26 Mayıs 2023 04:55

Siyaset Bilimci Doç. Dr. Balaban: Düşük ücret-geniş istihdam oy kayıplarını frenledi

Doç. Dr. Utku Balaban, AKP’nin eriyen oylarına ilişkin değerlendirme yaptı: İslamcılar, ücretleri düşürseler de işçilere iş sağlayarak geçtiğimiz seçimi en az zararla kapatabileceklerini hesapladılar.

Fotoğraf: AA&Kişisel arşiv

Paylaş

Birkan BULUT
Ankara


Erdoğan ve AKP’nin oyları düşse de Cumhur İttifakının parlamento çoğunluğunu kazanacak oyu elde etmesi, “Boş tencere iktidarı götürmüyormuş” gibi değerlendirmelere sebep oldu. Muhalefetin, iktidarın ekonomi politikalarına ilişkin yaptığı “liyakatsizlik” ve “beceriksizlik” eleştirilerinin aksine, iktidarın uyguladığı ekonomi politikalarının oy kaybını düşürmeye yönelik olduğuna dikkat çeken Xavier Üniversitesinden Siyaset Bilimci Doç. Dr. Utku Balaban, “İslamcıların bir stratejisi vardı: Düşük ücret-geniş istihdam. Düşük ücret, İslamcıların en önemli müttefiki olan ihracatçı sınai KOBİ’lere ‘can suyu’ verirken istihdamdaki genişleme işçi sınıfının evsiz, aç kalmasını engelledi” dedi.

Geçen yıl artan yoksulluk ve hayat pahalılığının yanlış değerlendirildiğine ilişkin yaptığınız tespitler, son seçim sonuçlarının ardından oldukça dikkat çekti. Sanırım iktidarın emekçiler içerisinde yoksulluğu ‘katlanılabilir’ kılmak için büyüme, ücret ve istihdam konusunda uyguladığı politikalar diye özetleyebiliriz. Kısaca anlatır mısınız?

2000’lerin başından beri büyük işletmeler ziyadesiyle büyüdü, sahipleri ziyadesiyle zenginleşti. Fakat küçük ve orta ölçekli işletmelerin sayısında da bir patlama oldu. Yani ‘80 sonrası kapitalistleşme, bu KOBİ dediğimiz işletmelerin sayısında ve (oransal olarak büyük sınai işletmeler aleyhine) toplam üretim hacmindeki büyümeyle gerçekleşti. Nihayetinde, ‘80 sonrası kapitalistleşme sermayenin gayritemerküzü, ya da “tabana yayılmasıyla” gerçekleşti.Şimdi hızla bugüne geleyim: Bu süreçle birlikte küçük burjuvazi güç kaybeder ve komprador burjuvazi dönüşürken, bir başka kesimin, yani bu KOBİ sahiplerinin siyasetteki etkisi arttı. Yani “Sermayenin tabana yayılması” işçilere yaramadı, bu işçileri atölyelerde üç kuruşa istihdam eden yeni bir kesime yaradı. Bu kesimin siyasetteki etkisi, bir önceki dönemde küçük burjuvazininkine benzer şekilde, işçi sınıfı ile kurduğu ittifakın “sıkılığına” bağlıydı. Bu kesim işçi sınıfıyla ittifakını, ‘60-70’lerin küçük burjuvazisine kıyasla, daha asgari bir zeminde kurdu: İstihdam. Yani bu KOBİ sahipleri işçilere yüksek ücret vadetmedi. Sosyalist hareketin yediği darbeyi aşamaması ve süreci okuyamaması (Ya da okumak istememesi) nedeniyle, işçi sınıfının rızası düşük ücretli ve ağır çalışma koşulları olan istihdamla bile alınabildi, alınabiliyor. Bu atölyeci kesim işçi sınıfı mahallelerindeki siyasi atmosferi belirleyebiliyor. İslamcıların sandıktaki gücü de buradan kaynaklanıyor, çünkü bu kesimle yakın bir ittifak içindeler.

"BU DENKLEM SÖMÜRÜ ORANINI DA ARTIRDI"

Yani istihdamla düşük ücretin üzeri örtülmüş oldu. Maaşlar düşse de eve giren ücret sayısı arttı.Son yıllarda işçi sınıfının önemli bir kesiminin desteğini istihdam büyümesiyle alabileceğini on yıllardır kavramış İslamcılar, ücretleri düşürseler de işçilere iş sağlayarak geçtiğimiz seçimi en az zararla kapatabileceklerini hesapladılar. İslamcılar ne yaptıklarını biliyordu. İslamcıların bir stratejisi vardı ve var: Düşük ücret-geniş istihdam. Düşük ücret, İslamcıların en önemli müttefiki olan ihracatçı sınai KOBİ’lere “can suyu” verirken, istihdamdaki genişleme işçi sınıfının evsiz, aç kalmasını engelledi. Bu stratejiyi, biraz da esprili bir tabirle, “Sürdürülebilir küçülme” olarak adlandırıyorum. Sosyalist hareket daha güçlü olsaydı işçiler bu durumu kabullenmezdi. Elbette yoksullaşma oldu fakat sol kanaat önderlerinin, sosyal demokrat siyasetçilerin de dahil olduğu küçük burjuvazinin düşündüğü ölçüde değil.Daha fazla işçinin daha düşük ücretlerle, daha uzun saatler istihdamıyla bu denklem kuruldu. Yani ücretler düştü fakat ailedeki o ana kadar işsiz olan bir ferde, örneğin 20’lerindeki bir gence, bir merdiven altı atölyede iş çıktı. Haneye giren maaş sayısı birden ikiye ya da ikiden üçe çıktı. Yani ücretlerin düşüşüyle kolektif olarak işçi sınıfının sömürü oranı muazzam arttı.

"SOSYAL YARDIMLARIN BÜTÇEDEKİ PAYI SANILDIĞI KADAR BÜYÜK DEĞİL"

Sosyal yardımlar da rıza üretiminin unsuru olarak önemli bir rol oynuyor mu?

Oynuyor. Konuyu çeşitli vesilelerle 2001 krizinden beri çalışmış bir kişi olmanın verdiği rahatlıkla bu cevabı verebiliyorum. Fakat sosyal yardımlara ilişkin iki hatırlatma yapmalıyım. Bu hatırlatmalar yapılmazsa konuyu küçük burjuva siyaset bilimcilerin “patronaj” olarak adlandırdığı, yani “Oyunu makarna, bulgura satmak” cümlesiyle özetlenecek şekilde tahrif ederiz.Birinci hatırlatma, bu yardımların önemli olduğu fakat belirleyici unsur olmadığı. Bu yardımlar sadece düşük ücret-geniş istihdam stratejisini tamamlayıcı bir ögedir. Yani İslamcıların ücretleri düşürmek suretiyle istihdam yaratma stratejisi istedikleri sonucu vermeseydi, İslamcılar sadece sosyal yardımlarla bu sonucu elde edemezdi.

Hemen bu fikri temellendireyim. Son on yılda (2013-2022) “Çocuklara aileleri yanında bakım desteğinden” “Engellilere evde bakım desteğine” kadar birçok sosyal yardım programını içeren “sosyal amaçlı transfer” kalemi altında yapılan harcamaların hacminde, hem genel bütçe içindeki pay hem de toplam meblağ açısından dramatik bir büyüme gözlemlemiyoruz. Aslında, ilgili meblağ, genel iktisadi yavaşlama ve vergi gelirlerindeki küçülmeye paralel biçimde, 2020-2022 yıllarında 3.5 milyar dolardan 2.7 milyara gerilemiş. Bu da kamu giderlerinin yüzde 1.5’ine ve GSYH’nin binde üçüne tekabül eder. Toplam yardım bütçesi diğer kalemler altına gizlenmiş ögeler yüzünden, tahminimce, daha büyüktür. Fakat burada paylaştığım veri genel gidişata dair fikir veriyor.

