Bir suç ihbarı
Sol Gazetesi, “Halka Yalan Söylemek Suçtur” sloganını isminin yanı başına yazmış. Böyle bir sloganı iddialı bir biçimde kullanan yayın organında yazanlarının daha dikkatli, daha sorumlu yazması gerekmez mi?Gazetenin bu sloganı ile yazarları Aydemir Güler’in tutumu uygun değil. Halka yalan söylemek suç ise, su
Gazetenin bu sloganı ile yazarları Aydemir Güler’in tutumu uygun değil. Halka yalan söylemek suç ise, suçu ihbar ediyorum.
Sol Gazetesinde yazan Aydemir Güler, yazdığı organın suç olarak tanımladığı fiili işlemiş. Güler, 16 Ocak 2013 tarihli yazısında EMEK Partisi hakkında “… Libya'da Kaddafi rejimine karşı şeriatçı paralı asker çeteler ortaya çıktığında ‘asrın sazanı’ durumuna düşmüşlerdi. Silah görünce ‘devrim radikalleşiyor’ diye buldumcuk olanların emperyalizm hakkında daha on fırın ekmek yemeleri gerekiyor! Kulun bildiğini nezaket olsun diye saklayacak halim yok; EMEP' ten söz ediyorum...” diye yazmış.
Bir partiye çirkin ifadelerle saldırmadan önce, tırnak içine aldığın sözlerin nerede, ne zaman ve nasıl söylendiğini/yazıldığını belirtmek gerekmez mi? Libya’da şeriatçı paralı asker çeteleri ortaya çıktığında Emek Partisi nerede, ne zaman Libya Devrimi’nin radikalleştiğini söylemiş/yazmış? Emek Partisi ne zaman Libya’da bir devrim olduğunu yazmış/söylemiş?
Bay Güler, kaynak belirtmek gereği duymamış. Kaynak belirtmesi de mümkün değil zaten. Emek Partisi, Bay Güler’in iddia ettiği sözleri söylemedi/yazmadı.
EMEK PARTİSİ HALKLARIN MÜCADELESİNİ NASIL DEĞERLENDİRİYOR?
Emek Partisi’nin 6. Kongre Raporu’nda şunlar yazıyor:
“4 - Kriz, işçi sınıfı ve halkların mücadelesi
Sermayenin, ulusal ve uluslararası plandaki saldırılarına ve sendikal bürokrasinin bütün ihanetine karşın işçi sınıfı ve emekçiler, farklı düzeylerde olsa da pek çok ülkede mücadelelerini sürdürdüler, bugün de sürdürmektedirler. Kriz, emperyalist ülkelerin kendi aralarındaki çelişkileri keskinleştirirken, aynı zamanda emperyalistlerle geri ülkeler ve tek tek ülkelerde sermaye ile işçi sınıfı ve emekçiler arasındaki çelişkileri artırmıştır.
Son üç yıldaki gelişmeler Latin Amerika halklarının, antiemperyalist, halkçı mevzilerinin güçlenmesine olanak sunan koşulları ilerletmiştir. Küba, Venezuela, Brezilya, Bolivya halklarının mücadeleleri, Uruguay, Paraguay, Ekvador, Şili gibi diğer Latin Amerika ülkelerindeki anti Amerikan mücadelelerin güçlenmesi, bu ülkelerle ABD’nin ilişkilerinin zayıflamasına dayanak oluşturmuştur.
Kriz bahanesiyle sermaye ve hükümetlerinin halka ve işçi sınıfının kazanımlarına yönelttiği çok yönlü saldırı, ABD ve Avrupa’da da işçi sınıfının, emekçilerin, lise ve üniversite gençliğinin birbiriyle koordineli olmasa da benzer taleplerle ayağa kalkmasına vesile olmuştur. Özellikle üniversiteli ve liseli gençlik Fransa, Almanya, İngiltere merkezli olarak, büyük kitleler halinde gösterilere, boykotlara başvurdu. Gençlik eylemlerinin boyutları, zaman zaman ‘Yeni 68 mi?’ tartışmalarını da gündeme getirecek boyutlara vardı. Yine İngiltere gibi işçi eylemlerinin geleneksel bakımdan zayıf olduğu bir ülkede bile son 80 yılın en büyük grevine geçtiğimiz yıl tanıklık ettik. Çeşitli işkollarından üç milyona yakın işçi genel grevle emeğe ve haklarına yönelik saldırıları protesto etti. Fransa, İtalya, İspanya’da işçi ve gençlik yığınlarının grev, genel grev, gösteri ve mitingler biçimindeki eylemlerinin ardı arkası kesilmedi. Özellikle Yunanistan krizin yükünü reddetmek isteyen işçi sınıfının, emekçilerin geniş çaplı gösterilerine, grevlerine, genel grevlerine sahne oldu.
