Açlık Türk’ü bilmiyo’ ki*
Milliyetçi söylemlerden etkilenme konusunda gençlerin genel düşünme biçimindeki yanılgı, kendi günlük sıkıntılarını politikanın bir konusu olarak görmemek.
Eren YÜCEBOY
İstanbul
Uzunca bir süreyi kapsayan seçim öncesi tartışmalar, yerini, seçimin tamamlanmasıyla birlikte seçim sonuçlarına ilişkin yeni tartışmalara bırakmış oldu. Tartışmaya konu olan sonuçlardan birisi de milliyetçi-Türkçü akımın güçlenmesi, bu akımdan referans alan politikaların halkın geniş kesimleri içerisinde daha fazla karşılık bulduğu sonucu. Gençlik kesimleri açısından da bu türden politika ve politikacılara yönelik daha özel bir ilgiden söz edebiliriz. Durumu bu şekilde tespit etmemizin gerekçesi yalnızca seçim sonuçlarının niceliksel verilerinden ibaret değil. Seçim öncesi sürdürdüğümüz tartışmalar, sandık kurullarında veya müşahit olarak görev alan gençlerin mensubu olduğu parti ya da ittifaklar, seçim sonrasına ilişkin süren tartışmalarda takınılan tutumlar, böylesi güçlenen bir eğilime işaret ediyor.
Tartışmaya, güçlendiğini işaret ettiğimiz bu eğilimin, güçlenmesini sağlayan sebepleri, hangi noktalarda gençlik tarafından karşılık bulduğunu tartışarak başlamakta fayda var. Şüphesiz, son dönemde milliyetçi fikirlerin en çok karşılık bulduğu söylem mülteci karşıtlığı. Sınırların “namus” olduğu, bu namusun her durum ve koşulda korunması gerektiği, sınır ihlallerinin ülkenin ve milletin namusuna yönelik bir tehdit unsuru oluşturduğu söylemi gençlik içerisinde en çok karşılık bulan söylemlerden. Namusun korunması ihtiyacı üzerinden hızlıca ırkçılığa savrulan hassasiyet, mültecilerin Türk kadınlarına ve erkek çocuklarına yönelik taciz riski oluşturduğu, mültecilerin silahlanarak çete tipi biçimlerde bir araya geldiği gibi toplumun güvenliğini tehdit eden noktalardan tartışılarak meşru bir zemin edindirilmeye çalışılıyor. Yine, 2018’den beri devam etmekte ve gitgide derinleşmekte olan ekonomik kriz ve krizin gençlik üzerindeki çeşitli yansımaları da sorumluluğu mültecilere yıkacak bir biçimde tartışıldığı oranda karşılık buluyor. İşsizlik var çünkü mülteciler ucuza çalışıyor, geçinemiyoruz çünkü mültecileri beslediğimiz için kendi vatandaşımızın geçimine yeterli parayı aktaramıyoruz vb. söylemlerle süren tartışmalar, krizin esas sorumlularını görünmez kıldığı gibi, ırkçı-milliyetçi söylemlerin karşılık bulmasına da temel dayanak teşkil eder hale geliyor.
Doğalgaz ve petrol rezervi keşfedildiği yönünde servis edilen peşi sıra müjdeler her ne kadar uzun süre tartışılır bir gündem niteliği kazanamasa da genel anlamda, enerjide dışa bağımlılığın azalması üzerinden türetilen yerli ve milli ekonomi söylemi de yine gençler açısından karşılık bulan bir diğer söylem. İHA ve SİHA gibi savaş uçaklarının seri üretimine geçilmesi de savaş sanayisinde yerlilik ve güçlü devlet üzerinden tartışıldığı oranda karşılık buluyor. Kim veya kimler olduğu belirsiz olan, ihtiyaca göre kim olduğu sürekli değişkenlik gösteren iç ve dış düşmanlar sürekli icat edilerek propaganda malzemesi haline getiriliyor. Bu belirsiz düşmanlarla sürekli bir mücadele içerisinde bulunabilmenin koşulu olarak milli bir savaş sanayisine sahip olmak gerektiği gençlerin milliyetçi söylemlerle bir kez daha ortaklaştığı noktalardan oluyor. Üstelik kendisini muhalif olarak niteleyen gençlerin dahi AKP’yi bu anlamda eleştirmediğini, hatta bu hususlarda atmış oldukları adımların kendileri tarafından desteklendiğini belirttiklerini de eklemekte fayda var. Dolayısıyla, milliyetçi akımların tartışma seyri iktidar ve muhalefet arasında zaman zaman salınan, istikrarsız bir lehte olma haline dönüşüyor.
Düşmanın belirsiz olması, nereden ne zaman hamle yapacağını da belirsiz kılıyor. Bu sebeple, düşmana karşı her an tetikte, güçlü bir imaja sahip, sert mizaçlı, cesur kimseler olduğu iddia edilen politikacıların bu türden oluşturmuş oldukları vitrin de gençler açısından bir karşılığa sahip. Gençlerin desteğine talip olan kimi politikacılar, işte tam da bu sebeple, gençler açısından kendilerine ne vadettikleri üzerinden değil, güçlü ve cesur duruşları olduğu için kabul görür hale geliyorlar. Bu niteliklere sahip olmadığı düşünülen politikacılar “liderlik vasfı yok” söyleminin kurbanı olarak destek bulamaz hale gelebiliyor.
Milliyetçiliğin politik söylemleri bu noktalarda karşılık buluyor diyebiliriz. Milliyetçi parti veya örgütlerle gençlerin örgütsel bir ilişkiye girme süreçleri, desteklemenin ötesine varan ortak hareket etme olanakları da büyük oranda bu etkilenmenin sonucu. Ancak yalnızca politik söylemden etkilenme ile sınırlı da değil bu örgütsel katılım. Öyle ki milliyetçi parti veya örgütlerin, semt gençleri, meslek lisesi ve MESEM öğrencileri arasında örgütsel dayanaklar oluşturabiliyor olması, buradaki gençlerin kendilerini milliyetçi, ülkücü olarak daha fazla lanse etmeleri de bir tesadüfün sonucu değil. Ailelerinin, arkadaşlarının, öğretmenlerinin kendisine dair beklentilerinin daraldığı, etrafındakilerin saygısını, kendi özsaygısını sağlayacak birçok imkândan yoksun bırakılmış, üniversiteye gidemeyeceği için mesela itibarsızlaştırılmış gençlerin itibar edinmek amaçlı bu örgütlerde yer aldığını söyleyebiliriz. Kendi şahsi menfaati için bireysel bir çabanın içerisinde bulunabilme olanağına, toplumun hiç değilse bir kesimi tarafından saygı duyulabilecek hemen her türden olası statüden mahrum olan bu gibi gençler, milliyetçi örgütler içerisinde yer alarak, gençlerin abisi, mahallenin/lisenin reisi sıfatlarına sahip olmanın sözde ihtişamına kapılarak bu örgütlere daha da yakınlaşıyorlar. Bu gibi lise veya semtlerde sürdürdüğümüz tartışmalarda kendini açık eden söz konusu durum, kendi çıkarımlarımızın ötesine geçerek, gençlerin kendi beyanı olacak şekilde gerçeklik kazanıyor.
SİYASETLE KENDİ SORUNLARI ARASINDA BAĞ KURMADA ZORLUK
Bunların toplamında, milliyetçi söylemlerden etkilenme konusunda gençlerin genel düşünme biçiminin kendi sorunlarını, kendi günlük yaşamsal sıkıntılarını politikanın bir konusu haline getirmek yerine, politikanın en genel sorun ve sıkıntılara derman olması gerektiğine dair var olan yanılgı. Kantin fiyatlarına gelen zamlar, gerici bir eğitim müfredatı, kaynak kitaplarının pahalılığı bir liselinin politika tartışmaya başlarken pergelin ucunu dayandırdığı yer olmuyor. Bir MESEM öğrencisi tartışmaya henüz başlarken aslında kendi hayatında bütün çıplaklığıyla görünebilir hale gelmiş olan çıraklık sömürüsünü tartışmanın ana gündemi haline getirmiyor. Resmi kulüplerinin bile iş yapamaz hale getirilmeye çalışılması, özerkliğine yönelik yapılan sürekli saldırılar, bir üniversitelinin politika tartışırken ilk uğradığı duraklardan olmuyor. Örnekler artırılabilir.
Üstelik, milliyetçi politikanın temsilcisi olan parti ya da parti temsilcileri, sadece gençlerin kendisine en yakın olan sorunlardan daha çok genel sorunları tartıştırır halde de değiller. Gençlerin en yakınında duran, her an, her gün karşılaştığı sorunlar bu partilerin gündemine sadece az giriyor değil, hiç girmiyor. Seçimden bir zaferle ayrılabilmenin hesabını “ben daha milletçiyim” iknasına indirgemiş olan Millet İttifakı’nın açıklamış olduğu mutabakat metninde bu sorunların çözümüne ilişkin yapıcı, ikna edici maddeler yer bulmuyor. Her ne kadar “bizim daha başka projelerimiz de var” demesine rağmen, topluma mültecileri kendi ülkelerine göndermek dışında herhangi bir vaatten yoksun olan Zafer Partisi ve onun cumhurbaşkanı adayının politikaları içerisinde de örneklerde sıraladığımız sorunların çözümüne dair sözde bir beyan dahi mevcut durumda değil. Dolayısıyla bu gibi partiler açısından gençlerin sorunlarının çözümü ve ülkenin genel sorunlarının sözde çözümü açısından bir öncelik-sonralık ya da daha az önemli olan-daha fazla önemli olan denklemine oturtabileceğimiz bir durum da mevcut değil. Gençlerin sorunları onların politikaları açısından doğrudan önemsiz olan, politik etkinliğin amaçlarının dışında kalan gündemler olarak yer bulamıyor.
Biz, gençler olarak kendi sorunlarımızı politik etkinliğin çözüme kavuşturması gereken esas sorunlar olarak gündemimize almadığımız sürece de halkın geniş kesimlerinin değil, bir avuç sermaye sınıfının memurluk vazifesini üstlenen politikacılar, kendi çıkarlarını toplumun genel çıkarları olarak gösterme konusundaki hünerlerini her geçen gün sergiler hale geliyor. Ülkenin halihazırda var olan bütün yer altı ve yerüstü zenginliklerini, kendi zenginliklerinin aracı haline getirenler, yine kendi zenginliklerine hizmet edecek enerji keşiflerini, toplumun tamamının zenginleşecek olmasını müjdelercesine bize sunabiliyor. Türk patentli arabanın üretilmiş olması, o arabayı alabilecek maddi imkanlardan yoksun olan milyonlarca insanı görünmez kılmak amacıyla kullandıkları bir propaganda malzemesi olarak karşımızda duruyor. Otomotiv sektörü içerisinde edinecekleri bu kısmi pazardan zenginlik elde etmenin hesabını güdenler, kendi zenginleşme olanaklarını, toplumun yoksullaşması gerçekliğinin reddi olarak bir propaganda nesnesi haline dönüştürüyor. Ya da kendilerinin daha da zenginleşmesi adına rekabete tutuştukları düşmanlar, bir anda milliyetçi bir kılıfa bürünüp bütün toplumun ya da onların söylemiyle “milletin” ortak düşmanı haline gelebiliyorlar.
Oysa kavgaya tutuşmamız gereken bir düşmandan söz edeceksek de eğer, o düşman bellidir. Yaşamlarımızı her geçen gün katlanılmaz hale getirenler, bizleri az önce sıraladığımız sorunlarla baş etmek zorunda bırakanlar, Türkiye gençliğinin esas düşmanları olarak karşımızda durmaktadırlar. Bu düşmanla mücadele etmek için de “cesur” ve “kahraman” politikacılara ihtiyacımız söz konusu değildir. Mücadelenin esas kahramanları olarak sahneye çıktığımız oranda yenilgileri yakındır. Bir cesaretten söz edilecekse de eğer, bu bizim adımıza sözde fedakarlıkta bulunan liderlerin cesareti olmayacaktır. Cesaret de yine, mücadelenin kahramanı olabilme cüretini gösteren, biz gençlere ait bir nitelik olarak anılacaksa eğer, o da ancak bu sayede mümkün olacaktır.
*İnsan Pazarı, Hasan Hüseyin Korkmazgil