"SOSYAL YARDIM DAĞITILAN EVLER KAPI KAPI DOLAŞILIYOR"

İkinci hatırlatma, sosyal yardımların asıl politik etkisinin İslamcıların yardım dağıtma sürecinde işçi sınıfı mahallelerinde sağladığı görünürlükle ilişkili. Burada siyasal bilgiler fakültesinde daha önce birlikte çalıştığımız Nail Dertli Hoca’nın gösterdiği üzere 1 seneyi aşkın süredir yardım dağıtan kamu kurumlarının temsilcileri kapı kapı gezip yoksul veya yoksulluk sınırındaki ailelerle görüşmeler yapıyor. Yine Nail Hoca’nın saptamasına göre 3 milyon ve belki çok daha fazla haneye tek tek gidilmiş. Muhalefet partileri bu faaliyeti tespit edebilmiş mi?Peki İslamcı ve milliyetçi akımların oldukça örgütlü olduğu küçük işletme sahiplerinde, KOBİ’lerde bu durum nasıl işledi? Çünkü AKP uzun süre ucuz kredilerle buradaki desteğini koruyordu.

UCUZ KREDİ…

İslamcılarla KOBİ sahipleri arasındaki ilişki içinde ucuz kredi çok önemli, temel bir rol oynuyor.  Ayrıca, bu toplumsal sınıfa birçok görünmeyen desteği var İslamcıların. Örneğin, 2000’lerin ortasında başlayan Genel Sağlık Sigortası’nı birçokları “ilerici” bir adım olarak gördü. Buna katılmıyorum. Herkesi kapsayan bir sağlık sistemi kurabilirsiniz ve bunu farklı biçimlerde yapabilirsiniz: Bu program mevcut haliyle aslında kayıt dışı istihdam sağlayan KOBİ sahiplerine sağlanmış bir sübvansiyondu ve yük dolaylı da olsa yine işçi sınıfının sırtına yüklenmişti. Bunun yanı sıra, ücretlerdeki düşüş sayesinde bu müteşebbis kesimin uluslararası pazarda rekabetçilikleri artıyor. İslamcıların sendikalaşma ve işçi sınıfı siyasetine tavrından bahsetmeye gerek yok. Yani KOBİ sahipleri İslamcılardan razı…Öte taraftan şunu da vurgulamalıyım: Ekonomideki yavaşlama özellikle 2015-2016’dan sonra ivmelendi ve bir kısım KOBİ sahibi süreçten endişelendi. İyi Partinin ilk etapta aldığı genel desteğin arkasında bu “endişeli KOBİ sahiplerinin” bir rolü olduğuna inanıyorum. Fakat özellikle son iki sene içinde İslamcılar KOBİ sahiplerinin endişelerini giderecek şekilde “sürdürülebilir küçülme” stratejisini, muhalefetten hiçbir anlamlı cevap ve tepki gelmediği için, başarıyla sürdürdüler. Bu endişeleri kısmen de olsa dindirdiler. İyi Partiye oy kayışı yavaşladı ve Millet İttifakı parlamentoda çoğunluğu sağlayamadı. Yani bu seçim öncesinde “sistem-içi muhalefet” iktidarın stratejisini okumak için çok az bir çaba gösterseydi bile sonuç onlar açısından daha olumlu sonuçlanabilirdi. Fakat bu tür bir perspektife sahip olmak için öncelikle işçi sınıfını hakir görmekten, işçi sınıfına düşmanlık etmekten vazgeçmeniz gerekir.

"IRKÇILIK YOKSULLAŞTIRIR"

Bir başka konu da göçmen işçiler. Ucuz emek sömürüsü kaynağı olmalarının yanı sıra. iktidar sözcüleri de sıkça tarım ve sanayi istihdamında göçmen istihdamına ihtiyaç olduğunu söylüyor. Bu anlamda göçmen işçilerin pozisyonunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Zihninde “Patron bana ekmek, aş veriyor” cümlesini kuran bir kişinin anlayamadığı olgu şudur: Göçmen işçi “pastayı” küçültmez. Aksine, işçi bir taraftan ürettiği artı değerle patronu zengin ederken öte taraftan “pastayı” da büyütür. Göçmen işçinin yerli işçinin yaşam standardını düşürmesi gibi bir durum ancak yerli işçinin göçmen işçiye düşman gözüyle bakması neticesinde gerçekleşir. Yerli ve göçmen işçi bir arada hareket ederse bu büyüyen pastadan her ikisi de payını alır ve her ikisinin de refahı artar. Yerli işçi, göçmen işçiyi rakibi olarak görürse kendisi de yoksullaşır çünkü bahsettiğiniz “ucuz emek sömürüsü” gerçekleşir.Kısacası, milliyetçilik yoksullaştırır, ırkçılık yoksullaştırır. Yerli işçilerin kendilerini ırkçılığa kaptırması, göçmen işçilerle birlikte kendilerinin de yoksullaşması sonucunu doğurur.

