AP Milletvekili Demirel: İltica hakkının yok edilmesine karşı ayağa kalkmalıyız
Avrupa Parlamentosu Sol Grubu Üyesi Milletvekili Özlem Alev Demirel ile Avrupa Birliği İçişleri Bakanları Zirvesinde iltica konusunda varılan uzlaşmanın ne anlama geldiğini konuştuk.
Fotoğraf: Özlem Alev Demirel'in arşivinden alınmıştır
Dilan BARAN
Hamburg
Avrupa, Yunanistan açıklarında bir gün boyunca kurtarılmayarak çarşamba günü alabora olan ve yüzlerce mülteciye mezar olan tekne faciasını tartışırken Avrupa Parlamentosu Sol Grubu Üyesi Milletvekili Özlem Alev Demirel ile Avrupa Birliği içişleri bakanları zirvesinde iltica konusunda varılan uzlaşmanın ne anlama geldiğini konuştuk.
Geçtiğimiz perşembe günü Avrupa İçişleri Konseyi yeni bir iltica yasası reformunu kabul etti. Öncelikle, bu konseyde kimler yer alıyor? Böyle bir karar için hangi çoğunluk gerekiyordu ve şimdi bu karar hangi süreçlerden geçecek?
Alman medyasının iltica uzlaşmasının artık kesinleştiğini yazmasına şaşırdım. Gerçek şu ki, Avrupa Konseyindeki üye devletlerin hükümetleri taslakta yer alanlar üzerinde anlaştılar. Bundan önce Avrupa Parlamentosu kendi pozisyonunu belirlemişti. Şimdi bir sonraki adımda Parlamento, Konsey ve Komisyon AB’nin yeni iltica politikasının nasıl olması gerektiğini müzakere edecek. Bana göre, Avrupa Komisyonunun teklifinde yer alan veya tesadüfen de olsa yer alan bazı hususların kabul edilemez olduğu ve ne zorluklara ne de AB’nin dış sınırlarında ve Yunanistan’ın Midilli adasında bulunan Moria gibi kamplarda halihazırda var olan ancak kabul edilemez çarpıklıklara gerçek bir cevap olacağı açık. Dünya genelinde ülkelerinden kaçan milyonlarca insan var. Bu insanlar aynı zamanda silahlı çatışmalardan, sanayileşmiş büyük ülkelerin ekonomi politikalarından ve üçüncü büyük ekonomik güç olarak AB politikalarının sonuçlarından da kaçmakta. Durum böyle olduğu sürece insanlar kaçacaktır ve AB kendi politikasında bir şeyleri değiştirmek yerine, bu değişiklikleri acıları daha da arttırmak için kullanmak, sınırlarını kapatmak ve zor kazanılmış temel insan hakkı olan sığınma hakkını fiilen ortadan kaldırmak istemektedir.
Hatırlatmak gerekirse, bu hak İkinci Dünya Savaşı’ndan çıkarılan bir derstir. Ve ne yazık ki militarizm yayılıyor ve savaş, hatta bir dünya savaşı tehlikesi artıyor.
Sığınmacılara yardım örgütü ProAsyl, reformu iltica hakkının fiilen ortadan kaldırılmasıyla eş tutuyor. Bunun doğruluk payı nedir?
İltica hakkı prensipte herkes için bireysel bir haktır. Bir kişi AB üyesi bir ülkeye vardığında sığınma başvurusunda bulunabilir. Bu başvuru özenle incelenmeli ve reddedilmesi halinde yasal yollara başvurulmalı. Yeni önerilen hızlı prosedürler, AB’nin dış sınırlarındaki gözaltı kampları ve üçüncü ülkelerle ilgili iş birliğiyle sınır dışı etmeyi amaçlıyor. Amaç, sığınma başvurusunun “başarı şansının az” olduğu iddia edilen kişilerin varış ülkelerine ulaşmalarını ve orada düzgün bir şekilde yürütülen bir sığınma prosedürü almalarını önlemek. Bu insanlar için bu uygulama bireysel sığınma hakkının fiilen ortadan kaldırılması anlamına gelmektedir. Biz bunu reddediyoruz.
Sorunların bu şekilde çözülemeyeceği açık. Moria gibi kamplardaki koşullar zaten dayanılmaz, çözüm daha fazla izolasyon olamaz.
Akdeniz bir toplu mezar haline getirildi. AB de insanları caydırmak ve gelmelerini engellemek için yıllardır dış sınırlarını askerileştiriyor. İnsanları AB’den uzak tutmak için Erdoğan rejimi gibi otokrasilerle iş birliği yapıyor ya da Libya’da olduğu gibi milislerden oluşan sahil güvenlik güçleri kuruyor. Bir şeylerin değişmesi gerekiyor, ancak burada önerilen şey, uğruna büyük mücadeleler verilen temel hak ve özgürlüklere yönelik bir saldırıdır. Yanlış sistemi devam ettirmektedir. Mültecilerin hakları bugün bu şekilde saldırıya uğrarsa, bunun yarın bizi de vurmayacağına inanmamak gerekir.
Şimdiye kadar iltica yasasının sertleştirilmesini ve AB’nin dış sınırlarındaki geçişlerin kaldırılmasını AB üyesi ülkelerin sağcı partileri talep ediyordu. Almanya’da Sosyal Demokrat Parti (SPD) ve Yeşiller bu kararı onaylarken hangi gerekçeleri öne sürüyorlar?
Bize söyledikleri, AB’yi bir arada tutmak için bir anlaşmaya, ortak bir Avrupa sistemine ihtiyaç olduğu... Aslında, AB’yi bir arada tutmak istiyorsanız, temel hak ve özgürlüklere saldırmanız gerektiğini de söylemiş oluyorlar. Bu tamamen kabul edilemez bir yaklaşım ve AB’nin politikalarının ne kadar gerici olduğunu gösteriyor. İzolasyonu savunanlar sadece sağcı güçler değil. Aslında geri göndermeyi öngören Dublin Anlaşması ile birlikte, Almanya ve Akdeniz dışındaki diğer devletlerin kaçan insanlar için neredeyse hiçbir sorumluluk üstlenmediği ve bunu sadece gönüllü olarak yapabildiği bir sistem geliştirdiler. Tartışmanın özü şu: Ham maddelere ve pazarlara erişim konusunda kendilerinin de giderek daha güçlü çatışmalara dahil oldukları ve yaşamın doğal temellerini sarsan bir iklim felaketine yol açtıkları bir dünyanın, doğal olarak giderek daha fazla insanı göçe zorlayacağını biliyorlar. İşte bugün göçü durdurmayı sağlayacak tedbirler almak istedikleri yer burası. Bu sol güçler açısından kabul edilemez bir durumdur. Buna cevabımız sadece burada ve dünya çapında, bu adaletsiz politikaya ve dünya ekonomik düzenine karşı birlikte ayağa kalkmak ve kendimizi örgütlemek, kaçışın nedenleriyle mücadele etmek ve bunu yaparken ihtiyacı olan insanlara ulaşmak olabilir. Nefret ve ırkçılığa açıkça karşı çıkıyor ve uğruna mücadele edilen insan haklarına yönelik tüm saldırıları reddediyoruz.
Hangi ekonomik ve siyasi koşullar bu reforma yol açtı ve bu reform hangi sağcı gelişmeleri beraberinde getirmeye devam edecek?
Egemenler sağcı yöntemleri kullandığında, bu sağın zayıflamasına yol açmaz, tam tersi olur. Tarih bunu gösterdi. Bugün de göstermektedir. Siyasi gelişmeler giderek daha adaletsiz ve çatışmacı bir dünyaya işaret ediyor. Uluslararası çelişkiler artmaya devam ediyor ve AB buna daha da fazla izolasyonla karşılık vermek istiyor. Bu durumda insan hak ve özgürlüklerini savunmalıyız. AB göç nedenlerine katkıda bulunmaya devam ettiğinde sokaklara çıkmalıyız. Yunanistan, İtalya ya da İspanya gibi sınır ülkelerinin kendi sorunlarıyla baş başa bırakılmadığı, AB içinde de dayanışmaya dayalı bir göç sistemine ihtiyacımız var. Burada herkes kendi payına düşen sorumluluğu üstlenmelidir. Ve temelde, hiç kimsenin göç etmeye zorlanmadığı, herkesin özgürce hareket edebildiği bir dünya için mücadele etmeye devam etmeliyiz.
Entegrasyon tedbirlerinin ilk andan itibaren başlaması gerektiği ve AB’nin “verimli toprakları” sağ popülistler tarafından demagojik bir şekilde istismar edilerek mültecilerle ile yerli halklar karşı karşıya getirmek için kullanıldığı da açıktır. Somut olarak, örneğin herkes için uygun fiyatlı konutlar için mücadele eden, ihtiyaç sahibi insanların ücretlerini düşürmek için istismar edilmesine izin vermeyen güçlü sendikalara ve zorluklara hazır, iyi donanımlı bir eğitim sistemine ihtiyacımız var.
Reformun hayata geçmemesi için ne olması gerekiyor?
Şimdi Avrupa Konseyinin Avrupa Parlamentosu ile müzakere etme zamanı. Yeşiller ve Sosyal Demokratların iddia ettiğinin aksine, oradaki teklifler Konseyin pozisyonundan çok uzak değil. Ancak Avrupa Parlamentosunda bir değişikliği sağlayabilmek için önümüzdeki aylarda daha fazla baskı yapmamız gerekecek.
Bu saldırının toplumdaki en zayıf ve en savunmasız kesimi vurduğunun her zaman bilincinde olarak, masadaki tekliflere karşı geniş kitleleri örgütlemeye çalışmalıyız. Bireysel hakların ortadan kaldırılmasının başka alanlarda da tehdit oluşturduğunun farkında olmalıyız. İltica yasasının bu şekilde sertleştirilmesine karşı sokaklara dökülmek günün görevidir; sol tarafından Yeşiller ve Sosyal Demokratlar üzerine yapılacak baskı şu anda özellikle önemlidir.
Almanca yapılan söyleşiyi Türkçeye çeviren: Semra Çelik