Edebiyatımızın Gorki’si Sabahattin Ali
Tarık Özyıldırım, Sabahattin Ali'nin edebiyatımızdaki yerini ve önemini yazdı.

Görsel: Kor Kitap
Tarık ÖZYILDIRIM
Nâzım Hikmet’in Türk edebiyatının “namuslu” yazarı olarak adlandırdığı Sabahattin Ali birçok türde eser yazdı. Hikaye kitapları, romanları, 70’ten fazla şiir, bir tiyatro eseri, onlarca edebi eleştiri ve düşünce yazısı bıraktı henüz 41 yaşındayken. Eserlerinin hepsinin ayrı bir değeri var ama ben özellikle hikaye alanında Türk edebiyatının en önemli isimlerinden olduğunu düşünenlerdenim. 1930 sonrası Sait Faik’le beraber iki önemli okuldan biri olmuştur Sabahattin Ali. Tabii bir de “Markopaşa” gazetesiyle Türk edebiyatının en başarılı mizah gazetesini çıkarması da ayrı bir öneme sahip.
MARKOPASA SERÜVENİ
Çok zor şartlar altında çıkmış bir gazete. Sabahattin Ali ve Aziz Nesin önderliğinde çıkar. Karikatürleri Mim Uykusuz çizer. Daha sonra Rıfat Ilgaz da kadroya katılır. Fakat gazete daha ilk sayısında engellerle karşılaşır. 6 bin basılan 4 sayfalık ilk sayısının dağıtımevleri tarafından, dağıtımı reddedilince bütün sayılar Aziz Nesin’in elinde kalır. Ne yapacağını bilmez. Sonra 2 bin tanesini alır ve Eminönü tarafında utana sıkıla bağırmaya başlar. Bir anda elindeki dergiler biter. Hemen yayınevine döner diğer 2 bini alıp dağıtır. Kalan 2 bini de taşra ya gönderir. İnanılmaz bir şekilde 3 günde dergi biter ve karaborsaya düşer. 2. sayı 10 bin, 3. sayı 15 bin, 5. sayı 60 bini geçer. O dönemde Cumhuriyet gazetesi 20 bin satarken Markopaşa’nın bu sayıya ulaşması çok büyük bir başarı. Dönemin koşulları düşünüldüğünde eleştiri neredeyse yok edilmişti. Haluk Yetiş Hocamız bu başarı için “Halk yöneticiler için söyleyemediklerini Markopaşa’da bulabiliyordu” der. Güldürürken ısıran bir gazete.
MARKOPAŞA GERÇEĞİ
Markopaşa 16-17. sayısında “Yazarları polis nezaretinde ve hapse girmediği zamanlar çıkar” İfadeleri yer alır. 21 ve 22. sayısında “Ankara ve Samsun’dan başka dünyanın her yerinde satılır” başlığıyla çıkar. Gazeteyi satan 7-8 yaşındaki çocukların parmak izleri alınır. Gazete aleyhine onlarca gösteri yapılır. 22 sayı çıkan Markopaşa 10 mahkeme görür, özellikle 3 yazarı vardiyalı şekilde hapse girer çıkar. Gazetenin 5. sayısı “Her Zaman Gazete Kapatılmaz, Bazen de İşte Böyle Gazeteciler Kapatılır” manşetini atarlar.
Gazetenin 8. sayısında “Dostlar kaleminiz, fikriniz sterlinin kölesi olmasın… vicdanınız doların esiri olmasın” diyerek eleştiri oklarını bu kez satılık kalemlere yöneltir. Mehmet Saydur Hoca’nın “Markopaşa Gerçeği” adlı çalışmasının sonunda gazete yazarlarının bir yargılama ve hapis süresi tablosu vardır. Aslında bu tablo utanç tablosudur.
MARKOPAŞA VE SERTLEŞEN MUHALİF
Sabahattin Ali’ye hem içeriden hem de dışarıdan baskı gittikçe artıyor. Dönemin Meclisinde bile Markopaşa’ya sataşmalar başlıyor. Kökü dışarıda, Bolşevik, vatan haini, satılmış… gibi damgalar yiyor Sabahattin Ali ve arkadaşları. Bunun üzerine gazetenin de eleştiri tonu artıyor. Aslına bakılırsa onların tek derdi onlara satılmış ve hain diyenlerin aslında kendilerini tanımladıklarını dile getirmekti. Gazeteye her gün tehdit mektupları geliyordu. Sehpa, bıçak, silah resimleri gönderiliyordu. Aslında Markopaşa ve bu soydan gelen dergiler Sabahattin Ali’nin sonu oldu. “…Canımız çıkmadıkça Markopaşa çıkacaktır” der Sabahattin Ali. İşte bu noktada Sabahattin Ali öldürülür. Nâzım Hikmet de “Markopaşa’yı yok etmek için Sabahattin Ali’yi öldürdüler” ifadelerini kullanır.
SABAHATTİN ALİ’NİN NÂZIM HİKMET’LE BAĞI
Sabahattin Ali, Nâzım Hikmet’le aynı asırda yaşamayı bir kıvanç olarak görür. Onun fikirlerine çokça değer verir. Sabahattin Ali’nin Nâzım Hikmet’le tanışması Resimli Ay dergisinde gerçekleşir. Nâzım Hikmet’in telkinleriyle bu dergide ilk olarak “Bir Orman Hikayesi” yayımlanır.
Nâzım Hikmet’in de onun çok iyi bir hikaye ve roman yazarı olacağına inancı tamdır. Sabahattin Ali’ye yazdığı bir mektupta “Hikâye ve romanda bugün sen varsın, senden sonra Kemal Tahir, Orhan Kemal, Suat Derviş var… Velhasıl Türk roman ve hikâyesinin tek bayrağı bilfiil sensin” İfadelerini kullanır.
Sabiha Sertel, Sabahattin Ali’yi roman yazmaya teşvik edenin Nâzım Hikmet olduğunu söyler. “Sabahattin Ali’nin ilk romanı Resimli Ay matbaasında basılıyordu, Nâzım’ın ilk nüshasıyla odaya gelişi, gözlerinde bu romancıyı ben yarattım edasını görebiliyorduk.”
Nâzım Hikmet onun ölümünden sonra “İçimizdeki Şeytan” romanını Rusçaya çevirir ve buradaki ön sözünde Sabahattin Ali için “Türkiye halkının, Türkçenin en yurtsever, en namuslu evlatlarındandı” der. Rusçaya çevrilmek Sabahattin Ali için bir onurdu, yaşayıp görebilseydi keşke. Nedeni, Sabahattin Ali bir gün Nâzım Hikmet’e “Halide Edip Hanım’ın eserini Rusçaya çevirmişler, benimkileri de bir gün çevirirler mi?”
Onun bu arzusunu Nâzım Hikmet gerçekleştirmiş olur. Ayrıca Nâzım, 1955’te Budapeşte radyosunda Sabahattin Ali’nin “Kağnı” hikayesini okur.
SIRÇA KÖŞK’ÜN YASAKLANMASI
Beni etkileyen hikayesi ya da modern masalı “Sırça Köşk” hani “Hükümet Kadın” filminde yasaklı kitap olarak birkaç saniye gözümüze ilişen kitaptır. Tahir Alangu, “Masal bir başkaldırıdır” der, işte tam da Sabahattin Ali bu masalımsı hikayeyle sömürü düzenine karşı bir başkaldırı oluşturur. Bir de “Koyun Masalı” hikayesi var. Bence herkesin okuması gereken bir düzen eleştirisidir.
“Sırça Köşk” çıktığı dönem hemen toplatılır ve sonra aklanır. Yasaklar için ne diyordu Ahmed Arif “yasaklar, firavun kalıntısı…” Sırça Köşk masalı düzen eleştirisini çok iyi yapar, sömüren ve sömürülen tezadı Sabahattin Ali tarafından çok iyi yansıtılır. Bu da yasaklanması için bile yeterli.
Uğur Mumcu’nun “1940 Cadı Kazanı” adlı bir çalışması var. 1940’larda muhalif sol aydınların üzerindeki baskıyı anlatır. O yıllarda düşünün ki et, süt, ekmek, kömürden şikayet edilmemesi konusunda yayın yasağı getiriliyor. Çok sert sansür kuralları yer alıyor.
Komünist damgasıyla gözaltı, tutuklamalar ve işkencelerin olduğu bir dönem. Orhan Veli bu dönemi çok güzel şiirleştiriyor: “Açlıktan bahsediyorsun;/ Demek ki sen komünistsin./ Demek bütün binaları yakan sensin./ İstanbul’dakileri sen,/ Ankara’dakileri sen.../ Sen ne domuzsun, sen!”
YÜZÜMÜZÜ AĞARTAN ESER: ‘KUYUCAKLI YUSUF’
Romana gelince “Kuyucaklı Yusuf”, Türk edebiyatının en iyi romanlarından biridir. Sabahattin Ali’nin Aydın cezaevinde yaşadıklarının izlenimleri romanın temelini oluşturur. Burada cezaevinde Kuyucaklı Yusuf’la tanışır. Roman tasarısı kafasında oluşmaya başlar.
Yasaklar bitmez efendim bu kitap da yasaklar listesine girer. Aile hayatından ve askerlikten soğuttuğu gerekçesiyle kitap toplatılır. Bilirkişi olarak karşımıza Reşat Nuri Güntekin çıkar. Reşat Nuri raporunda kitaptan övgüyle bahseder: “Yüzümüzü ağartacak sanat eseri.” der. Böylece roman aklanır.
Fethi Naci, romandaki gözlem gücünü ve ayrıntıların aktarılmasını mükemmel bulur. Türkiye’de en fazla okunan kitapların başında gelir. Şunu belirtmek isterim ki Sabahattin Ali öldürülmeseydi kitabın devamı yazılacaktı.
Sabahattin Ali arkadaşı Cevdet Kudret’e “Kuyucaklı Yusuf’u üçleme olarak düşündüğünü söyler. İkinci cildin adının da “Çineli Kübra” olacağını ve Yusuf’un eşkıyalık serüveninin devam edeceğini belirtir. Bir ağaç dibinde öldürülünce yazacağı kitaplar da katledilmiş olur.
ÖLÜME GÖTÜREN SÜREÇ
Sabahattin Ali özellikle “Marko Paşa” dergisindeki yazıları, “Sırça Köşk” hikayesi ve de “İçimizdeki Şeytan” romanıyla neredeyse hükûmet dahil olmak üzere herkesle kavgalı hale gelmişti. Ali Baba dergisinin ilk sayısında “…Namuslu olmak ne zor şeymiş meğer?” diyerek durumunu izah eder.
Sabahattin Ali, ölüm tehditleri alıyordu, Nâzım Hikmet gibi hapishanelerde çürümek istemiyordu. Pasaport da mimli olduğu için verilmiyordu. Sonunda bir kamyonla, şoför muavini olarak Bulgaristan sınırına geçmek için tebdili kıyafetle, 1 Nisan 1948’de yola çıkar, 2 Nisan’da Kırklareli Sazara köyü yakınlarında öldürülür. Cesedi 11 Haziran 1948’de Çoban Şükrü tarafından bulunur.
Faili Ali Ertekin “… Milli hislerle galeyana geldim. Elimdeki sopa ile kitap okuyan Sabahattin Ali’nin sol tarafından yüzüne şiddetle vurdum… Ardından aynı yere bir daha vurdum… Ağzı burnu kanlar içindeydi. Dikkat ettim, ağır ağır nefes alıyordu. Bu sefer de üçüncü darbeyi ensesine indirince nefesi tamamen kesilmişti, ölmüştü. Onu Bulgaristan’a değil cehenneme yolladım” ifadelerini kullanır.
Otopsi için bulunan kemikleri ve kafatası bir torbaya konup Kırklareli’ye götürülür ve orada kaybolur. 12 Ocak 1949 “Sabahattin Ali, Bulgar sınırında öldürüldü” haberi gazetelerde yer alır. Katili Ali Ertekin idamla yargılanır, sonra milli hissiyatlar devreye girince 4 yıl hapis cezası alır,1950 yılının affından yararlanıp 1.5 yıl yatar ve çıkar. İşte, bir insan öldürmenin cezası budur.
ÖLÜMÜ VE EDEBİYAT DÜNYASI
Puşkin “Yalnızca ölüleri sevmeyi biliyorlar” der ama o dönemde Sabahattin Ali’nin ölüsüne birkaç dostu dışında sahip çıkan olmadı. Dönemin gazeteleri “Mukaddes katil” diye başlık atıp Sabahattin Ali’ye hakaret dolusu yazılar yazarlar.
Sadece Başdan gazetesinde Rıfat Ilgaz ve Aziz Nesin dostları Sabahattin Ali adına bir sayı çıkarıp onu anarlar. Ölümüyle beraber kitapları yasaklanır. 1948-1965 arası kitapları basılmaz. 1965’te Yön dergisi Sabahattin Ali’yle ilgili yazılar kaleme alınca kitapları Varlık yayınları tarafından yayımlanmaya başlar. Bu dönemde ilk olarak “Değirmen” hikayesi yayımlanır.
Kızı Filiz Ali “Binlerce yıl önce ölmüş insanların mezarı var fakat babamın yok” der. Daha sonra kızı, Sabahattin Ali’nin öldürüldüğü Sazara köyü dere boyunda bir anıt yapar ve böylece her yıl Sabahattin Ali öldürüldüğü yerde, öldürüldüğü gün anılır. Kızı tarafından yapılan anıtta “Dağlar” şiirinden şu mısralar yer alır: “Başım dağ, saçlarım kardır,/ Benim meskenim, dağlardır” Dediği gibi de oldu. Meskeni bir dağdı, Istranca Dağlarıydı Sabahattin Ali’nin
SABAHATTİN ALİ HEP YAŞAYACAKTIR
Sait Faik’le ’40’ların hikayeciliğine damga vurmuş, kasaba gerçekçiliğini hikaye ve romanlarına yansıtarak kendisinden sonra gelenlere bir kapı açmış bir mecbur insandır Sabahattin Ali. Eserleri 50’den fazla dile çevrilmiş, Türkiye’nin Gorki’siydi o. En beğenmediği eseri, para kazanmak için sipariş üzerine yazdığı “Kürk Mantolu Madonna” bile bir dönem Türkiye’de en çok satan 5 roman arasına girdi. Her ne kadar Ahmet Kabaklı, Suut Kemal Yetkin, Agâh Sırrı Levent gibi edebiyat tarihçileri bahsetmese de Sabahattin Ali’den; romanları, hikayeleri, şiirleri ve Markopaşa’sıyla Sabahattin Ali hep yaşayacaktır. Onun edebiyatını özetlemek gerekirse Sevgili Alman Edebiyatçı Brecht’e söz hakkı vermek gerekir: “Ama ne yapayım ki yer içim içimi/ Şu, açların elinden alınan lokma/ Şu, susamışların hakkı olan su…”
Evrensel'i Takip Et