Çıkış yolunu bilirsek karanlıktan da cesaretle bahsedebiliriz
Hoşnutsuzluk ve öfke bir siyasal eylemin konusu haline gelmedikçe teslim olan duygulardan ibarettir.
Evrensel
Hepimizin malumu bir 14 Mayıs gecesi yaşadık. Seçimlere pek çok beklenti, özlem ve umutla gittik, seçim akşamı da pek çok duygu değişikliğini, belki his kaybını birlikte yaşadık. Ancak Türkiye gençliği için ağırlıklı duygu sandığa giderken bir “değişim umudu”, seçim gecesi ise bir “hayal kırıklığı” ve “karamsarlık” oldu desek yanılmış olmayız. “AKP hala birinci parti”, “Erdoğan her koşulda kazanıyor”, “Her renkten milliyetçilerin ülkesi olduk”, “Kadın düşmanları ve HÜDA-PAR meclise girdi”, “Bunca yaşamsal soruna rağmen muhalefet kazanamadı”, “Deprem bölgesindeki kentlerin oy oranları” gibi sayısız “karamsar” cümleye şahit olduk. Şimdi de seçimin ikinci turuna, hepimizin malumu olan başka bir Mayıs gününe, 28 Mayıs’a gidiyoruz.
Karanlıktan söz etmek, kendi başına karamsarlık değildir. Mevcut durumumuzu anlamlandırmak, tehlikelerin ve potansiyel tehlikeleri sezmek, önlemler almak, değişim için gerçekçi araçlar edinmek… Bunların her biri bizim olan bu tabloyu bütün yönleriyle tespit etmekten geçiyor. O yüzden karanlıktan bahsetmekten çekinmemek, kendi nesnelliğimizden korkmamak, iyi bir başlangıç noktasıdır. Gerçekçi ama karanlık bir tasvir, dayanaksız bir iyimserlikten faydalıdır. Ancak biz bir adım geri çekilip, seçimlerle farkına daha fazla varsak da seçimlerle sınırlı olmayan bu karanlık tabloyu daha çok görmenin, anlamanın peşindeyiz.
SEÇİM SONUÇLARINA NASIL BAKMALI?
Sözünü ettiğimiz dayanaksız, mesnetsiz iyimserliğe kimsenin ihtiyacı yok. Dergimizi yakından takip eden okuyucularımız, hiçbir zaman böyle bir yol önermediğimizi de bilirler. Ancak seçim sonuçlarına dair umutsuz olmayan bir yaklaşım, çoğunluğumuzun bir şekilde yaşamak zorunda olduğu bu ülke için oldukça önemli. Bu yaklaşımı, hayal ve hayal kırıklığının, umut ve umutsuzluğa düşmenin çatışmalı dünyasında içinden çıktığımız toplumu tanımaya, anlamaya ve değiştirmeye dair bir çabanın parçası olduğu için önemsiyoruz.
Seçimin nesnel sonuçlarından biri: 21 yıllık iktidar partisi AKP’nin, tarihinin en düşük oy oranına gerilemesi. Sebebiyse toplumun ona gösterdiği teveccüh gittikçe zayıflaması. Cumhur İttifakı’nın adayı Erdoğan, her türlü devlet imkanına ve fırsatına rağmen, ilk turda seçimi kazanamadı. Deprem bölgesi başta olmak üzere Erdoğan ve AKP’ye protesto niteliğinde oy vermeyen seçmen sayısı da bir hayli fazlaydı. Özellikle özcü yargılarla Erdoğan ve AKP seçmenliğine sabitlenen Anadolu kentlerinde iktidara ciddi düzeyde “protesto” niteliğinde oy kayıplarının yaşatıldığını söyleyebiliriz. Ayrıca mecliste çoğunluğu sağlamasa da muhalefetin toplam oyu belirgin biçimde artış gösterdi. İşçilerin, gençlerin, kadınların temsilcileri ve sosyalistler sınırlı sayıda da olsa meclise girdi. İktidar partisinin ancak ittifak güçlerine muhtaç biçimde ülkeyi yönetmesi ya da tek adam yönetiminin toplumun yarısına rağmen ülkeyi yönetmeye devam etmesi gibi sorunlar, artık iktidarın “büyük sorunları” olacaktır. Her koşulda yönetilmesi zor, krizlere sürüklenen, iç ve dış faktörlerle sıkışan bir iktidar pratiğine şahitlik edeceğiz. Son olarak da ikinci turda, tek adam iktidarının yenilmesi ya da meşruiyetini yitirmesi için hiç de küçümsenmeyecek bir şans mevcut.
Şimdi hiç de büyük heveslere kapılmadan 28 Mayıs’tan sonra önümüzdeki tabloyu daha da ağırlaştıracak olasılığın sonuçlarına bir bakalım. AKP’nin 21 yıllık iktidar süresi boyunca çalışma yaşamını daha güvencesiz koşullara ittiği, işsizlik, iş cinayeti ve mobbingin her türüyle baskıcı bir sömürü cehennemine çevirdiği ülkemiz, açık bir sermaye diktatörlüğüne gelmenin eşiğinde.
Milliyetçi, dinci, mukaddesatçı söylemlerle toplumsal yaşamın en kılcal noktalarını dahi kuşatan iktidar pratiği söz konusu: Kadınların, LGBTİ’lerin hayatta kalma savaşını Türkiye tarihinin en karanlık koşullarına iten bir siyasal gericiliğin; yoksullaşmayı, işsizliği, borçlandırmayı ve periyodik krizleri sürekli kılan; sancılı bir ekonomik krizin; her türlü muhalif siyasal temsiliyete, üniversitelilerin demokratik üniversite talebine, işçilerin sendikal haklarına, siyasal tercih ve örgütlenme haklarımıza kadar her türlü demokratik mekanizmayı ortadan tamamen kaldıracak bir baskı ve terör rejiminin; yani bir faşist diktatörlüğün eşiğindeyiz.
Pek çok başka seçim yorumu ya da sonucu çıkarabiliriz ancak şurası kesin: Türkiye’nin siyasi alanı bir Gordion düğümü haline gelmiştir ve tarihten de biliyoruz ki her düğüm çözülmek için bir potansiyel taşır; çözülmez denilen Gordion düğümü içinse o çözüm Büyük İskender’in yaptığı gibi bir kılıç tarafından kesilmektir!
BU GORDİON DÜĞÜMÜNÜ BİZ KESERİZ!
Şimdi yukarıda “olasılık dahilinde” olarak ifade edilen bu “karanlığın” farkında olarak çıkış yolunu arama, bulma, inşa etme zamanı. Yalnızca umutlu olmanın da faydalarından bahsetmek güç artık. Çünkü umut, iyi olana duyulan şiddetli bir arzudan fazlasıdır, “ona doğru bir hareketlenmedir.” Hoşnutsuzluk, öfke ve mutsuzluk; her biri gerçekçi bir siyasal eylemin konusu haline gelmedikçe “kozmetik çözümlere” teslim olan duygulardan ibarettir. İçinde bulunduğumuz karanlığı anlamlandırmak, çıkış yollarını aramak, o karanlığı dağıtacak pratiği de üstlenmek ve harekete geçmek ile mümkün olabilir.
Şimdi, ikinci turda tek adam iktidarının olası yenilgi ya da gerileme ihtimali için bütün imkanlarımızla çalışmak, haklarımıza ve oylarımıza sahip çıkmak için 28 Mayıs’ta sandıklara gitmeliyiz. Ancak bu yeterli değil. 28 Mayıs ve sandığa sabitlenmiş “kurtuluş reçetelerini”, toplamda ise seçimler ve iktidar değişikliğini tek gerçekçi seçenek olarak gösteren mevcut muhalefeti de aşarak, taleplerimiz, özlemlerimiz, hayallerimiz için bütün bunları içerecek bir siyaseti, parçası ve öznesi olduğumuz bir siyaseti, bulunduğumuz bütün yaşam alanlarında inşa etmeye koyulmalıyız. Yeter ki kafamızı kaldırıp etrafımıza bakalım; memleketin her köşesinde süren irili ufaklı mücadele iradesine katılmak, güç vermek, seçim ve sandığı aşan bir seçenek için sorumluluk alalım.
Bu Gordion düğümünün çözümü nasıl olacak? Bugünden tüm detaylarını görmek oldukça güç. Ancak, bu düğümle karşılaşanlar olarak çözüm arayışının parçası olmak zorundayız. Yaşamlarımızı cehenneme çevirmeye çalışanlara karşı, bu karanlık ve kırılgan siyasi iklimde eşitliğin, özgürlüğün ve kardeşliğin ülkesini yaratma yollarını bulmalıyız. Kolektif depresyon ve seçimlere bağlanmış umutlar arasında gidip gelen yaşamlarımızın sorumluluğunu kendi ellerimize almalıyız. Gerçekçi bir seçeneğin, kamucu ve toplumcu bir siyasetin, eşit ve adil bir toplumsal düzenin, bağımsız ve demokratik bir ülkenin mümkün olduğunu göstermeliyiz. Bunu da ancak bize gösterilen bütün çıkış yollarını aşan bir siyasi iradeyle, bütün temsilcileriyle topluma “acı reçete” öneren burjuva siyasetini kenara iten bir cesaretle, bütün gerçekliklerin sakatlandığı bu kaos ortamını gerçekçi çözümlerin rayına oturtan bir kararlılıkla gerçekleştirebiliriz.