İşçi sınıfının ve emekçilerin krizi reddetme mücadelesi, İrlanda, İspanya, Portekiz, İtalya, Yunanistan, Romanya, Slovakya gibi ülkelerde neo liberal politikalar izleyen hükümetleri düşürecek kadar güçlü olurken Yunanistan ve İtalya’da (ki mücadelenin en yüksek olduğu ülkelerdi) burjuva parlamentoları bile bir adım geri çekildi. Bu ülkelerde sermaye güçleri, halkın karşısına, parlamentoya ve halk iradesine karşı bir sorumluluğu olmayan teknokrat hükümetlerle çıkmak zorunda kaldılar. Özellikle AB’yi de arkasına alan Yunanistan egemenleri, 2008 krizinin başından itibaren sayısız gösteri, grev ve genel grevler yapan işçi sınıfı ve emekçileri henüz yatıştırılabilmiş değil.
Krizin, emperyalist sistemin en zayıf halkasını oluşturan Arap-İslam dünyasındaki yansıması, 30-40 yıllık iktidarların devrilmesi oldu. 2011 başında Tunus’ta başlayan isyan Mısır’a sıçradı. Kısa sürede Fas’tan Yemen’e kadar Arap-İslam dünyası, daha önce bu ülkelerde görülmemiş biçimde irili ufaklı direnişler, gösteriler ve halk isyanlarıyla sarsıldı. Onlarca yıldır, kendi kaderini belirleme konusunda bir inisiyatif alamamış bu ülke halkları, “iş, ekmek ve özgürlük” için ayaklandılar.
İşçi sınıfı ve emekçi kitlelerin de az çok örgütlü güçleriyle mücadeleye atıldığı bu ülkelerde isyancılar içinde giderek bir saflaşma yaşanmaya başladı.
Emperyalistler, isyanı önleyemeyeceklerini anladıklarında isyanların zaafından yararlanarak, ayaklanan halkları destekliyor görünerek yedeklemeye koyuldular. Libya ve Suriye’yi bu dünyadaki isyanlara müdahalenin merkezi olarak seçtiler. Libya’ya NATO eliyle doğrudan silahlı müdahale ederek ülkeyi kanlı iç çatışmalara sürükledikten sonra kendi yandaşlarını iktidara getirdiler. Ama Libya’da henüz bir istikrar sağlayabilmiş değiller. Bölgeye emperyalist müdahalenin yeni alanı yapmak istedikleri Suriye’de ise diplomatik ve ekonomik kuşatma ağırlaştırılarak sürdürülmektedir. Yemen’de ve Bahreyn’de isyancılarla diktatörlükler arasındaki mücadele sürmektedir. Lübnan, Ürdün, Cezayir, Fas gibi ülkelerde hükümetler, krallar, şeyhler, bir takım reformlarla halkın öfkesini dindirmeye çalışmaktadır.
Ancak bölgedeki hareketlenme yatışmış olmadığı gibi, Tunus ve Mısır gibi diktatörlüğün devrildiği ülkelerde yeni hükümetler halkın taleplerini karşılamaktan uzaktır. Dahası bu ülkelerde seçimlerle iktidara gelecek olan, İslamcı hükümetlerin de halkın taleplerini karşılaması olanaklı görünmüyor. Her iki ülkede de işçi sınıfının, emekçilerin, sendikaların birleşerek gidişata müdahalede daha etkin hale geldiği gözlenmektedir. Bu ülkelerdeki hareketler bir yıl önceki kadar yüksek tempoda olmasa da, yeni isyanlar ve ayaklanmalar daha derinden mayalanmaya devam etmektedir.
