17 Haziran 2023 05:46
/
Güncelleme: 18 Haziran 2023 09:55

Dr. Osman Kocaaga: Kılıçdaroğlu "onurlu çıkış" arıyor

CHP’de yaşananlar, seçim sonuçlarının doğru okunmadığını gösteriyor. Ancak bu kez, önceki dönemlerden farklı olarak kamuoyu baskısı yoğun biçimde genel merkeze yöneltilmiş durumda.

Dr. Osman Kocaaga: Kılıçdaroğlu "onurlu çıkış" arıyor

Fotoğraf, Osman Kocaaga'nın arşivinden alınmıştır.

Serpil İLGÜN

CHP’de seçim yenilgisinin ardından “değişim” sloganıyla başlayan muhasebe süreci, parti içi çekişmelerin yoğunlaşmasıyla birlikte geçtiğimiz hafta siyaset gündemini domine etti. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun kendisini sorumluluktan azade tutarak istifa etmemesi, yeni MYK ile birlikte örgütleri daha fazla uhdesine alması, dahası “Türkiye’nin son seçimi” olarak etiketlenen 14 Mayıs seçimi için “kaybettik ama durum çok da kötü değil” demesi tepkileri yükseltmekle kalmadı, klik çatışmalarını da harlamış oldu.

CHP’nin eski başkanlardan “özgül ağırlıkları” olan akil insanlarına, siyaset bilimcilerden “Kılıçdaroğlu istifa etmelidir” diyen gazetecilere ve elbette iktidar cephesinin de CHP’yi itibarsızlaştırmak, muhalefet cephesini bölmek çabası çerçevesinde dahil olduğu tartışmalar, öyle görünüyor ki kurultaya kadar devam edecek.

Cumartesi Söyleşisinde bu hafta, üzerinde çokça spekülasyon, kulis üretilen CHP’deki durumu, değişim sloganının neden aktörlerin, vitrinin değişmesinin ötesine geçmediğini ele almak istedik ve doktorasını CHP üzerine yapan Araştırma Görevlisi Dr. Osman Kocaaga’ya başvurduk. “CHP’de Milletvekilliği Adaylığı Mücadeleleri: Parti İçi Demokrasi ve Lider Oligarşisi Tartışmalarının Eleştirel Bir Analizi” kitabının yazarı Kocaaga, şu sıralar TÜBİTAK bursuyla gittiği İngiltere Sussex Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümünde, AKP parlamenter elitleri üzerine doktora sonrası araştırmasını yürütüyor.

CHP’yi konuşmaya başlamadan önce, CHP’de ve genel olarak muhalefette çeşitli düzeylerde muhasebelere, alt üst oluşlara yol açan seçim sonucuna ilişkin değerlendirmenizi alarak başlayalım. Siz de yanılanlardan mısınız!?

Evet, ben de yanıldım. Kamuoyu araştırmalarının etkisi, Kılıçdaroğlu’nun adaylık dayatmasının bu kadar ısrarlı bir hal alması, depremin ilk günlerindeki müdahale yetersizliğinden kaynaklanan tepkilerin değişikliklere yol açacağını düşünmek, ekonomik kriz gibi faktörler bana da seçimin muhalefet tarafından kazanılacağını düşündürdü.

Ancak sonuçlar, hiçbir şeyin düşündüğümüz gibi gitmediğini, Kılıçdaroğlu’nun helalleşme söyleminin işe yaramadığını (Yeniden Refah’ın yükselişini düşünün), asla bir araya gelmeyecek grupları birleştirme ve aldığı inisiyatiften çok, Erdoğan karşıtlığı üzerinden daha spontane, daha kendiliğindenci bir reaksiyonla oy verildiğini gördük.

Bir de tabii bir türlü toplumsallaşamayan, kitleselleşemeyen ve bölgesel teritoryal sınırları aşamayan bir muhalefet blokunu görüyoruz. Bu blok karşı bloku, özellikle AKP’nin topluma nüfuz edebilen o kılcallığını alt etmede başarılı olamıyor maalesef.

CHP’de seçim sonrası “değişim” sloganıyla başlayan tartışmalarda “topluma nasıl nüfuz ederiz”in değil, aktörlerin değişmesi talebinin öne çıkmasına bakınca, parti elitlerinin ve yönetimin değişim talebini nasıl ele aldığı konusunda ne söylersiniz? Zira, 2018’de ve aslında kaybedilmiş her seçim sonrası yaşanan parti içi çekişmelerde aktörler değişse de, vitrinin değişimiyle sınırlı tutulan “seçim muhasebeleri” görüntüsü değişmiyor.

Bu kez 2018’den ya da daha önceki dönemlerden farklı bir durumun olduğunu düşünüyorum. Çünkü, CHP tarihinde kamuoyu baskısı ilk kez bu kadar yoğun bir biçimde partinin politbürosu diyebileceğimiz genel merkeze yöneltilmiş durumda.

