Haziran düşer ömrüme, ömrüm mücadeleye düşer
Onların toplumun gerçeklerini yansıttığı sanat anlayışı; güncelliği ve gerekliliği bakımından gençlerin, işçilerin, aydınların yoluna ışık tutmaya devam ediyor.
Tablo: Haydar Özay
Rojda DİKME
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Bölümü
Nazım Hikmet, Orhan Kemal ve Ahmed Arif; Türkiye Edebiyatının üç çınarı, işçilerin ve emekçilerin yorgun dizelerinin sahibi, Türkiye halklarının edebiyattaki dizeleri. Üçü de aramızdan haziran ayında ayrıldı. Aradan geçen onlarca yıla rağmen onların şiirleri, öyküleri ve romanları hala bizlerle birlikte. Bunun nedeniyse toplumcu-gerçekçi yazarlar olarak kaleme aldıkları eserlerdeki değerlerin güncelliğini korumasıdır. Toplumsal sanat anlayışıyla emeğin ve emekçilerin yaşadığı zorluklar, haksızlıklar ve adaletsizliklerin yanı sıra insanlık değerleri ve toplumsal adalet arayışı ön plana çıkar. Bu yazarlar halkın yaşam koşullarını, sınıf çelişkilerini ve emeğin sömürüsünü eserlerine yansıtırlar. Bunun tam karşısında ise liberal sanat anlayışı bulunuyor; bu sanat anlayışı bireycilik, ticari kaygılar ve sınıf farklılıklarını görmezden gelme eğilimindedir. Edebiyatı ve sanatı bir tüketim nesnesi olarak gören burjuva-liberal sanat anlayışı, sınıf mücadelesi ve toplumsal sorunlarla ilgilenmeyen bir bakış açısını yansıtır. Bu yazıda bahsi geçecek olan yazarlar ise işçi-patron ayrımının farkında ve tarafı belli olan kişiler.
DAHA GÜZEL BİR DÜNYANIN ŞİİRLERİ
Nazım, yirmili yaşlarında Moskova’da devrimin ilk yıllarına tanık oldu ve komünizm ile tanıştı. Türkiye’ye döndükten sonra dergilerde yayınlanan şiir ve yazılarından dolayı yargılandı ve hapsi istendi. İşçilerin, gençlerin, ezilen sınıfların sesini kâğıda döktü ve büyük bir adanmışlıkla mücadelesini sürdürdü. “Romantik komünist” ve “romantik devrimci” gibi isimlerle anılan Nazım Hikmet, siyasi düşünceleri yüzünden defalarca tutuklanmış ve yetişkin yaşamının büyük bölümünü hapiste ya da sürgünde geçirmiştir. Ancak bunlar sınıfsız ve özgür bir dünya için verdiği mücadeleden vazgeçmesine yetmemiştir. Şair Sennur Sezer, Nâzım’ın şiirlerinde sosyalizmin iki şekilde yer aldığını söyler. Bunları “sosyalizm”in adı geçmeden tanımı yapılan, daha güzel bir yaşam özleminin dile getirildiği şiirler ve sosyalizmin adının anıldığı, özellikle sosyalizmin yeni kurulduğu ülkelerdeki izlenimlerini aktardığı şiirler olarak ikiye ayırır. Bunların ilkine örnek verirsek Nazım, en bilinen dizelerinin birinde sosyalizmi çok net tarif eder: “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine.” Bu dizelerinde özgür ve dostluk içinde bir yaşam vurgusu yapmıştır. Uğruna mücadele ettiği şey de odur. Daha güzel bir yaşam isteğini dile getirirken bunun formülünü de vermiştir yazılarında:
(…)
Sosyalizm,
devirmek dağları el birliğiyle,
ama elimizin öz biçimini,
öz sıcaklığını yitirmeden.
(…)
(Lehistan Mektubu, 1954)
Nazım’ın sakıncalı görülen yazıları o dönemde çok sayıda insana ilham oldu. Bunlardan biri de Orhan Kemal’di. Nazım’ın eserlerini okuduğu ve “yabancı rejimler lehine propaganda yaptığı” için beş yıl hapse mahkûm edildi. Bu beş yıllık sürecin belli bir kısmında Orhan ve Nazım yoldaşlığın yanında aynı koğuşta kalarak kader ortaklığı da yaptılar birbirlerine. Hapis yıllarından sonra geçimini sağlamak için hamallık ve amelelik yaptı. Toplumda var olan sınıfların ve bunun getirdiği mücadelenin farkında olan Orhan Kemal, yazdığı eserleriyle adını duyurduktan sonra bu mücadeleyi kalemiyle birleştirdi. Adana’da toprak ve fabrika işçilerinin dünyasını, İstanbul’daki gecekondu mahallelerini, fabrika çevrelerini eserlerine yansıtarak insan-toplum ilişkilerini gerçekçi bir dille kâğıda aktardı. Nazım’dan 6 yıl 1 gün sonra bu dünyadan göçtükten sonra, Hasan Hüseyin Korkmazgil “Haziranda Ölmek Zor” şiirini kaleme aldı ve bu eserini Orhan Kemal’e ithaf etti:
(...)
gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
üstümbaşım elim yüzüm gazete
vurmuşum sokaklara
vurmuşum karanlığa
uy anam anam
haziranda ölmek zor!
(...)
Ve Ahmed Arif... Önce kendi sözleriyle anlatalım kendisini: “Yaşamım boyunca hakkı aradım; ezilenin ve güçsüzün yanında durdum. Memleketlilerim sömürülmesin, memleketlilerim kullanılmasın, memleketlilerim ölmesin diye konuştum. Eşitlik için yazdım, eşitlik için söyledim, eşitlik için dayak yedim, eşitlik için sövdüm. O günleri göremeyeceğimi bilsem de birilerine o günleri gösterebilmek için öldüm.” Bir cebinde memleketin, emekçilerin sorunlarını taşır, bir cebinde de aşk taşırdı Ahmed Arif. Toplumsal olaylar da dökülürdü kaleminden, yoksulların ağıtları da. Her yönüyle halktan, her yanıyla halka dönüktü. O da Nazım’ın ve Orhan Kemal’in kaderini paylaşıp mahpusa da düşmüştür.
ONLAR MİLYONLARDAN YALNIZCA BİRKAÇI
Nazım, Orhan ve Ahmed bu mücadelenin beden bulmuş sadece birkaç temsilcisi. Daha adını sayamadığımız niceleri var aynı mücadeleyi vermiş olan. 60 yıl önce mücadeleye nasıl güç katıyorsa bugün de aynı şekilde kitlelere seslenmeye devam ediyor onların satırları. Onlar sınıf bilincine sahipti; ezeni ve ezileni, sömüren ve sömürüleni iyi bilirlerdi. Eşit, sömürüsüz, özgür bir dünya düşlediler ve bunu edebiyatın gücünü kullanarak anlattılar. Kalemlerini; sömürülen işçinin, yoksullaşan emekçinin sesini duyurmak ve onları bir araya getirmek için kullandılar. Bugün de bu eserler, sömürülenlerin sesi olmaya devam ediyor. Her yerde burjuva-liberal sanat anlayışının hâkim olduğu bugünlerde, egemen sınıfların sığınağı haline gelen bu anlayışa karşılık onların toplumun gerçeklerini yansıttığı sanat anlayışı; güncelliği ve gerekliliği bakımından gençlerin, işçilerin, aydınların yoluna ışık tutmaya devam ediyor. Bu sebepledir ki; onların bizlere bıraktığı miras, sanatı toplumdan ayırmamak ve toplumun sesi olmak adına çok önemli bir noktada duruyor. Bugün bizler Nazım, Orhan ve Ahmed’iz. Bir haziran gününde aramızdan ayrılanların derdi ile bizimki aynı. Onların mücadele bayrağını biz devraldık. Ve son olarak Nazım’ın da dediği gibi:
(...)
Yani, nasıl ve nerede olursak olalım
Hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak
(...)
(Yaşamaya Dair)