Arap-İslam dünyasındaki halk isyanlarının, krize karşı mücadele merkezi olarak Avrupa’da gelişen işçi ve emekçi hareketinin, Latin Amerika’daki halk hareketlerinin karşı karşıya olduğu en önemli sorunları şöyle sıralayabiliriz:
a) İşçi sınıfı ve emekçilerin sınıf örgütleri olan sendikaların, sendikal bürokrasinin yönetiminde sermaye ile uzlaşan bir çizgiye çekilmiş olmaları hareketin en önemli zaafıdır. Bu gerçek nedeniyledir ki, kriz bahanesiyle girişilen saldırıya karşı mücadele, en ileri gittiği, hükümetler yıktığı ülkelerde bile yenilgilerle ilerlemiştir.
b) Sermaye hükümetlerini ve diktatörleri yıkan mücadelelerin işçi sınıfı ve emekçilerin kendi iktidarlarını kuracak bir seçenek yaratamamaları, sınıf partilerinin ve ilerici, halkçı güç odaklarının (partilerin) halk güçlerini birleştirecek bir seçenekle yığınların önüne çıkamamış olması, sermayenin halkın öfkesini teskin etmesini ve karşı saldırıya geçmesini kolaylaştırmıştır. Nitekim Yunanistan ve İtalya’da krizin yükünü işçi sınıfı ve halka kabul ettiremeyen sermaye hükümetleri çökmüş ama sermaye, iktidar boşluğunu “teknokrat hükümetlerle” doldurup daha ağır bir saldırı programını devreye sokmayı başarmıştır.
Bu iki önemli zaaf, Arap-İslam dünyasında İslamcı, emperyalizmin işbirlikçisi güçlerin halk isyanlarını yedekleme ve kendi programlarıyla iktidarlarını kurmalarının yolunu açmıştır. Avrupa’da ise sermaye güçleri, işçi sınıfı ve emekçilerin tepkilerini, hükümetleri değiştirerek dahası “teknokrat hükümetler” kurarak kendi iktidarlarını yenileme fırsatına dönüştürmüşlerdir.
Elbette uluslararası alandaki bu gelişmeler, partimizin görevlerini ve sorumluluklarını sadece ulusal düzeyde değil uluslararası düzeyde de artırmıştır. Arap-İslam dünyasındaki ayaklanmalardan doğru dersler çıkarmak ve bu ülkelerdeki genç sınıf güçleri ile (sendikal ve siyasi güçler) ilişkilerin geliştirilmesi, onların deneylerinden öğrenme ve onlara yardımcı olma görevi partimiz için düne göre daha yakıcı bir hale gelmiştir. Avrupa’daki gelişmeler ise gerek sendikal hareket gerekse sınıf partileriyle, ilerici demokrat güçlerle partimizin ilişkilerinin sıkılaştırılması, olup bitenden ortak dersler çıkarılmasının önemini artırması gibi konuların ideolojik boyutta (Marksizm, sosyalizm, işçi sınıfı ve sınıf mücadelesi anlayışlarına kadar) tartışılması gereğini de gündeme getirmiştir.”
İşte Emek Partisi bir seneden fazla bir süre önce, gelişmeleri böyle değerlendirmiş.
Bu değerlendirmede “silah görünce devrimin radikalleştiği” söyleniyor mu? Libya’daki gelişmeler devrim olarak tanımlanıyor mu? “Libya’daki devrim” in “radikalleştiği söyleniyor mu?
Aydemir Güler, neye dayanarak Emek Partisi’nin söylemediği sözleri söylemiş gibi iddia ediyor? Bu soruyu Bay Güler’e defalarca sorduk. Bir yanıt yok. Birkaç kez benim 22 Şubat 2011 tarihli Evrensel Gazetesi’nde yayınlanan “Libya’nın farkı” başlıklı köşe yazımı ima etti. O yazıdan da alıntı yapmadı. Her zaman yaptığı gibi ima etmekle yetindi.
Dün yine aynı yazıya gönderme yapmış Bay Güler. İki cümlemi de tırnak içinde aktarmış. Yazının tümünü okuyunca o iki cümle farklı anlaşılıyor. Ama, Bay Güler, yazıyı ve o iki cümleyi anlamak istememiş. 13 Şubat 2013 tarihli Sol Portal’da şöyle yazmış:
“Konu benim bu köşedeki bir yazımda bir kez daha EMEP'in ‘Arap Baharı’ yanılgısına değinmiş olmam. Kabaca şöyle: EMEP süreci bir devrim olarak algıladığı ve olumladığı için, Libya'da silahlı muhalefetin ortaya çıkmasından da heyecan duymuş ve iyimserliğe kapılmıştı.
Süreci olumlarsanız, olacağı budur.
Süreci olumsuzlamış olanlar ise, kolaylıkla aynı silahlı muhalefetin El Kaide bağlantılarını ve emperyalizm tarafından nasıl beslendiğini görmüşlerdi.
Eleştirmenim buna isyan etmiş, ispata davet etmiş, ispat etmeyenin... diye devam edecek neredeyse!
Ama adresi şaşırmış...
22 Şubat 2011 tarihli Evrensel gazetesine ulaşmak o kadar zor mu?
‘Arap Aleminde her bir ayaklanma Ortadoğu ve dünya halklarına yeni bir tecrübe edindirmektedir. Libyalı isyancılar da Tunus ve Mısır’da eksik olan halkın silahlanması meselesini gündeme getirmiştir.’
İyisi mi, ben Kadir Yalçın'la Kamil Tekinsürek'in arasından çıkayım. Kim kime hangi sıfatı uygun görüyorsa, aralarında karar versinler.
Demek ki, yazmadan önce okumak lazımmış.”
'OKUYALIM BAY GÜLER'
Evet. Okumak lazım. Okuyalım Bay Güler. Birkaç kez ima yollu değindiğiniz, birkaç kez ve yine yukarıda çarpıtarak alıntıladığınız 22 Şubat 2011 tarihli yazıda Kamil Tekin Sürek (Tekinsürek değil) ne demiş?
22Şubat 2011 tarihli Evrensel Gazetesinde yayınlanan “Libya’nın Farkı” başlıklı köşe yazım şöyle:
“Tunus ve Mısır halkının ayaklanmasından sonra da Libya’da büyük bir ayaklanma başladı. Önceleri bir iki küçük gösteri ve bunların ordu ve polis güçleri tarafından bastırılması, Libya diktatörü Kaddafi’nin Trablus sokaklarında yaptığı gösteri falan derken, birden Tunus ve Mısır’dan daha şiddetli bir ayaklanma gündeme geldi.
Libya ayaklanmasının Tunus ve Mısır’dan iki önemli farkı var.
Birincisi, Libya ayaklanmasında pek fazla muhalif partiler ve örgütlerin adı geçmiyor. Muhalif parti ve örgütlerler var mı? Bunu da çok iyi bilmiyoruz. Bugüne kadar medyadan bu tür örgütlerin varlığını ve isimlerini duymadık. Libya diktatörlüğünün büyük baskısı altında muhalif parti ve örgütlerin varlığı ve yaşamasına şans tanınmamış olabilir ya da çok gizli çalışan küçük örgütler olabilir ama bunların dünya ile bağları sınırlı olabilir. Fakat, bilindiği gibi, Libya’da çok sayıda Türkiyeli işçi ve mühendis on yıllardır çalışmakta idi ve bunlardan şimdiye kadar görüştüklerimiz de muhalif parti ve örgütlerden hiç söz etmemişti. Örgütlerin varlığı, yokluğu konusunda belki birkaç gün sonrasında daha fazla bilgi sahibi olabiliriz.
Libya isyanında ikinci önemli fark isyan eden halkın silahlı olmasıdır.
Libya halkı zaten silahlı mı idi, yoksa ayaklanma sırasında ordu ve polisin silahlarına el mi koydular? Belki de ikisi birden. Fakat, fotoğraf ve filmlerde görülen içlerinde ağır silah da taşıyan, silahlı ayaklanmacıların varlığı isyanın karakterini hemen değiştiriyor. Örneğin en son gelen haberde isyancıların Bingazi şehrini (ki ikinci büyük şehridir Libya’nın) ele geçirdiği ve Trablus’u kuşattığı belirtiliyordu. İsyancıların tanklarla dolaştığına dair görüntüler dahi var.
Bu durumda Tunus ve Mısır’daki gibi geçiş dönemi, kurucu meclis, anayasa değişikliği vb. siyasi çözüm önerileri yerine isyancıların doğrudan devleti ele geçirmesi ve daha sonra iktidarın biçimini belirlemeleri söz konusu olabilir.
Tabii, böyle bir durumda, halkın devrimci, ilerici örgütleri yoksa, devleti kimin ve nasıl yöneteceği soruları ortaya çıkıyor. En kötü ihtimal de Kaddafi gibi yeni bir albayın halk adına devletin başına geçmesidir. Ya da bir aşiretin (aşiretler ittifakının) devleti yönetmeye talip olmasıdır.
Devlet Tv ve radyosunu ele geçiren güçlerin bunu ayaklanma için kullanmayıp, yakıp yıkması, hayra alamet bir gelişme değildir.
Arap Aleminde her bir ayaklanma Ortadoğu ve dünya halklarına yeni bir tecrübe edindirmektedir. Libyalı isyancılar da Tunus ve Mısır’da eksik olan halkın silahlanması meselesini gündeme getirmiştir.
Bakalım Libya’nın silahlı isyancıları, isyanın sonunu nasıl bitirecek?”
OKUDUĞUMUZU ANLADIK MI?
Bu yazıda bir tane devrim sözü geçiyor mu? Sadece bir tane “devrimci” sözcüğü var. O da Libya’da halkın devrimci, ilerici örgütlerinin olmadığı, bu durumda muhtemelen Kaddafi’nin yerine onun gibi bir başka diktatörün geçebileceği ya da bir aşiretin (ya da aşiretler ittifakının) devleti yönetebileceği yazılmış. O zaman tahmin ettiğimiz de sonra gerçekleşmiş, bir aşiretler koalisyonu Kaddafi’nin yerine iktidara gelmiş. Hani, bu yazıda Libya’da devrim olduğu, devrimin Libya’da radikalleştiği sözleri? Tam tersini yazmışım. Ayaklanmaya ya da isyana öncülük edecek bırakalım bir komünist, sosyalist partiyi, ilerici-halkçı bir parti dahi olmadığını, görüntünün bir aşiretler çatışması görüntüsü olduğunu ve Kaddafi’nin devrilmesinden sonra bir aşiretler koalisyonu ya da yeni bir diktatörün Libya’yı yönetebileceğini yazmışız. Öyle de olmuş.
Tunus/Mısır ile Libya arasında iki farktan söz etmişiz. Birincisi Tunus/Mısır’da komünist, sosyalist, ilerici, Baasçı vb. pek çok parti ve örgüt, işçi sendikaları vb. varken Libya’da bunların olmadığını; fakat Mısır/Tunus’ta ayaklananlarda silah yokken, Libya’da ayaklananların silahlı olduğunu söylemişiz, bu nedenle de, Tunus/Mısır’da ayaklananlar seçimler, anayasa değişikliği, yeni hükümetler vb. şeylerle rejimi değiştirmeye, dönüştürmeye çalışırken, Libya’daki silahlı güçlerin rejimi zorla ve daha kısa zamanda devirip kendi iktidarlarını oluşturabileceğini yazmışız; ki böyle olmuş. Burada, birine veya öbürüne bir övgü, özenme, “buldumcuk olma” vs. var mı? Objektif bir izlenimi aktarıyoruz. Söylediklerimiz yalan mı?
Ben yazılarımı ilkokul dördüncü sınıfa giden bir öğrencinin anlayabileceği biçimde yazmaya çalışıyorum. Demek ki, başaramıyorum Bay Güler, anlatmak istediğimi anlayamadığına göre, meramımı iyi anlatamamışım. Ya da Bay Güler anlatmak istediğimi anlamış ama okuyucularına farklı aktarmayı yeğlemiş. Öyle yapmışsa, bunu neden yapmış olabilir?
Onu da Aydemir Güler’in okuyucuları değerlendirsin.
Sol Gazetesi ve Sol Portal’ın yöneticileri de o sloganın gereğini yapar herhalde!