Peki şimdi nereye?
Değişimi talep edenlerin umudu eğer maddi bir karşılık bulacaksa hem bugünün gerçekçi bir analizine hem de geleceğin kurulmasının somut siyasal stratejisine ayak basmak zorunda.
![Peki şimdi nereye?](https://staimg.evrensel.net/upload/dosya/188265.jpg)
Fotoğraf: Pexels
Burak BAĞÇECİ
İstanbul
Tamamlanan ikinci tur seçimlerinin ardından artık 2023 seçimleri geride kaldı. Sonuçların Türkiye gençliği için karanlık bir tablo ortaya çıkardığı açık. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunda Erdoğan, oyların %52’sinden fazlasını alarak bir kez daha cumhurbaşkanı seçildi. Öte yandan cumhuriyet tarihinin gördüğü en gerici parlamento bileşimlerinden biriyle karşı karşıyayız. AKP-MHP bloğu bir de yanlarına Yeniden Refah Partisi ve HÜDA-PAR gibi partileri de ekledi. Cemaat ve tarikat örgütlenmeleriyle iktidar blokunun kurduğu organik bağları ve bu bağların politik niteliğini de ekleyelim, karşımızda olanın resmini daha net çizebilmek için. Aşı ve bilim karşıtlığını, kadın ve LGBTİ düşmanlığını, ırkçılığı ve şovenizmi; yani her türden gerici söylem ve pratiği toplum içinde özel olarak örgütleyen, bunu bir politik strateji olarak kullanan bir ittifakın zaferi, Türkiye gençliğinin demokratik ve özgür bir Türkiye özlemlerinin tam karşısına dikildi.
UMUDUMUZUN AYAKLARI YERE BASIYOR MU?
Bu karanlık tablonun yanında, yine de bir aydınlıktan söz edilebilir mi şimdi bizim için? Her karanlığın sonunda bir aydınlık vardır, evet, ama sırf bir metaforun retorik gücü yüzünden inanmayı içten içe istediğimiz bir söylemden ibaret değil bu. Dolayısıyla değişime inanmak, onun için çabalamak, derlenip toparlanıp “mücadeleye devam” demek yalnızca bir iç rahatlatma meditasyonundan ibaret değil bugün. Hissettiklerimiz veya hissetmek istediklerimiz, eğer maddi bir karşılık bulacaksa bunlar, hem bugünün gerçekçi bir analizine hem de geleceğin kurulmasının somut siyasal stratejisine ayak basmak zorunda.
Öyleyse önümüze gelen karanlık tablonun, gerçekliğin bir yönü olduğunu vurgulamak gerekir ilk başta. Türkiye gençliğinin nesnel çıkarları, yaşamak istediği ülke ve hayat tek adam iktidarıyla hiç yan yana gelemeyecek kadar zıt olduğuna göre, yenildik. Ama yaşamın hiçbir alanı siyah ile beyazlardan, tek yönlü olgulardan ibaret değil. Öyleyse bu yenilgi, aslında bize birçok başka şey de söyleyen bir biçimde gerçekleşti. Umut edeceksek, etmeliysek bunun altını doldurmaya buradan başlayalım.
Burjuva parlamentarizmi koşullarında seçimleri “şeytanlaştırmak” veya önemini, özellikle siyasal bir kaldıraç olarak önemini asla yadsıyamayız. Ama memleketin nasıl ve kimler için yönetileceği gibi karmaşık ve esasında günlük bir meselenin, siyasetin, birkaç seçenekle önümüze konulan oy pusulalarına, bir devletin yürütme aygıtının kimler tarafından “işgal edileceği” seçimine indirgenmesini de kabul edemeyiz. Dolayısıyla seçim sonuçlarında hangi adayın ya da partinin işaretlendiği sonucundan hareketle kestirmeci yorumlar yapmak da doğru olmaz. Elbette yurttaşların oylarının toplamı bir şeyleri temsil eder, ama bu sadece bir temsildir. İnsanları yaşayan, nefes alan, işe giden, ilişkiler kuran, okuyan, izleyen ve eyleyen birer “yurttaş” olarak değil; tek yönlü birer “seçmen” olarak görürseniz yoksa, örneğin sanki örgütlü bir siyasal taktiğin sonucuymuş gibi “seçmen şu mesajı verdi, seçmen uyardı, seçmen…” gibi analizlere savrulursunuz. Televizyonları açın, başka türden bir analize rastlamak epey zor.
Halbuki verilen oyların, insanların siyasal yönelimlerinin, ekonomik, ideolojik, sosyal birçok etkenin etkilediği bir çıktı olarak görmek, değiştirmenin ve dönüştürmenin, yani siyaset yapmanın yerini ve yöntemini unutmamak için bir kez daha hatırlamamız gereken bir gerçek. Üstelik bütünü ilişkiselliği içinde kavramak, yalnızca “yenilgi”mizin nedenlerini anlamak için değil ama sonucun üstünü örttüğü başkaca yönlerin de hatırlanması için gerekli. Nitekim biz öyle sıradan bir seçim sürecini geride bırakmadık. Seçim ve siyasal partiler yasalarının zaten olabildiğine anti-demokratik ve eşitsiz yanı, tek adam iktidarının devletin bütün olanaklarını kullandığı bir seçimde egemenler lehine iyice bozulmuştu. Baskı ve yasaklamalarla halk kesimlerinin nefes alabileceği bütün alanları kuşatan tek adam iktidarı, medyayı da büyük oranda kendine bağlamışken her türlü kara propaganda ve yalanı, hileyi ve usulsüzlüğü seçim sürecinin her aşamasında sonuna kadar kullandı. “Seçim ekonomisi” devreye girdi ve ekonomik krizin ağır yükünü daha da ağırlaştırarak öteleyecek birçok adım atma şansını kullandılar. Yalan ve hamasete dayanan milliyetçi-dinci propagandanın etkisini büyütebildikleri kadar büyüttüler.
Tek adam iktidarının inşa etmekte olduğu gerici-faşist politik rejim açısından bunlar hem doğal siyasal bir stratejinin unsurları hem de özel olarak seçimleri ne pahasına olursa olsun kazanmanın taktikleriydiler. Ancak bu devasa devlet gücüne, eşitsiz ve anti-demokratik seçim sürecine rağmen tek adam iktidarının halkın geniş kesimlerini kendi politik ajandasına ikna etmekte düne oranla ne kadar zorlandığını görmüş olduk. Başkanlık sisteminin ve yeni seçim sisteminin görünmez kıldığı bir gerçeği bütün bu tablonun içinde hatırlamaya ihtiyacımız var ki o da AKP’nin oylarının hiç görülmedik bir biçimde erimiş, %35 seviyelerine kadar düşmüş olmasıdır. Erdoğan ve partisi AKP’nin, en güçlü oldukları kentler de dahil oylarının düşmediği yer yok gibidir, ama az ama çok.
Bütün bu olgular iktidarın da en az bizim kadar geleceğinin belirsizliğini kara kara düşünmesinin sebepleri. Öyleyse bizim umutsuz olacak halimiz yok, onlar umutsuz olmalılar çünkü gerici-faşist bir politik rejim inşa etme noktasında istedikleri meşruiyeti ve desteği bir türlü üretemeyen ve üretemedikçe daha da sıkışan bir iktidar var karşımızda. Kurulan ittifaklar, pazarlıklar, parti içi kavgalar ve ülkenin çözülmesi gereken tonla sorunu kucaklarında bekliyor.
ACİL TALEPLER ETRAFINDA BİRLEŞİK BİR MÜCADELE
Ancak bu seçimin bize gösterdiği bir şey daha var. O da şu ki iktidar bloğu ne kadar zorda olursa olsun kendiliğinden iktidarı kaybetmelerini beklemek gençliğin geleceğinden vazgeçmesi demek. Ekonomi başta olmak üzere biriken sorunların öyle kolayca iktidarı değiştireceğine dönük -özellikle CHP başta olmak üzere burjuva muhalefetin yaydığı- beklentinin nasıl boşa düşebileceğini bir kez daha gördük çünkü. Halbuki “boş tencerenin” veya demokratik hak ve özgürlüklere dönük saldırıların kendi başına iktidarı götürmeyeceğini, bunların ancak güçlü bir siyasal mücadelenin muhtevası haline geldiğinde iktidar değişimine yol açacağını tekrar hatırlamak gerekir. Burjuva muhalefet ise seçim süreci boyunca tam tersini yaptı: Türkiye gençliğinin de bütün sorun ve taleplerini 2023 seçimlerine havale etti, haşa sokağa çıkılmamalı, mücadele edilmemeli, ses çıkarılmamalıydı. Zaten iktidara yürünüyordu ve bütün sorunlar sandıkla çözülecekti!
Siyaset yaşam kadar çok yönlüdür, muhalefetin seçimi kaybetmesine bir sürü sebep bulunabilir elbette. Ama en başta böylesi bir siyasetin baştan kolsuz bacaksız bir stratejiyi önerdiğinin sağlamasını yapmış olduk. Nitekim insanlar, ortak sorun ve talepleri için bir araya geldiğinde, bir mücadelenin parçası olduğunda kendi çıkarlarının iktidar ve iktidarın temsil ettiği egemen sınıfların çıkarlarıyla zıt olduğunu daha berrak görür, sezer ve siyasal yönelimlerinin değişmesinin koşulları olgunlaşır. Böyle olduğunda örneğin memleketin sorunlarını hangi güçlü liderin çözeceğini kaygılı bir biçimde düşünmek yerine kendisini, dahil olduğu kesimlerle birlikte değiştirebilecek bir güç olarak var edebilir. Ancak burjuva muhalefet bütün seçim sürecinde bunun engelleyerek, dedik ya, kolsuz bacaksız bir stratejiyle milyonların umutlarını ve özlemlerini yok etmeyi başardı. Sadece şu ya da bu sebeple yine de iktidara güvenenleri kazanamamak açısından değil, değişimden yana olan ve muhalefete oy veren kesimler için de aynı etki yaratıldı.
Dolayısıyla eğer aydınlığa yürüyüşümüz sadece bir retorikten ibaret olmayacaksa, yapacağımız ilk şey buradan başlamak olmalı. Daha doğrusu, zaten buradan başlamış olanların siyasal programlarının parçası olmak, bu programı günlük yaşamda, ama kendi yaşamımızda hep daha ileri mevziler kazanmak için güçlendirmek. Nitekim Türkiye gençliğinin sorunlarının ağırlığının daha da büyüyeceği gerçeği önümüzde duruyorken saldırıları püskürtebilmek için bizim her şeyden önce kendi çıkarlarımıza dayanan bir siyaseti örgütlememiz gerekiyor.
Nedir bu siyaset veya nasıl olmalıdır? Türkiye gençliğinin, genç olmaktan kaynaklı sorunları var. Ülkenin genel sorunları günlük yaşamlarımıza özgün biçimlerde yansıyor, hatta liseli, üniversiteli, işçi-işsiz gençlik kesimleri için daha da özelleşiyor. Bu malum gerçeği yine de vurgulamak gerek çünkü Türkiye gençliği olarak bizim sorunlarımızın ortaklığıyla mücadelemizin ortaklığı arasında, taleplerimizin aciliyetiyle mücadelemizin düzeyi arasında ciddi bir makas farkı var. Şimdi görevimiz, bizi kurtaracağına inandığımız kahraman siyasetçilerin kollarını sıvamasını izlemek değil, bu makas farkını kapatmak için kendi kollarımızı sıvamak.
Nitekim Türkiye gençliğinin acil talepleri, seçimden seçime gündeme gelmesi gereken ve sadece böylesi dönemlerde çaba harcanarak kazanılabilecek talepler değil. Siyaset bu taleplerin kazanılması işiyse zaten, siyasetin kendisi böyle bir iş değil. Öyleyse tek adam iktidarının saldırılarını püskürtebilmenin koşulu, acil talepler etrafında bir araya gelmek, günlük ve istikrarlı bir siyasetin ve uzun erimli bir mücadelenin parçası olmaktan geçiyor.
Öyleyse her gün yeniden, sınıflarımızda, kampüslerimizde, atölyelerimizde ve mahallelerimizde haklarımıza ve özgürlüklerimize dönük saldırıların karşısında durabilmek için yan yana gelmenin yol ve yöntemlerini zorlamalıyız. Daha geniş birliktelikleri kurmanın, birlikte tartışmanın, birlikte üretmenin, mücadele etmenin araçlarını yaratmalıyız. Nitekim ortak sorunlar ve talepler etrafında bir araya gelmiş örgütleri inşa ettiğimiz, örgütlü bir mücadelenin parçası olduğumuz ölçüde sonuç alabildiğimizin, taleplerimizi kazanabildiğimizin sayısız örneğiyle dolu Türkiye gençliğinin de tarihi. Çok eskiye gitmeye gerek yok, hatta başka bir yere bakmaya da. Dergimizin sayfalarına bile baksak, yemekhane ve kantin zamlarına karşı, üniversite festivallerinin yasaklanmasına karşı, eğitim ücretlerine gelen zamlara karşı, kampüs yaşamına dönük saldırılara karşı… yerel talepler etrafında örgütlenen bütün mücadelelerin kazanımlar getirdiğini, bunun da örneğin kulüp ve topluluklardan öğrenci birliklerine, WhatsApp gruplarından forumlara kadar birçok örgütlü bir araya gelişe dayandığını görürüz.
İşte çıkış yolumuz burasıdır. Ayakları yere basan bir umudun büyüdüğü yer bu türden bir mücadelenin bize bekleyen olanaklarıdır. Çünkü yerel ile genel olan arasında, günlük sıkıntılarımızla ülke siyaseti arasında kopmaz bağlar var. Üniversitelerde haklarımızı ve hayatlarımızı kuşatan saldırganlık tek adam yönetimi tarafından tepeden aşağı örgütleniyorsa, onu püskürtebilecek olan mücadele de aşağıdan yukarı örgütlenebilir ancak. Nitekim parlamentodaki çoğunluğu ele geçiren bu halk düşmanı ittifak karşısında kendi yaşam alanlarımızı mücadelenin alanları olarak görmeliyiz. Parlamentoda çoğunluklarsa yaşamda azınlıklar, bizse yaşamın her alanında çoğunluğuz. Demokratik hak ve özgürlüklere dönük saldırılar karşısında üniversitelerde demokratik bir üniversite ve ülke için bu çoğunluğun, ama çoğunluk olarak adım atmasına ihtiyacımız var şimdi. Ancak bir üniversitede kulüp ve topluluklar, ÖTK mekanizmaları, yani bir araya gelebileceği alanları, kendi örgütleri ne kadar zayıfsa bu çoğunluğun, bir güç haline gelmesi de bir o kadar zor. Dolayısıyla yerel talepler etrafında sürdürdüğümüz mücadelenin nerelere ayak basarak nasıl gelişebileceği, nasıl kalıcı mücadele mekanizmalarına kavuşabileceği sorunu gençlik hareketinin merkezileşmesi sorunudur da.
Yoksa bize “gerçekçi” çözüm diye söylenen kolaycı çözümlerin bizi nasıl çözümsüz bırakabileceğini gördük, deneyimledik. Doğrudan söyleyelim, yerel talepler için mücadele etmeyi önemsizleştiren veya sorunlarımızı çözmek için böylesi sistematik bir mücadele hattının parçası olmayı başarı ihtimali düşük ve belirsiz bir pratik olarak imleyen pragmatizmden kurtulmak zorundayız. Nitekim gençlik kesimleri için asıl gerçekçi olmayan çözüm siyasetle izleyen, bekleyen bir ilişki kurulmasıdır. Ülkenin sorunlarının çözülmesi, daha ileri taleplerin kazanılması, demokratik ve özgür bir ülke ancak acil talepler etrafında birleşik bir mücadelenin gelişmesiyle, bu siyasetin bizzat gençlik kesimleri tarafından kendi yaşam alanlarında örgütlenmesiyle gerçek olabilir.
Evrensel'i Takip Et