"MÜCADELENİN BEKASI SEÇİM SANDIĞINA BAĞLANMAZ"

AKP’nin oy kaybının (Cumhur İttifakı içerisinde tutulsa da) son seçimlerde arttığını görüyoruz. Burada işçi sınıfı içerisinde de önemli kopuşlar var. Bu anlamda hem ikinci tur cumhurbaşkanlığı seçimlerini, hem de işçi sınıfı içerisinde son yıllarda artan mücadele eğilimini nasıl değerlendirirsiniz?

Seçimin ikinci turu için öncelikle şunu vurgulamalı: Cumhur İttifakı ciddi bir oy kaybına uğramadı çünkü CHP’nin on yıllık ittifak stratejisi işçi sınıfını ‘faşistlerle’ ‘daha faşistler’ arasına sıkıştırdı. Strateji baştan çürüktü, çünkü kazansanız bile faşistlerin siyasetteki konumunu tahkim ediyorsunuz. Yani vadedilen netice bir zafer değil, aslında büyük bir yenilgi. Yok, ittifak yapıp da kaybederseniz, şu an gördüğümüz üzere netice faşizmin her rengini güçlendirmek oluyor.

Geçtiğimiz on yılda CHP sola açılsaydı, bugün kaybetse bile kendisinden destek alabileceği güçlü bir sınıfsal tabanın inşasına katkıda bulunurdu. En nihayetinde partinin kendisi bir taraftan siyaseti faşistlerin tekeline terk ederken öte taraftan kendi kurduğu kapanın içinde kaldı. Dolayısıyla CHP maalesef neticenin mağduru değil, mimarlarından biridir.Seçim sonucuna ilişkin tahminimi okur yukarıdaki satırlardan çıkaracaktır fakat bu, sosyalistler açısından hakikaten önemli değil. Her durumda yeni bir tartışma başlatmamız gerekecek. Sonuca göre kimi konjonktürel koşullar daha çetin kimileri daha hafif olacak. Hiçbirimiz mücadelenin bekasını seçim sandığına bağlamıyoruz, hele ki bu tür bir seçime.Öte taraftan İslamcıların oy kitlesi içinden işçi sınıfından elbette kopuşlar var: Süregiden onca ahlaksızlığa rağmen olmasın mı? Sosyalist hareketin tarihi unutturulmasına rağmen genç kuşakta ciddi bir siyasi potansiyel var. Bunu değerlendirebilecek bir stratejimiz var mı? Büyük sınai işletmeleri es geçemeyiz, es geçmemeliyiz. Fakat bana kalırsa, acil mesele, sınai KOBİ’leri işçi sınıfının kontrolüne nasıl vereceğimiz sorusunda düğümleniyor. Bu soruya cevaben bir stratejiyi geliştirebilir ve uygulayabilirsek, sadece (ilk etapta) burjuva demokrasisinin yeniden tesisini sağlama ve İslamcıları defetme hedeflerine ulaşmayız, aynı zamanda büyük işletmelerde örgütlenmeye dönük adımlar kolaylaşır ve ötesinde, büyük ülkümüz her ne ise, ona bir hayli yaklaşırız. Fakat bu tür bir strateji sadece veriden çıkmaz. Sınıfın ve temsilcilerinin önce kuramı tartışması, sonra da başarı ve başarısızlık kriterleri net biçimde tanımlanmış, bir strateji geliştirip uygulamaları gerekiyor. Umarım seçim sonrasında bu tür bir çaba başlayacaktır.

ÖNCEKİ HABER

Gazi Mahallesi'nde Süleyman Soylu'yu protesto eden yurttaşlara gözaltı

SONRAKİ HABER

Özgür Gündem nöbetçi genel yayın yönetmenliği davasında 2,5 dakikalık duruşma

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa