Kalsın, gitsin kıskacında mülteciler
“Hem sınır dışındaki hem sınırlardaki ideolojik ve pratik tutumuyla kendi tebaasını yaratmak isteyen AKP’nin gerçek yüzü hem mültecilere hem de yerli emekçilere daha doğru anlatılabilmeliydi.”
Fotoğraf: Aliye Ceylan/Evrensel
Hilmi MIYNAT
Denizli
Seçim sürecinde özellikle ikinci turda mülteciler seçim tartışmalarının önemli bir parçası haline geldi. Sandık 50+1 iki kutbuna ayrıştırılırken mülteci meselesinde de “Geri göndereceğiz" ve "Göndermeyeceğiz” diye iki kutba sıkıştırılan burjuva siyaset çözüm önerilerinin önüne geçti. AKP’nin sadece mülteciler için değil Türkiyeli yurttaşlar için de “Kutuplaştırarak hükümet etme” formülü yönetim stratejisi olarak ortaya çıkıyor.
SORUNU ÇÖZME EĞİLİMİ HEP ZAYIF KALDI
Seçim sürecinde oy kullanacak Suriyelilerle ilgili bir tartışma siyasetin gündemi oldu. Seçim sonrası Suriye doğumlu oy kullanabilenlerle ilgili Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü 163 bin, CHP 167 bin rakamlarını telaffuz etti. Öte yandan burjuva muhalefet, propaganda süreci boyunca AKP’li seçmeni anlamaya çalışmadığı gibi tüm Suriyelileri de aynı torbada düşmanlaştırdı. Böyle bir torbada oy kullananların belirli bölümünün Erdoğan’a oy verecek olmasını öngörebilmek gerekirdi. Seçim sonrası iki gençle sohbetimde bir genç, “Bence Suriyeliler oy kullanmamalıydı” demişti. Böylece tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de verilen vatandaşlık hakkının bile kutuplaşma sonucu tanımlanması kabullenemez hal almıştır.
Burjuva muhalefetin bu süreçte değiştirip dönüştürme, kazanma, sorunları çözme eğilimi hep zayıf kaldı ve daha nefreti körükleyen bir zemine oturdu. Aslında bu süreçte AB’ye Geri Kabul Anlaşması’na dair sert eleştiriler ile AKP sıkıştırılabilir, mülteciler kazanılabilirdi. Kaldı ki savaş ve yoksulluktan kaçan mülteciler arasında Avrupa ülkelerine gitmek isteyenler az değil. Mülteci sorunu, öncesi ve sonrasıyla savaş ve yoksulluk, karşılıklı entegrasyon, çalışma yaşamı, rüşvet kaçakçılık ağları, mafya çete ilişkileri, kadın sorunu vb. birçok boyutuyla ele alınması gerekirken “kalsınlar-gitsinler” ikilemine sıkıştı kaldı. Hatta “gitsinler”in AB ülkeleri seçeneği bile yeterince konuşulamadı.
Esad’ın mültecilere geri dönme çağrısı "Adam istiyor biz göndermiyoruz" benzeri yanıtlar aldı. Oysa Esad daha önce de genel af ile gündeme gelmiş, Suriyeli mültecilerde karşılık bulmamıştı. Rejime güvensizlik varken bu tarz bir geri gönderme planı gerçekçi olmayacaktır. Millet İttifakı içeriği belirsiz bir "Geri göndereceğiz" söylemiyle öne çıkarken AKP’nin hem mültecileri yedekleyen hem de "Geri gönderilecekse de bizim yerimiz hazır" mesajı insanlara daha gerçekçi ve inandırıcı geldi. Oysa AKP’nin bir nüfus mühendisliğine soyunduğuna da dikkat çekilmeliydi. Hem sınır dışında hem Türkiye sınırlarındaki ideolojik ve pratik tutumuyla kendi tebaasını yaratmak isteyen AKP’nin gerçek yüzü hem mültecilere hem Türkiyeli emekçilere daha doğru anlatılabilmeliydi.
TÜRKLEŞTİRME ÇÖZÜM OLSA KÜRT SORUNUNU ÇÖZERDİ
Bir yandan mültecilerin ucuz iş gücü olarak sermayenin can simidi olması tüm bu kutuplaşmaların toplumda yarattığı kin ve nefrete rağmen kalmalarını gitmelerine tercih edilir kılıyor. “Turkish News Portal” adlı bir YouTube kanalına konuşan AKP Genel Başkan Başdanışmanı ve AKP’nin eski sözcüsü Yasin Aktay, “Türkiye’nin bu insanları emme ve entegre etme kapasitesi çok çok güçlüdür. Gerekirse bunları Türkiye’nin bir parçası haline getirir, Türkleştirir. Bunlar Türkiye’ye çok daha sadık bir kitle haline de gelirler” ifadelerini kullanmıştı. AKP kendi tabanında bile mültecilere karşı olan hoşnutsuzluğu “Türkleştirme” adı altında gidermek istediği bu dönem açısından öne çıkıyor ve önümüzdeki süreçte de sık sık karşımıza çıkacak.
TÜRK’ÜM, DOĞRUYUM, SİGORTASIZ ÇALIŞIRIM
AKP bu kavramı öne sürerken bir açıdan yükselen hoşnutsuzluğu gidermek için kullansa da diğer yandan politik arka planı var. Türkleştirme elbette biyolojik değil ama politik bir kavram olarak yeni değil. Asimilasyon politikaları yıllarca başka halklara uygulandı. Nitekim Kürt sorununun demokratik çözümü yerine baskı, şiddet ve asimilasyon politikalarının izlenmesi yıllar yılı sorunu derinleştirdi. Seçim süreçlerinde muhafazakarlık ve milliyetçilik üzerinden yürütülecek hamasi bir propaganda kolayca bilinçaltındaki merkeziyetçi ideolojiyle bağdaşmasıyla etkili bir hal alabiliyor. Seçim sürecinde duyduğumuz, “Gerekirse kuru soğan yeriz vatanı satmayız”, “Milli araba Togg”, “İHA, SİHA” söylemi ve propagandaları merkeziyetçi ideolojik altyapının kolayca iktidarda olanın lehine kitleleri saracak bir propaganda biçimine dönüşebilmesini sağladı. Mülteciler açısından da “Türkleştirme” çabası iktidarın sömürünün hamasetle kapatılmasında etkin olacağı öngörüsünde yatıyor.
AKP sözcüleri sıkça mültecilerin iş gücüne sunduğu katkıları dile getiriyor. Bunu yerli ve mülteci işçilerin iki taraflı mağduriyeti olarak okuyalım. Burjuva muhalefet ise burjuva karakteri nedeniyle çalışma izni, sigorta ve sendikalaşma özgürlüğüne ilişkin söz söyleyemiyor. Haliyle tam da sermaye düzeninin istediği şekliyle bölünmüş ve sömürünün katmerlendiği sınıfsal tablo ortaya çıkıyor. Öte yandan Türkleştirme kavramının ideolojik ve politik bir söylem olduğunu biliyoruz. Karşılıklı uyum sürecinin ardından vatandaşlık verilebilmesi tabii ki mümkün fakat bu sürecin şeffaf yürütülmesi güven duygusu açısından da gerekli.
Göç meselesi yıllardır tartışılan bir konu. Kapitalizmin yoksulluk ve savaş politikaları mülteci krizini derinleştirince daha şiddetli tartışmalar ortaya çıktı. Genelde burjuva akımların tartışmaları daha görünür olsa da sol sosyalist kesimlerin meseleyi özünde daha rasyonel kavrayan çalışma ve açıklamaları var. Türkiye’de iki kutuplu siyasetin karşısında nesnel çözüm önerileri ve pratiği ortaya koyan Emek Partisinin (EMEP) çalışmalarına göz atmak bu yüzden önemli. Yerli ve mülteci işçilere seslenen, kutuplaşmaya karşı uyaran yaklaşımıyla EMEP, hem seçim bildirgesinde mülteci sorununa yer vermiş hem de seçim sürecinde yayımladığı iki dilli bildiriyle yerli ve mülteci işçilere seslenmişti. Birleşme, örgütlenme ve değiştirme çağrısının yer aldığı bildirinin talepler kısmında üç ana başlık öne çıkmıştı. Çalışma izni, depremzedeler ve Geri Kabul Anlaşması. AB ile imzalanan rüşvet anlaşmasını yırtıp atmadan Türkiye’yi mülteci deposu olmaktan çıkaramayız. Mültecilerin çalışma izni ve sendikalaşma hakkını savunmadan yerli ve mülteci işçilerin sorunlarına çözüm getiremeyiz. Mülteci işçilerin güvencesiz çalışması hem kendi hem yerli işçilerin ücretlerini baskılarken işten atılma tehdidi talepler etrafında mücadeleyi baltalıyor. Dolayısıyla yerli işçi yüksek ücret istiyorsa bunu mülteci işçiyle birlikte kazanmanın yol ve yöntemlerini bulmak zorunda.
İŞÇİ SINIFININ BİRİKİMİ YENİ YOLLAR AÇACAKTIR
Çok yönlü toplumsal bir sorunun siyasetin konusu olduğu aşikar. Fakat bu siyaset, burjuva siyasete havale edildiğinde de nasıl bir çözümsüzlüğe itildiği ortada. Akademi, sanat, sivil toplumla siyasetin bağını güçlendirmek önemli. Akademi kendi içinde, sanat kendi içinde yalnızlaştığında, ya da siyaset buralardan koptuğunda çok yönlü bir çözümü tartışmak güç. Ama nasıl bir siyaset? Burjuva siyasetin iki kutuplu görünen aslında sınıfsal olarak tek kutbu olan siyasetine karşı işçi sınıfının siyaseti. İşçi sınıfının devrimci ideolojisinin, işçi sınıfının ortaya çıkışından bugüne sınıfın ortak sorunlarına ortak çözümler için yürüttüğü tartışmanın yarattığı ideolojik ve pratik birikimle bugüne ışık tutacak bir mücadele hattında birleşmek, birçok tartışmaya açıklık getirecek yeni yollar açacaktır.