Onuncu yıl dönümünde Gezi Direnişi'nin öğrettikleri | "Kutuplaşmaya karşı Gezi’yi örnek almalıyız"
10. yıldönümünde Gezi Direnişi'ni değerlendiren siyaset bilimciler, Gezi’nin Türkiye için bir dönüm noktası olduğuna dikkat çekerek “Bugün yaratılan kutuplaşmaya karşı Gezi’den öğrenmeliyiz” dedi.
Fotoğraf: Özcan Yaman/Evrensel
Nisa Sude DEMİREL
İstanbul
Gezi direnişinin onuncu yılına seçim atmosferinde ve cezaevindeki Gezi tutuklularıyla giriliyor. Gezi’nin her yıl dönümünde mücadelenin başladığı Gezi Parkı ve Taksim adeta abluka altına alınıyor. Birçok ilde protestolara katılan yurttaşlar sert müdahalelerle gözaltına alınıyor. Türkiye siyaseti üzerinde 10 yıldır büyük etkileri olan ve her yurttaşın hafızasına kazınan Gezi’nin öğrettiklerini ve bugüne etkilerini siyaset bilimciler Dinçer Demirkent ve Ayşen Uysal’la konuştuk.
‘GEZİ YENİ BİR EYLEM PRATİĞİ GETİRDİ’
Ayşen Uysal ve Dinçer Demirkent, Gezi direnişinin Türkiye siyaseti için bir dönüm noktası olduğu konusunda hemfikir. Gezi’nin ardında Türkiye halklarının AKP’nin 11 yıllık diktatoryal yönelimlerine karşı TEKEL direnişi ve 2010 referandumunda yürütülen ‘hayır’ kampanyasının biriktirdiği bir deneyim olduğunu belirten Demirkent, “Fakat Gezi’nin doğrudan demokrasi arayışı ve birlikte karar verme süreçlerinde görünür olması; parkların, sokakların, kamusal alanların demokrasinin parlamento ve temsili aşan mekanları olarak yeniden inşa etme girişimi; elbette yaygınlığı ve kitleselliği onu kendisinden önceki ve sonraki dönemden ayırıyor” dedi.
GENİŞ KİTLELERİN ‘YARATICI’ EYLEMLERİ
Ayşen Uysal da Gezi’nin geleneksel olmayan bir sokakta siyaset yapma biçimi olduğunu, Gezi’nin etkisinin sokakla sınırlı kalmayarak geleneksel siyasal katılma biçimleri ile siyasal partiler üzerinde de etkisi olduğunu söyledi. Gezi’nin ayırt edici özelliğinin on yıllardır basın açıklaması rutinine indirgenmiş olan eylem repertuvarının diğer eylem biçimlerine doğru genişlemesi olduğuna işaret eden Uysal “Mizah, duvar yazıları ile protestonun diğer tarafı olarak güvenlik güçlerini şaşırtan, medyanın ilgisini çeken ve daha geniş kitlelerin eylemlere katılımını sağlayan ‘yaratıcı’ eylem biçimleri Gezi’nin en önemli özelliğiydi. Gezi’nin eylem repertuvarının 15 Temmuz 2016 sonrasında düzenlenen ‘demokrasi nöbetleri’ne bile etki edebildiğini unutmamak lazım” diye anlatıyor.
‘GENÇLİĞİN SİYASALLAŞMASINDA ETKİSİ BÜYÜK’
Gezi’nin siyasette görünür olmayan beyaz yakalıların bir bölümünü daha siyasallaştırdığını dile getiren Uysal “Gençlerin bir bölümünün siyasallaşmasında da Gezi’nin belirleyici bir etkisi oldu. Devlet baskısı ve şiddeti karşısında bu tür toplumsal gruplar alanlardan geri çekilmiş gibi görünse de başka biçimlerde aktivizmlerini sürdürdüler” diye konuştu. Gezi’nin enerjisinin bir kısmının sandık güvenliği aktivizmini biçimlendirdiği, depremler sonrasında örgütlenen yardım kampanyalarında da Gezi’nin öğrettiği dayanışma anlayışının etkileri olduğu örneklerini veren Uysal “Bugün bunca baskı karşısında hâlâ ayakta kalabiliyor, dayanıklılık gösterebiliyorsak bunu en çok da Gezi’nin bize miras bıraktıklarına borçluyuz” ifadelerini kullandı.
‘GEZİ’DEN SONRA REJİM YENİDEN ÖRGÜTLENDİ’
7 Haziran 2015 seçimlerini burjuva demokrasisi içinde son bir karşı karşıya gelme olarak okumanın mümkün olduğunu dile getiren Dinçer Demirkent “Gezi’den öğrenenler, Gezi’nin yaratısından beslenenler kazandı, fakat rejim yığınağını yapmıştı. Ülke 1 Kasım’a taşındı. Barış süreci bitirildi. İttifak, Türkiye’nin en gerici unsurlarıyla güncellendi. Rejimin son derece korktuğu Gezi direnişi, rejimin kendini yeniden organize etmesine neden oldu” ifadelerini kullanarak buna OHAL ile kitlesel toplanmaları engellemek, polis şiddetinin orantısız kullanımı ve sokakların daha Gezi protestoları sürerken paramiliter güçlere emanet edilebileceğine ilişkin işaretleri örnek veriyor.
‘BİRBİRİMİZİ DİNLEYECEK ORTAMLAR YARATMALIYIZ’
Gezi’nin ardından 2015’teki seçim süreci ve 2016’da OHAL ilan edilmesiyle zaten var olan kutuplaşmanın artarak Türkiye halkları için ciddi bir tehlike arz etmeye başladığına dikkat çeken Ayşen Uysal “Yaşanan bu kutuplaşma bizzat iktidarın izlediği politikanın bir sonucuydu. İktidar bloku bu kutuplaştırma siyasetini kendi bekası için yegane çözüm olarak benimsedi ve Gezi’yi burada bir dönüm noktası olarak kullandı. Ama aksine Gezi, kendine benzemeyenleri de anlamaya yönelik birleştirici bir dile sahipti” dedi. Farklı düşüneni anlama çabasının -hak verme değil- bu kutuplaşmanın azaltılması için elzem olduğunu ve bunun için ortak mekanlarda bir araya gelebilmenin, konuşup müzakere edebilmenin zemininin oluşturulması gerektiğinin altını çizen Uysal “Türkiye bugün seçimlerin ardından tamamen iki ayrı mahalleye hapsolma tehlikesi ile karşı karşıya” uyarısını yaptı. Dinçer Demirkent ise rejimin tüm olanaklarını seferber ederek yurttaşları demokrasi kutbu ve postfaşist kutup olmak üzere iki kutba ayırmaya çalıştığını belirterek “Bunun üstesinden Gezi’den öğrenilen biçimiyle demokrasi kutbunu büyütecek yollarla gelebiliriz” dedi.
‘SADECE SANDIĞA HAPSOLAN SİYASET KAYBEDER’
Bu sene Gezi’nin yıl dönümü ise seçim koşullarında karşılanıyor. Demokrasiyi temsil uzamının dışına taşımanın halk egemenliğinin gösterim anlarına işaret ettiğini söyleyen Demirkent, “Bu nedenle toplanmanın, bir araya gelerek protesto hakkını kullanmanın demokratik bir düzenin temeli olduğunu sürekli hatırlatmak gerek. Sandık, ancak bu hakkı kullanmanın mümkün olduğu bir toplumda demokrasinin aracı haline gelir” ifadelerini kullanarak ‘Sandık her şeydir’ anlayışının yanılsama olduğunu ve diğer şeyler yokken manipülasyona en açık alan ve bir onay mekanizması haline gelebildiğini söyledi. Ayşen Uysal da muhalefetin de siyaseti sandığa sıkıştırma anlayışının ötesine geçemediğine vurgu yaparak “Demokrasi hep en dar anlamıyla savunuldu. Oysa, sadece bu seçimler bile toplumsal hareketlerin gelişmesinin ne kadar önemli olduğunu ortaya koydu. Muhalefetin, iktidarların sokakta siyasete yönelik negatif dilinden ve gayrimeşrulaştırma stratejilerinden sıyrılması gerek. Tek meşru siyasal katılım biçimi olarak sandığı işaret etmek, iktidarın tutsağı olmak demek” dedi. Sandıkla değiştirmenin şüphesiz çok önemli olduğunu fakat sokak siyasetinden geçmeyen sandığın yolunun da çok açık olmadığını dile getiren Uysal “İktidarın sınırlarını çizdiği dar siyaset alanından çıkıldığında siyasal başarı şansı artacaktır” dedi.
GÜRKAN KORKMAZ: TALEPLERİMİZİN HAKLILIĞI ORTADA
Gezi direnişi sırasında katledilen 11 yurttaştan biri de Eskişehir’de henüz 19 yaşındayken sivil çetelerce darbedilerek katledilen Ali İsmail Korkmaz. Ali İsmail’in ağabeyi Avukat Gürkan Korkmaz, bu 10 yıllık süreçte yaşadıklarını anlattı. Ali İsmail’in katillerinin dışarıda olduğunu ve cezalandırılmadığı hukuki bir süreç yaşadıklarını dile getiren Korkmaz, “Gezi’nin gerçekten bir haklılık boyutu var. Biz şimdi Hatay Antakya’da yaşıyoruz ve burada büyük bir deprem oldu. İstanbul da bir deprem bölgesi. Koca İstanbul’da kaçacak bir yer olmadığını biliyoruz. Şimdi Gezi Parkı, İstiklal’de belki de nefes alacak tek ve ender yerlerden biri” diyerek Gezi direnişinin taleplerinin haklılığını, zamanın bir kez daha ortaya koyduğunu söyledi.
‘ALİ İSMAİL’İN ADINI YAŞATIYORUZ’
Ali İsmail’i artık Türkiye’de milyonların tanıdığını dile getiren Korkmaz “Geçen bunca yılda yaşanan adaletsizlik üzüntümüzü de artırdı. Ben bir avukat, hukukçu olarak verilen kararın ne gerçek ne de hukuki olduğunu söyleyebilirim. Katillerin adil bir şekilde yargılanmamış olması hem bizi çok üzüyor hem de adalet duygumuzu yaralıyor” dedi. Tüm bu yaşananlara rağmen Korkmaz ailesi olarak umudu yeşertmek, yara izimizi yaşam izine çevirmek için, Ali İsmail’in adını yaşatmak Ali İsmail’in adına bir vakıf kurduklarını dile getiren Korkmaz “Ali İsmail Korkmaz Vakfı -faaliyetleri deprem nedeniyle aksamış olsa da- şu an 250 öğrenciye burs veriyor. Antakya’da depremde ağır hasar almış bir gençlik merkezi ve kadın bahçesi var. 10 yıllık süreç bize acıyla beraber mücadeleyi de öğretti ve asla mücadeleden vazgeçmeyeceğiz” diye konuştu.
İKTİDARIN GEZİ KİNİ VE GEZİ TUTUKLAMALARI
Yıllar geçse de AKP iktidarının Gezi direnişi korkusu ve Gezi’ye kini hiç bitmedi. 2020’de Gezi direnişi hakkında açılan davada sanıkların tüm suçlardan beraatine karar verildi. Ama 25 Nisan 2022’de görülen karar duruşmasında Mücella Yapıcı, Tayfun Kahraman, Can Atalay, Mine Özerden, Çiğdem Mater, Hakan Altınay “Hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüse yardım etmek”ten 18’er yıl hapis cezasına çarptırıldı. Yiğit Ekmekçi’ye de aynı ceza verilerek hakkında yakalama kararı çıkarıldı. Osman Kavala ise “Hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs” suçlamasıyla şartlı tahliye olmadan ömür boyu hapis cezasına mahkum edildi. Osman Kavala hakkında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ihlal kararı verdi. Davanın üç hakiminden biri olan ve alınan karara şerh düşen Hakim Kürşad Bektaş, karara onay vermemesinin sebeplerini “Dosya içeriğinde dinleme kayıtlarından başka delil bulunmadığı, bu haliyle dinleme kayıtlarının kanuna ve hukuka aykırı delil niteliğinde bulundukları ve dosyadaki dinleme kayıtlarının yasak delil mahiyetinde olduğu, aksi kabul edilse dahi dinleme kayıtlarını destekleyen somut kanıtlar yok” ifadelerini kullanarak şerh yazısına şu notu düştü: “Sanıkların üzerine atılı suçlardan mahkumiyetlerine yeterli olmadığı anlaşılmış olup, her türlü kuşkudan uzak, somut, kesin ve inandırıcı başkaca delil de bulunmadığından, tutuklu sanık Osman Kavala’nın tahliyesi, diğer sanıkların tutuklanmaması gerektiği görüşündeyim.”