İskender Bayhan: Yeni bir adım atmak, mücadelenin parçası olmak için oy verin
"Yarın ülkeyi daha büyük felaketlere sürükleyecek olan Erdoğan iktidarının suç ortağı olmayın. Kendi geleceğiniz için yeni bir adım atmanın, mücadele etmenin bir parçası olmak için oy kullanın."
Fotoğraf: Musab Daud
Çağrı SARI
İstanbul
Türkiye yarın bir referandum niteliğinde olacak cumhurbaşkanlığı seçimleri için sandık başına gidiyor. Kararlıkla sandıklara gidin ve tek adamı göndermek için oyunuzu değişim yönünde kullanın çağrıları yapılıyor. Bu değişimin bugünkü adresi muhalefetin adayı Kemal Kılıçdaroğlu. “Bugün değişim için oy ver yarın mücadeleyi yükselt” çağrısı yapan isimlerden biri de EMEP MYK Üyesi İstanbul Milletvekili İskender Bayhan. Bayhan ile hem İstanbul 3. Bölge'nin özelliklerini, halkın talep ve beklentilerini hem AKP’nin işçiler arasındaki etkisini hem de Millet İttifakının stratejisini konuştuk. Bugün Kemal Kılıçdaroğlu’na oy verme çağrısı yapan Bayhan bu durumu şöyle anlatıyor: Yarın ülkeyi daha büyük felaketlere sürükleyecek olan Erdoğan iktidarının suç ortağı olmayın. Sandığa gidin ve kendi geleceğiniz için yeni bir adım atmanın, mücadele etmenin bir parçası olmak için oy verin.
Emek Partisinin Yeşil Sol listelerinden Meclise girdiniz. İstanbul 3. bölgenin adayıydınız. Nelerle karşılaştınız ve size oy veren ya da vermeyen insanların bu süreçte beklentileri neydi?
İstanbul 3. bölge 13 ilçeyi kapsıyor. Türkiye’nin en büyük ilçesi olan Esenyurt ve ilk 10’da yer alan Küçükçekmece ve Bağcılar ilçeleri bu bölgede bulunuyor. Aynı zamanda sürekli göç alan bir bölge. Özellikle son yıllarda Suriye ve Afrika kökenli yoğun bir göçmen nüfusu da var. 400 binin üzerinde olduğu tahmin ediliyor. İstanbul’un en gelişkin sanayi bölgesi. Onlarca büyük-orta ve küçük ölçekli sanayi bölgesi bulunuyor. Emek ve sermaye çelişkilerinin çok yoğun olarak yaşandığı ve günlük hayat içerisinde gözle görülür bir şekilde dışa vurduğu bir bölge. Kapitalistler açısından tam bir ucuz iş gücü cenneti. Başta barınma sorunu olmak üzere, büyük Marmara depremi tahdidi de dikkate alındığında kentsel yaşama dair birçok ciddi sorunla içi içe bir bölge.
Seçim çalışmalarında karşılaştığımız işçi ve emekçilerin, gençlerin, kadınların taleplerini, beklentilerini de çok büyük oranda bu nesnel koşullar oluşturuyor. Düşük ücretlerden, sendikasız çalışmaya, yüksek ev kiralarından eğitim ve sağlık koşullarına ve tabii ki bu kadar yoğun bir göçmen nüfusla birlikte, kardeşçe bir arada yaşanıp yaşanamayacağına kadar birçok talep ve soruyla karşılaştık. Yine özellikle Kürt nüfusun yoğun olduğu ilçeler var ve buralarda en çok dile getirilen talepler kayyumların kalkması, cezaevlerindeki siyasetçilerin, gazeteci, sendikacı ve aydınların serbest bırakılması oluyor.
Sizi vekil yapmaya iten süreç neydi? Yukarıda saydığınız beklentiler mi?
Benim milletvekilliğine aday olma sürecim tamamen partimin ittifak politikaları ve yetkili kurullarının öneri ve kararları sonucunda gündeme geldi. Yani tamamen partimin verdiği bir görev ve sorumluluk olarak milletvekili adayı oldum. Aksi de mümkün olmazdı diye düşünüyorum.
ÜLKE GÜNDEMİNDE BİRÇOK ACİL TALEP VAR
Önümüzdeki 5 yıl Mecliste neler yapacaksınız. Bugün seçmene verdiğiniz sözlerin ilk olarak hangilerini Meclise taşıyacaksınız?
Bu çok önemli ve yanıtı da ayrıntılı bir soru. Ancak şunu söyleyebilirim ki gerek partimin seçim bildirgesinde ortaya konulan platform gerekse Emek ve Özgürlük İttifakının seçim platformu, Mecliste yürütülecek çalışmaların temel ekseninin oluşturacaktır diye düşünüyorum. Acil ekonomik ve politik talepler, atılması gereken acil demokratik adımlar açısından bu platformlar, sömürülen ve ezilen halk kitlelerinin yaşadığı sorunlar, talepleri ve çözüm önerileri açısından atılması gereken somut adımları içeriyor. Ücretlerin yoksulluk sınırının üzerinde insanca yaşayacak düzeye çıkarılmasından tutun da, çalışma saatlerine, sınırsız grev hakkı ve sendikal örgütlenmenin önündeki engellerin kaldırılmasından, kayyumların iptaline, kadına yönelik şiddetin son bulmasından gençlerin parasız, bilimsel, demokratik eğitim taleplerine kadar ülke gündeminde birçok acil talep var. Elbette Meclisin açılışından itibaren işçilerin, emekçilerin, kadınların, gençlerin mücadelesinin sıcak seyrine bağlı olarak bu acil taleplerin Meclis gündemine gelmesi için çalışacağız.
HALK KİTLELERİNİN MÜCADELESİ İÇİN ÇALIŞACAĞIZ
Tarihin en karanlık meclisinin oluştuğu söyleniyor ki Cumhur İttifakı bileşenlerinin içinde HÜDA PAR üyeleri var. Önümüzdeki süreçte Meclisten kapkara yasalar çıkabilir. Sizin bu tabloda yol haritanız ne olacak?
Evet oldukça gerici ve sömürücü politikalardan yana bir parlamento bileşimi oluştu. Gerici-faşist bir devlet örgütlenmesi için çalışacak bir yapı bu. Ancak şu gerçeğin altını da çizmekte yarar var. Bizim ittifakımızın ve az çok demokratik dönüşümden yana muhalif milletvekillerinin Mecliste somut bir şeyler yapabilmesi sömürülen ve ezilen halk kitlelerinin mücadelesinin düzeyiyle doğrudan bağlantılıdır. Bizlerin de yapması gereken şey bu mücadelenin güçlenmesi için çalışmaktır. Bu mücadeleyi güçlü bir şekilde sürdürmek ve işçilerin, emekçilerin temsilcisi olarak bu mücadelenin içinde yer almak, Meclisi de etkin bir şekilde kullanmak çalışmaların esasını oluşturacaktır.
Yarın sandığa gidiyoruz. Tarihin en kritik seçimleri. Çağrısını yaptığınız Kemal Kılıçdaroğlu son olarak Zafer Partisinin de desteğini aldı. Bir protokol imzaladılar. Mülteci ve kayyumlar konusunda eleştiriler var protokole. Sizin bir eleştiriniz var mı?
Sadece Ümit Özdağ ile yapılan protokol değil, Millet İttifakının daha önce açıklamış olduğu protokollere dönük temelden itirazlarımız var. Bunlar en ilerisi sistemin restorasyonunu amaçlayan ve işçilerin, emekçilerin taleplerine yanıt vermeyen, onların çıkarlarından uzak platform ve protokoller. Büyük sermayenin, yerli-yabancı tekellerin çıkarlarını esas alıyorlar. Onun için bizim bunları desteklememiz mümkün değil. Göçmen sorununun çözümü konusunda da gerek partimizin gerekse Emek ve Özgürlük İttifakının platformunda dile getirilen politikalar oldukça nettir. “Geri Kabul Anlaşması”nın iptal edilmesi, bölgede barış ortamının sağlanması ve dönmek isteyen sığınmacılar için her türlü kolaylığın sağlanması, birlikte yaşamak isteyen sığınmacılara mülteci statüsü verilmesi ve eşit yurttaşlık hakkının tanınması gibi düzenlemeler bunların başında geliyor.
TEK SORUN GİBİ DAVRANMAK ÇÖZMEZ SORUNU DERİNLEŞTİRİR
Bugünlerde mülteci düşmanlığı üzerine oturan bir siyaset tarzı var. Yarın için tehlikesi ne bunun?
Türkiye’de mülteciler, kapitalistler tarafından hep ucuz iş gücü olarak kullanıldılar. O yüzden ucuz iş gücü sömürüsünü yaygınlaştırmak için, hatta denebilir ki Türkiye’de emek gücünün satışının temeli haline getirmek için bu durumu kullanmaya devam edecekler. Aynı zamanda ülkeyi yöneten partiler, ülkeyi yönetecek olan iktidar ve aslında tüm sermaye partileri açısından da mültecileri önümüzdeki dönem ırkçı, şoven politikaların, kışkırtmaların dayanağı olarak kullanmak da önemli tehlikelerden birisi olmaya devam edecek. Türkiye’de hem kapitalist sistemden kaynaklanan sorunları hem de ülkeyi yönetenlerin izlediği politikalar nedeniyle ortaya çıkan sorunları sürekli göçmenlerle izah etmek, sorumlusu olarak göçmenleri göstermek ve bunun üzerinden sürekli bir çatışma, bunun üzerinden provokatif bir ortam yaratmak bu ülkeyi yönetme tarzının bir parçası haline gelmiş durumda. Onun için de göçmenlere ilişkin gerici, ırkçı, şoven yaklaşımlarla gündeme gelen politikalar önümüzdeki dönemin de en önemli sorunlarından biri olmaya devam edecek. Buna izin vermemek lazım. İşçi ve emekçilerin şu gerçeği bilmeleri lazım. Eğer Türkiye’de bir göçmen sorunu varsa bunu bu ülkeyi yönetenler, onların politikaları yaratmıştır. Esas olarak da bu politikalarla mücadele etmek gerekir. Bu politikalarla mücadele etmeden sadece göçmenlerin Türkiye’de ciddi bir nüfus oluşturmasından kalkarak bütün bir sorunu buradan izah etmeye kalkmak ülke açısından sorunları çözmek anlamına gelmez, daha da derinleştirmek anlamına gelir ve bu sorunun çözümüne de hiçbir katkı sunmaz.
Partiniz “Tek adam gitsin” diye oy kullanın çağrısı yapıyor. Bu protokoldeki sıkıntılı maddelere rağmen önemli bir çağrı bu. Buradaki ayrım nedir. Bu sandığa gitmenin “her şeye rağmen” önemi ne?
Biz ilk turda da Kılıçdaroğlu’ na oy vereceğimizi söylerken de bu tutumun ona kefil olmak ya da Millet İttifakının programını desteklemek anlamına gelmediğini açık açık söyledik. Bugün de aynı noktada duruyoruz. Örneğin Özdağ-Kılıçdaroğlu protokolünün içeriği Millet İttifakının daha önce açıklamış olduğu kapsamlı programdaki yaklaşımlardan daha geri özellikler taşımıyor. O da kötüydü bu da kötü. Bizim Kılıçdaroğlu’na oy istememizin temel nedeni tek adam yönetimine son verme kararlılığımızdır. Gerici-faşist bir devlet örgütlenmesinin önünün kesilmesidir. Kılıçdaroğlu kazandığında, sonuçta bir burjuva iktidar değişimi yaşanmış olacak. Ancak bu değişim ekonomik ve demokratik hakların elde edilmesi mücadelesinin güçlenmesi, olanaklarının artması ve geleceğe umutla bakma açısından çok önemli bir adım olacaktır.
İKTİDAR İŞÇİLERİ MODERN KÖLELERİ OLARAK KALMAYA MAHKUM EDİYOR
AKP’nin oy kaybının arttığını gördük. Erdoğan 81 ilde de düşüşte. Ancak yine de yüzde 49 gibi yüksek bir oy oranı aldı. Israrla orada duran insanların temel motivasyonu nedir… Muhalefete güvensizlik mi, sosyal yardımlar mı, ‘istikrar’ inancı mı ‘vefa’ duygusu mu?
Bular hâlâ Erdoğan’a oy vereceğini söyleyen işçi ve emekçilerin, yurttaşların en çok dile getirdiği gerekçeler içerisinde yer alıyor. En önemli başlıklar olarak bunlardan söz edebiliriz. Bunlara eklememiz gereken, bizim seçim çalışmaları içinde işçi ve emekçilerle yaptığımız toplantılarda karşımıza çıkan en önemli hususlardan bir tanesi Erdoğan ve tek adam yönetimi, Cumhur İttifakı tarafından sürdürülen vatan, millet, bayrak, yerlilik ve millilik propagandasını oluşturuyor. Bugün milyonlarca işçi ve emekçi Erdoğan Hükümetinin özellikle batı kapitalizmi karşısında Türkiye’nin çıkarlarını daha kararlı savunduğunu ancak burjuva muhalefetin bunu yapmayacağını düşünüyor. Erdoğan, yürüttüğü seçim kampanyasında da öncesinde de bu propagandayı öne çıkararak belli bir başarı elde etmiş görünüyor. Bu önümüzdeki dönem de devam edecek bir yaklaşım. Sadece bu döneme ait bir yaklaşım değil. Bugün esas olarak bu yargıyı, buradaki bu büyük yanılgıyı gidermek için biz de işçilere emekçilere bugünün gerçeklerini anlatmaya çalışıyoruz. Hem ülke ekonomisinin AKP hükümetleri, Erdoğan yönetimleri süresince nasıl dışa bağımlı hale geldiğini, aslında bağımsızlıktan, yerlilik, millilik propagandasından söz edilirken Türkiye’nin tarımını, sanayisini, Türkiye’nin bankacılık sektörünü, ticaretini olabilecek tüm ekonomik ilişkilerini nasıl daha fazla emperyalizme bağımlı hale getirdiğini, uluslararası tekellere bağımlı hale getirdiğini anlatıyoruz. Bunun karşısında çok fazla yanıt verebildiklerini söyleyemeyiz. Bunları duyunca susuyorlar ama bir yandan da buna olan inançları değişmiyor. Bu konuda çok daha fazla çabaya, çok daha fazla emek harcamaya ihtiyacımız var. Türkiye’de etten süte, buğdaydan una, Türkiye’de temel tüketim maddelerinin ithalatından temel ekonomik faaliyetlerin enerjiye, gıdaya dışa bağımlı hale geldiği gerçeğini işçilere, emekçilere anlatmamız lazım. Türkiye’nin nasıl bir borç batağına sürüklendiğini, örneğin Erdoğan yönetimleri Türkiye’yi İMF’den kurtardığını söylüyor ama 20 yıl önce Türkiye’nin İMF başta olmak üzere 45 milyar dolar olan dış borcunun bugün 444 milyar dolara çıktığını, Türkiye’de ciddi anlamda bir dış ticaret açığı olduğunu, Türkiye’de daha doğmamış çocukların önümüzdeki 10-15 yıl içinde ciddi bir borç yükünün altında geleceklerinin ipotek altına alındığını ısrarla, kararlılıkla anlatmamız gerekiyor. Bunlar karşısındaki suskunluklara sabırla sebatla anlatmaya devam edersek fikirlerin değişebileceğini gösteren önemli bir konu. Onun için ilk tur seçimleri de bize gösterdi ki burjuvazinin egemen siyasi partilerinin, düzen partilerinin en büyük malzemesi milliyetçilik, ırkçı ve şoven propaganda. Din istismarını da tabii buna eklemek gerekir ama milliyetçilik daha öne çıkan bir propaganda ve etki gücüne sahip olan bir propaganda konusu oldu. Onun için önümüzdeki dönem 2. tur seçimlerinde hem de ondan sonrasında Türkiye’de gerçekten bu yerlilik, millilik, vatan, millet, bayrak ve din istismarı üzerine olan siyasetin nasıl işçilere, emekçilere zarar verdiğini, onların yaşamlarını ne kadar çok kararttığını, aslında onları bugünkü sömürü düzeninin, sermaye düzeninin modern köleleri olarak kalmaya mahkum ettiğini ısrarla anlatmaya devam edeceğiz.
İnsanların sandıktan uzaklaşma ihtimaline karşı, yoğun çağrılar yapılıyor bir taraftan da. Sizin çağrınız nedir?
Bir kez daha bütün işçileri, emekçileri, kadınları ve gençleri sandığa gitmeye çağırıyorum. Özellikle Erdoğan’a oy veren ve ikinci turda da vermeyi düşünen emekçi kardeşlerimizi, bu hatadan dönmeye çağırıyorum. Yarın ülkeyi daha büyük felaketlere sürükleyecek olan Erdoğan iktidarının suç ortağı olmayın. Birçoğunuz yarın, elimiz kırılsaydı da oy vermeseydik diyeceksiniz. Yeniden ve yeniden bu yanlışa düşmeye gerek yok. Sandığa gidin ve kendi geleceğiniz için yeni bir adım atmanın, mücadele etmenin bir parçası olmak için Kılıçdaroğlu’na oy verin.