece Bağcı’nın performanslarını anmak gerekiyor.

Samet sürekli kavga ettiği coğrafyaya dair çektiği güzel fotoğrafları montajlarken o fotoğraflardaki insanlarla kurduğu ilişkinin karmaşıklığını hissediyoruz. Ve kendini üzerine basılan adsız, kuru otlar gibi hissetse de sevme ve sevilme arzusunu yitirmiş değil henüz. Filmin kristalinde yatan cümle “Umut etmenin yorgunluğu” olabilir. Ait olduğu topluma, yokluk içindeki çocuklara bir şey katmak isteyip de idealleri törpülenmiş öğretmenden, inandıkları dava uğruna inatla mücadele edenlere veya bu mücadeleden vazgeçenlere kadar herkese ait bu yorgunluk. Gerçekten yorgun bir ülke bizimkisi. Özellikle de bir kez daha siyasi ve toplumsal bir yol ayrımında olduğu, mevcut muhafazakar hükümetin 20 yıllık iktidarını nihayet zorlayan bir seçimin sürdüğü ve yakın zamanda ülkenin güneydoğusunu harap eden büyük bir depremin ardından. Ama Goethe’nin dediği gibi “Hayat dardır, doğru, ama umut da geniştir.”  

ÖNCEKİ HABER

HDP ve Yeşil Sol Parti Adana: “Umutsuzluğa kapılmayalım, tek adamı gönderelim”

SONRAKİ HABER

Hasta tutuklular | Kanser hastası tutuklu Havva Ak’ın yaşamı tehlike altında

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa