08 Haziran 2023 05:11

Bir milletvekili adayının saha gözlemleri | "Aslında size oy vermemiz gerekir ama..."

EMEP'in Yeşil Sol Parti listesinden milletvekili adayı olan ve seçim çalışmasını ağırlıklı olarak Cumhur İttifakının tabanını oluşturan işçiler arasında yapan İlhami Şahbaz saha gözlemlerini yazdı.

İlhami Şahbaz, durakta işçilere sesleniyor. | Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

İlhami ŞAHBAZ
Kocaeli

Yaşamın gündelik akışı içerisinde özellikle yoksul halk tabakalarının sessizce ve “kendince” katıldığı seçim süreci, 21 yılı aşan AKP iktidarı ve onun yarattığı yönetim modeline, kültürüne, ekonomisine ve yoksulluğuna paralel olarak şekillendi. Özellikle AKP açısından oy deposu sayılan Kocaeli’nin seçim sonuçları yer yer genel sonuçlarla benzerlik gösterse de ülke sonuçlarına ters rakamları da görmek mümkün.

Bu anlamıyla seçim sonuçlarını salt AKP karşıtlığı ve onun yarattığı yoksulluk ve yıkım üzerinden değerlendirmek, kanımca eksik kalır. O yüzden esas olarak Cumhur İttifakına, özellikle de AKP’ye oy vermiş bir işçinin/yurttaşın gözünden sürece bakmak yararlı olacaktır.

Seçim sürecini belirleyen temel durumun, kutuplaşmaya dayalı olarak milliyetçiliğin belirleyici olduğunu seçim sonrası değerlendirmelerden de görmek mümkün. Öyle ki siz işçilerle hayat pahalılığı, yoksulluğu konuşurken, işçilerin ezici bir çoğunluğu milliyetçilik ve dindarlıkla bezenmiş cevaplarla propagandayı geçiştirmeyi tercih etti.

İktidar cenahı maharetle emekçileri birleştirecek, kendisine muhalif bir cepheyi, daha oluşum aşamasında dağıtmanın zeminini güçlendirmiş oldu.

Sosyalistler Kürt hareketini dışarıda tutarsak, iktidarla kurulan ilişkiden bağımsız olarak, toplumsal kesimlerin ezici çoğunluğu bu milliyetçi dalganın gölgesinde veya bu milliyetçi dalganın yarattığı iklimle kurulan ilişki üzerinden seçim süreci ile ilişkilenmiştir. Bu nedenle milliyetçi dalga yüksekliğini sadece iktidar merkezinin söylemiyle ifade etmek eksik kalır. “Kandil’i en iyi kim bombalar” veya yabancı düşmanlığına dönüşen “Sığınmacıları en erken kim gönderir” söylemi seçim sürecinde patates, soğan fiyatından daha çok konuşulur oldu. Seçim öncesinde tartışmaların ve öngörülerin merkezine oturan Kürtler mi belirleyici olacak tartışması, seçim sonrası ortaya çıkan sonuç itibarıyla anında milliyetçiliğe hatta ülkücülüğe tahvil edilecek bir dominantlığa evrildi.

CEMAATLER VE TARİKATLAR

Burada iktidarın tüm propaganda araçlarını ustaca kullandığını belirmek gerekir. Burada bir parantez açmak gerekirse, propaganda araçlarından kastımız sadece basın yayın araçları aracılığıyla kurulan hegemonyadan söz etmiyoruz. AKP’nin, iktidarını bir dava olarak propaganda etmesi ve bu propagandanın geniş kesimlerce satın alınması son derece belirleyici olmuştur. Sahada AKP’yi teşkilat olarak görmek pek mümkün değildi. Sahada görünen Recep Tayyip Erdoğan’dı. Ancak Erdoğan’ın söylemini geniş kitlelere ulaştıran ve dışarıdan bakıldığında pek de fark edilmeyen cemaat ve tarikatlar bu davanın görünmez askerlerini oluşturdu. AKP tabanını konsolide eden ve kabul sahasını genişleten bu yapılar “Reis”e oy vermeyi dünyevi bir meselenin ötesine taşımaktadır.

Nefrete varan ırkçı iklim üzerinden şekillenen söylem ve propagandanın yerli yersiz günlük ilişkilere kadar yansımış olması, sadece iktidar ortaklarının söylemini değil sıradan işçi ve emekçinin de bu iklime uygun olarak konumlanmasının yolunu açtığını söyleyebiliriz. Sadece geniş emekçi yığınlar içinde yer yer yaşanan saldırgan söylemi kastetmiyoruz. Seçim, siyaset söz konusu olduğunda aynı tezgahta birlikte yaşam kavgası verdiği arkadaşı ile bazen “Ters düşmemek” bazen “Ortamı germemek” vb. nedenlerle suskunluğun tercih edildiğine çokça tanık olundu.

Özellikle sabah saatlerinde işçi duraklarında yapılan çağrıların tepkisizliğe varan bir sessizlikle karşılanması/geçiştirilmesi önceki günden kalan yorgunluğun ve yarına duyulan ümitsizliğin bir işareti olsa da asıl olarak farklı siyasi odaklarla siyaset konuşma ile arasına koyduğu mesafeyi göstermesi bakımından önemli.

BEKLENTİLER VE GERÇEKLER

14 Mayıs seçimine dair gözlem ve beklentiler çoğunlukla mevcut iktidarın oy kaybedeceği ve bu oy kaybının AKP’yi iktidardan alaşağı edeceği yönündeydi. Oysa AKP’nin tüm devlet olanaklarına rağmen oy kaybı yaşayacağı varsayımı gerçekleşirken, parti olarak kayıplarını Cumhur İttifakı havuzunda tutma becerisi ve mühendisliği pek hesaplanmamış olacak ki Yeniden Refah Partisi ve HÜDA PAR ittifaklarına neden tamah edildiği 14 Mayıs’tan sonra bir anlam kazanacaktı.

Saha gözlemlerimizi doğrulayan AKP’deki bu erimenin Yeniden Refah Partisi etrafında kümeleneceği yönündeydi. Nitekim bu gözlemde yanılmadığımızı teslim etmek gerekiyor.

Tablo 1’de görüldüğü üzere AKP ve MHP’deki erimeyi Yeniden Refah Partisi kapatmış durumda. AKP’den kaçan oylarla, geleneksel olarak da kentte güçlü bir damarı temsil eden milli görüş oylarıyla Yeniden Refah Partisi ilimizde bir milletvekilliği kazandı. Bir diğer gözlem de MHP’ye dair. Yerel basın başta üzere kentte taraflı tarafsız tüm kesimler, ülkede MHP’nin oy kaybedeceği hatta milletvekili çıkaramayabileceği yönündeydi. Beklendiği gibi MHP’nin oyunun 2018 seçimlerinde 136 bin 708’den 14 Mayıs’ta 112 bin 123’e gerilediğini görmek mümkün. Bu oy oranı ile bir olan vekil sayısını korudu.

Görmemiz gerekenin çözülen ve eriyen bir AKP’ye rağmen yeni ittifaklar ile seçmen tabanını genişletemese de muhafaza eden ve muhafazakarlıkla tahkim edilen bir siyasal akımın varlığıdır. En kapitalistinden başlamak üzere birçok ülkede görüldüğü üzere sınıf ve demokrasi dışı akımların güç kazandığı bir dönemde olduğumuzu varsayan değerlendirmeleri veri olarak kabul ettiğimiz oranda yaşananları anlamlandırmak mümkün olacaktır. Örneğin kentimizdeki oy akışkanlığı AKP’den uzaklaşma eğilimi gösterse de Erdoğan’ın 2018 seçimlerine göre yüzde olarak gerilese de oy sayısını arttırdığını söyleyebiliriz.

Dolayısıyla, AKP’nin musluğundaki oy kaçağı Cumhur İttifakının havuzunun dışına çıkmamış olması muhalefet cephesinde beklenen genişliği sağlayamadığı gibi eski AKP’lilerle kurulan ittifakın da anlamsız hale getirildiği, kentimizde de görülen bir sonuçtur.

Tablo 2’den de anlaşılacağı üzere 14 Mayıs 2023 seçimlerinde Erdoğan oy sayısını arttırmış olmasına rağmen yüzdelik dilimde gerilerken, Kılıçdaroğlu’nda ise 14 Mayıs’ta etrafında birleştirdiği fakat 2018 de ayrı ayrı seçime katılan muhalefet cephesinin toplam oy sayısını geçmesine rağmen yüzdelik dilimde 2018’in gerisinde kaldığı görülüyor. Sinan Oğan’ın ise kentteki oy oranının genel ortalama üzerinde olduğunu ekleyelim.


İlhami Şahbaz işçileri ziyaret etti

EKONOMİ KÖTÜ AMA…

Yukarıda da değindiğimiz gibi iktidar bu seçimi bir varlık yokluk savaşına dönüştürdü. “Dava” fikrine iktidar eliyle sürdürülen ortak varoluşun bireysel varoluş üzerinden hegemonya kurması da eklenince iktidarın sürdürmek istediği “felsefi” altyapı da tamamlanmış oldu. Bu felsefi zemini hazırlayanın da toplumun sıkıştırıldığı kutuplaşma olduğunu görmek gerekir.

İşçiler arasında ekonomik kötü gidişattan iktidar sorumlu tutulsa da iktidarın propaganda aracına dönüşen gelişmeler (Togg, İHA, SİHA vb.) işçilerin dilinden de iktidar söylemine paralel bir argümana dönüşmektedir. Bu nedenle geleceğe dair duyulan güvensizliğin iktidarla pek de özdeşleştirilmemesi, hatta “Kim gelirse gelsin bizim için bir şey değişmez” duygusu iktidardan bağımsız olarak ancak farkında olmadan 21 yıllık iktidarın yarattığı geleceksizlik ve güvencesizlik olduğu gerçeğini değiştirmemektedir.

Ancak;

Başta işçiler olmak üzere, yoksullaşan halk kitleleri gururlanacağı, kendi yoksulluklarını unutturacak hikayeleri muazzam derecede satın almakla yetinmediler o ‘hikayelerin’ bizzat pazarlamacısı oldular. Çünkü sığınacakları, varoluşsal olarak kendilerini ifade edecekleri başka mecraları yoktu.

Evet;

Her şey olumsuz gidiyordu, ekonomik çöküntü sınır tanımıyordu ancak ücretli kesimlerin olumsuz iç karartan hikayelerindense, gururlarını okşayan yaşam gailesini unutturan olaylara ihtiyaçları vardı. Ve bu ihtiyaçlarını gidermek, önüne konulan iktidar devşirmesi moral üstünlüklerle gidermenin yolu tercih edildi.

Yeniden başa dönmek gerekirse, anket sonuçlarına da yansıyan biçimiyle de ekonominin yol açtığı yıkım tek başına belirleyici olamadı. Konuştuğumuz birçok işçinin “Hocam doğru söylüyorsun, soğan çok pahalı, et de alamıyoruz peynir de, ama savunma sanayiindeki gelişmelerimiz sizi hiç heyecanlandırmıyor mu?​” sözleri sanırım ne demek istediğimizi açıklamaya yeter boyutta.

108 gün direnerek grev yapan ve kazanımla sonuçlanan Kartonsan işçisinin, sizinle emek alanına, ekonomik taleplere dair sınırsız tartışma/sohbet sürdürürken; sıra, cemaatler ve dinin sivil alanda örgütlenmesine geldiğinde, “katı bir defans” yaparak o alanı tartışma dışı bırakması, dinsel örgütlenmenin boyutunu göstermektedir.

Sendikaların bu duyguyu değiştirmek için işçileri birey olarak da sınıf olarak da toplumsal değişimin bir gücü olarak anlamlandırması rastlanan bir durum olmadığı için işçilerin kendilerini ve sendikal mücadelelerini “siyaset üstü” görmelerine ve bu yönde davranış göstermelerine neden olmaktadır. Dolayısıyla grev ve sendikal mücadele, işçiler açısından dönemsel olarak araç olmaktan kurtulamamaktadır.

Salt ekonomik taleplere sıkışan bir mücadelenin doğal sonucu olarak, asıl değişimi yaratacak olan kişisel ve/veya sınıfsal değişim mümkün olamamaktadır. İşçiler arasında “Siyaset konuşma” onların aralarında sağladıkları birliğe zarar veren bir alan olarak görülmektedir. İşçilerin tabiriyle sendikaların “siyaset dışı” kalması zaman zaman bir övünç kaynağı olmaktadır. Bu durumda sendikanın politikanın neresinde durduğunu belirsizleştirmekte TİS dönemlerine sıkışan bir örgütlülüğe sıkışmaktadır.

YERLİ VE MİLLİ OLMAYAN GREV YASAKLARI

Bizlerin işçiler arasında sürdürdüğü seçim çalışması doğal olarak AKP iktidarının emek düşmanı yüzünün teşhiri üzerinden şekillenmiştir. Ancak özellikle iktidarla gönül bağına sahip işçilerin, iktidarın emek düşmanı yönünü ısrarla “Vatan, millet, bayrak” söylemi ile perdelemek için büyük çaba gösterdikleri görülüyor.

AKP iktidarı döneminde çoğunluğu Kocaeli havzası veya yakınında yer alan 20 grev, erteleme adı altında yasaklanmıştır. Son 2 grev yasağı da yine seçime kısa bir süre kala Kocaeli’de yaşandı. Bu grevler, merkezi Belçika’da bulunan Bekaert firmasıyla yine merkezi Fransa’da bulunan Schneider Elektrik grevleriydi.

Bu grev yasaklamalarının “yerlilik/millik” söyleminin iktidar tarafından ayyuka çıkarıldığı bir dönemde yaşanmış olması, iktidarın propaganda bombardımanı altında hak ettiği teşhir boyutuna ulaşmamış olması bizlerin işçilerle politik tartışma sürdürmede yetersizliğimizin beyanı olsa da diğer yandan işçilerin iktidarla kurdukları ilişkiden bağımsız değildir.

Özellikle tarikat ve cemaatlerin görünmeyen ilişki ağı ve örgütlenmesinin AKP iktidarının temel örgütlenme biçimini de aşarak devlet kurumlarıyla kurulan bir ilişki ağına dönüştüğünü söylemek abartı olmaz. Yerel belediyeler ve merkezi iktidar tarafından yaratılan rant, tarikat ve cemaatler eliyle kurulan sistem üzerinden dolaşıma sokulmaktadır. Kimilerinin “Yoksulluğu yönetmek” olarak kavramlaştırdığı bu durum sivil bir örgütlenmenin çok ötesinde, bir devlet uygulamasına dönmüş durumdadır.

İŞÇİYİ DEĞİŞİMİN ÖZNESİ HALİNE GETİREBİLMEK

Politik aidiyet seçiminde sadece ekonomik tablo veya yokluk ve yoksulluğun belirleyici olmadığının mayıs 2023 seçimlerinin sonuçlarına paralel olarak sohbetlerimize de yansıdığı görülüyordu. Grev ateşinin başında bir grup grevci işçi ile seçimler üzerine yaptığımız sohbette “Aslında size oy vermemiz gerekir ancak veremiyoruz” demişti. “Neden veremiyorsunuz?​” sorusuna başka bir işçinin “Sadece bunlar değil -ekonomik talepleri kastederek- vatan var, millet var…” şeklindeki yaklaşımı işçilerle bizler arasında henüz yıkıl(a)mayan bariyerlere de işaret etmektedir. Dolayısıyla politik gelişmeleri yakından takip eden bir yaklaşımdan söz etmek mümkün. Örneğin Halkların Demokratik Partisinin seçimlere Yeşil Sol Parti olarak katılma kararı çok kısa sayılabilecek bir sürede fabrikalara ulaşmıştı.

Sonuç olarak;14 Mayıs seçim sonuçları gözlemlerimize yansıdığı biçimiyle göstermiştir ki, AKP etrafında kümelenen halk yığınlarını değiştirip dönüştürecek bir aydınlanma yaşamadığı sürece AKP ve/veya başkaca burjuva klikleri geriletmek pek olanaklı olamamaktadır.

Geleneksel ilişkiler içerisindeki bir emekçinin değişimi ve dönüşümü sistemli ve sürekli bir çalışmanın öznesi olduğu oranda anlam kazanmaktadır. Öncesi bir yana 21 yıllık AKP iktidarının emekçiler üzerinde yarattığı tahribatın, gözlemlerimizi aşan bir boyutta olduğunu özellikle vurgulamak gerekiyor. Her milliyetten ve inançtan işçi ve emekçiyi değişimin ve mücadelenin öznesi durumuna getirebildiğimiz oranda demokrasi mücadelesi nefes alacak, gerici blok dağıtılacaktır. İşçi ve emekçilerin taleplerinin hayat bulması ve demokrasi mücadelesinin ilerletilmesi için geniş emekçi yığınları suçlamak, küçümsemek yerine onların gözünden sürece bakmak aydınlatıcı ve anlamlı olacaktır.

ÖNCEKİ HABER

Can Atalay neden serbest bırakılmıyor? | Ankara Baskısı

SONRAKİ HABER

Grevdeki Yonga Mobilya işçileri Evrensel'in 28. yaşını kutladı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa