Adnan Özyalçıner: Meydanlar, insanların sözünü özgürce söylemesi gereken alanlardır
Adnan Özyalçıner, Ayşe Bengi ile birlikte hazırladığı “Öyküleriyle İstanbul Meydanları” isimli kitabını anlattı.
Adnan Özyalçıner (Fotoğraf: Kadir İncesu)
Kadir İNCESU
Şehirlerin tarihleri meydanlarında gizlidir. Kişisel tarihimiz açısından da önemlidir meydanlar. Sultanahmet Meydanı denilince aklıma çocukluğum gelir. Ömrümün ilk 8 yılının geçtiği Cankurtaran’dan annem, babam ve kardeşimle yürüyerek Sultanahmet’e yürüyüşümüz örneğin… Babam ve kardeşimle Sultanahmet Camii’nin çevresindeki büyük parkta şeytan uçurtması uçuruşumuz… Adnan Özyalçıner ile Ayşe Bengi’nin hazırladığı “Öyküleriyle İstanbul Meydanları”nı okurken çocukluğumun İstanbul’unda gezintiye çıktım. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Yayınları tarafından yayımlanan kitap her gün geçtiğimiz ancak hakkında pek de bir şey bilmediğimiz meydanların öykülerini anlatıyor. Adnan Özyalçıner ile İstanbul’un meydanlarını konuştuk.
Meydanların tarihimizdeki yeri ve siyasal hayatımızdaki önemi nedir?
Tarihin başlangıcından bu yana meydanlar pazar yeri olarak ortaya çıkmıştır. Genellikle hayvan pazarları bu meydanlarda yapılırdı. Toplanılan bir yer oluşuyla meydanların siyasal alanlara dönüşmesi doğaldır. Meydanlar spor alanları olarak kullanılmıştır. At yarışı, araba yarışları, cirit, güreş gibi… Taksim Meydanı futbol sahası olarak da tarihe geçmiştir. Sultanahmet Meydanı’nın Bizans’la başlayan araba yarışları sahası olması yanında hem Bizans hem Osmanlı döneminde ayaklanmalara da sahne olmuştur. Ayrıca idamların yapıldığı yerdir. Birinci Dünya Savaşı yıllarında İstanbul’un işgaline karşı mitinglerin düzenlendiği bir alan olmuştur. Taksim Meydanı ise bu bağlamda bir zamanlar görkemli Cumhuriyet Bayramı kutlamalarıyla, bugün yasak olan 1 Mayıs İşçi Bayramı toplantılarına sahne olmuş coşkuların yaşandığı bir alandı.
"TARİHSEL GEÇMİŞİNİ ÖNE ÇIKARARAK ELE ALDIK"
Sözü edilen meydanlar hangi özellikleriyle yer aldı çalışmanızda?
Her meydan, önce halkın bir araya gelme, buluşma, dinlenme alanları olarak önem taşır. Sonrasında bir alışveriş alanı, ulaşım merkezleridir. Öte yandan çevresinde barındırdığı anıt yapılarıyla bir turistik alandır. İstanbul meydanlarını, bütün bu özellikleriyle tarihsel geçmişini öne çıkararak ele aldık.
Mevcut durumu nedeniyle sözünü etmediğiniz, çalışmanızda yer almayan meydanlar oldu mu?
Meydanlardan kimilerinin değişime uğrayarak meydansal özelliklerini yitirmiş olmaları, kimilerinin yeni açılan meydanlar oluşuyla tamamlanmamış, öykülerini oluşturmamış olmaları yüzünden sözünü edemedik. Kentin uzak semtlerindeki meydanlara da dokunmadık.
Meydanları yapısal, sosyal ve siyasal açıdan gözlemlerinizle bütünleyerek anlatıyorsunuz. Adnan Özyalçıner öykücülüğünün yansımalarını da görmek mümkün…
Meydanları öyküleriyle, yaşanan halleri, geçmişi ve bugünüyle anlattık. Bu arada meydanların edebiyatımıza yansıyışını yalnız benim değil, birçok yazarımızın öykülerine, şiirlerine konu olan hallerini de aktardık. Bütünledik.
Meydanların isimlendirilmesi konusunda neler söylersiniz?
Meydanlar bulundukları semtlere göre adlandırılmıştır. Semt merkezi anlamında, semtin ana noktası anlamında adlandırıldıklarını sanıyorum.
Adında “meydan” geçen tek yerin Okmeydanı olması dikkatimi çekti.
Okmeydanı, adı üstünde okların atıldığı meydan. Okçuluğun geçerli olduğu dönemlerde geniş bir alan olan Haliç üstündeki bu açıklıkta ok talimi yapılır, yarışmalar düzenlenirmiş. Eskiler statlara top sahası derdi. Ok sahası ok alanı gibi Okmeydanı.
"BEYAZIT MEYDANI’NIN ÖNEMİ BÜYÜK"
Sözünü ettiğiniz meydanlar içerisinde sizin kişisel tarihiniz açısından en önemlisi hangisi?
Beyazıt Meydanı benim kişisel yaşamım açısından üniversite yıllarımın geçtiği bir alan olması nedeniyle ayrı bir özellik taşıyor. Kültürel ve siyasal yönden önemi büyük. 1955 yılından başlayarak Beyazıt Camii’nin arka avlusundaki Çınaraltı Kahvesinde üniversite öğrencileri olarak Onat Kutlar, Demir Özlü, Erdal Öz, Hilmi Yavuz, Ergin Ertem, Ferit Öngören, Ercüment Uçarı, Yılmaz Güney’le lise yıllarından arkadaşlarım Kemal Özer, Önay Sözer, Ergin Günçe, Konur Ertop, Doğan Hızlan ile buluştuk. 1956’dan başlayarak bir yandan Demokrat Partinin artan baskılarına karşı öğrenci eylemlerine katılıyor, öte yandan harçlıklarımızdan ödediğimiz paralarla çıkardığımız a dergisiyle baskılara kültürel olarak karşı koyuyorduk. Amacımız hem siyasal, hem edebiyat alanında hak ve özgürlükleri savunmaktı. Bu toplu direnişin dışında benim için Çınaraltı Kahvesinin bitişiğindeki Sahaflar Çarşısı’nın önemi büyüktü. O zamanlar yasaklı olan Sabahattin Ali’nin Fantomara çevirisini orada bulup okudum. Fahri Erdinç’in öykülerini, Şadırvan, Büyük Doğu dergilerinden toplayarak dosyaladım. Çocukluğumdan beri Kapalıçarşı’nın ayrı bir güzelliği, büyüsü vardır bende. Bu büyülü dünyanın büyüsünü bozan babam öldükten sonra annemin evde ütülediği çorapları koca bir bohça içinde oflaya poflaya çarşıdaki karanlık bir hana götürüşümü de eklemeliyim.
Beyazıt Meydanı’nın tarihsel önemine dair neler söylenebilir?
Beyazıt Meydanı, Bizans döneminde bir açık pazardı. Sultanahmet’ten başlayan bugünkü Divanyolu Caddesi, Bizans döneminden kalma Mesa yolu olarak Beyazıt’tan geçerek Edirnekapı’ya kadar uzanıyordu. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u aldıktan sonra bu ana yolu değiştirmemiştir. Bugün de bu ana yol Topkapı ile Edirnekapı’ya uzanmaktadır. Bugün de çarşı pazarın odaklandığı yerdedir. Siyasal konumuna gelince, eski sarayın yerinde bulunan İstanbul Üniversitesi merkez binası dolayısıyla siyasal sonuçları olan 1960,1968 üniversite gençliğinin öğrenci ayaklanmalarına sahne olmuştur.
Ön sözde dikkat çektiğiniz “Meydanda çoğalmak” deyimi size neyi çağrıştırıyor?
Meydan en başta bir toplanma alanıdır. Bir araya gelerek ya direnmenin ya da sevincini, coşkusunu ortaya koymanın çoğullaştığı yerdir. Meydanlar, insanların sözünü özgürce söylemesi gereken alanlardır.
"AYŞE DE ANNESİ GİBİ"
Sennur Sezer ile yaptığınız ortak kitapları biliyoruz. “Öyküleriyle İstanbul Meydanları,” kızınız Ayşe Bengi ile ilk çalışmanız. Nasıl bir çalışma süreci yaşadınız?
Ben öteden beri elle yazarım. Kurşun kalemle silgi kullanarak. Daktilo döneminde elle yazdıklarımı daktiloya çekerdim. Bilgisayar çıkınca daktiloyu çekmeceye kaldırdım. Benim elle yazdıklarımı bu kez sevgili Sennur bilgisayara aktarıyordu. Sennur’dan sonra sekreterliğimi ya da asistanlığımı torunum Adnan Taylan Sakin yapar olmuştu. O öğrenimi için İtalya’ya gidince asistanlık kızım Ayşe Bengi’ye kaldı. Hal böyle olunca yazı ortaklığı da devreye girdi ister istemez. Sennur çok iyi bir araştırmacıydı. Ortak kitaplarda bilgileri derlemek, yazıma yardımcı olmak onun işiydi. Öyküleriyle İstanbul Meydanları’nda bu zorlu işi asistanım olarak Ayşe devralmış oldu. Ayşe de annesi gibi, yaratıcı danışmanım şimdi.