Değişimin nasıl ele alındığına gelince, yaşananlar seçim sonuçlarının doğru okunmadığını gösteriyor. Örneğin, Kılıçdaroğlu’nun kurultay sürecini başlatması öyle bir yansıtılıyor ki sanki Kılıçdaroğlu bunu yapmayabilir gibi bir algı yaratılıyor. Oysa yasa gereği kurultaylar iki yılda bir yapılır, maksimum bir yıl daha uzatılabilir ve Kılıçdaroğlu bu süreyi zaten kullandı.

Yine, oluşturulan yeni MYK’nın Kılıçdaroğlu’na yakın isimlerden oluşması da tepkileri yatıştırmadı. Aslında buradaki sorun etrafta MYK üyesi olabilecek insan sayısının sınırlılığı ve bu sadece CHP için söz konusu değil. Aynı kişilerin MYK üyeliğinde uzun süreler boyunca kendilerini yeniden var etmesi, Katz ve Mair’in kartel partileri çalışmasında ifade ettikleri, “parlamentodaki partinin (party in public office) üstünlüğü” tezinin Türkiye için hiçbir biçimde geçerli olmadığının da göstergesi. AKP’nin üst düzey yöneticileri de Milli Türk Talebe Birlikleri, Akıncılar gibi hareketlerden gelen ve siyasi hayatlarına 1970’lerde başlayan kişilerdi ve hala birçoğu bu görevdeler. Yani MYK üyesiyseniz ve uzun yıllar bu pozisyonu bir şekilde koruduysanız, bugün olduğu gibi yerinize MYK üyesi bulmakta zorlanırsınız. Kamuoyunun, açıklanan MYK’ya verdiği tepkiyi biraz da burada aramak gerektiğini düşünüyorum. Çalışmalarımda Ali Topuz örneğini çok kullandım. İnönü, Ecevit, Baykal dönemlerinin değişmeyen isimlerden biri olarak Topuz, 1958’de partiye girip 2011’de milletvekili olarak genel merkez pozisyonunu terk eden MYK üyelerinden biriydi. Bugün de partide genel merkez görevini uzun yıllardır sürdüren birçok isim var.

Günün sonunda Kılıçdaroğlu eleştirilere karşı, grup toplantısında kendisini genel başkanlığın dışına iterek, partinin sıradan bir neferi konumuna getirdi ve yenilenmenin önünü açacağını söyledi. Akşam saatlerinde de Özgür Özel’in adaylığını gördük.

O halde, “sorumluluktan kaçmam, ben de adayım” diyerek oyuna giren Özgür Özel’in, Kılıçdaroğlu’nun B planı olduğu, yani baskılara dayanamayıp koltuğu bırakması halinde partinin başına Özel’i getirmek istediği yorumlarına katılıyorsunuz?

Evet, öyle gözüküyor. Ancak Özel, “kazanacak takımda her pozisyonda oynarım” da dedi. Bu ifade, başka olası senaryolarda daha alt düzeyde dahi var olma isteğinin bir arayışı olarak okunabilir.

Görebildiğim kadarıyla, CHP seçmeninde, genel olarak muhalefet kamuoyunda da İmamoğlu’nun aday olması halinde seçimin kazanılacağına dair bir algı var. İmamoğlu genel başkanlığındaki CHP’nin ulaşamadığı merkez sağ seçmene ulaşıp, bir türlü kırılamayan yüzde 25’lik bloku kırabileceğine dair bir inanç var.

Kılıçdaroğlu’nun aldığı yüzde 48’lik oy salt çoğunluk etmediği için karşı taraftan oy alma ihtiyacı var. İmamoğlu’nun (iktisatçıların kullandığı anlamda) marjinal bakiyeyi getirecek oyu sağlayabileceğine inanılıyor. Ancak İmamoğlu’na siyasi yasak talebiyle yeni bir dava daha açılması, İmamoğlu’nu ve onu desteklemeyi düşünenlerin ellerini kollarını bağlıyor.

SEÇMEN KENDİSİYLE “HÜZÜN BİRLİĞİ” KURULDUĞUNU DÜŞÜNMÜYOR

Daha önce de seçimler kaybedildi, dış baskının bu kez daha fazla yaşanıyor olmasının sebebi ne?

Öncelikle büyük bir hayal kırıklığı yaşanması. İkincisi, hala tam sayıyı bilmiyoruz ama 60 bin bandında sandık verisinin gelmediği bir yönetim anlayışından bahsediyoruz. “Türkiye’nin en son seçimi” denilen seçim sonucunda bunların yaşanmasını insanlar kabul edemiyor.

CHP’nin helalleşme vurgusuyla, DEVA ve Gelecek partilerini kendi bünyesine alması, olağandan fazla milletvekili vermesi de kabullenilemiyor. Bunun da yenilgiye yol açan yanlış bir taktik olduğu ifade ediliyor.

Dördüncüsü, bunu söylemek acı ama özellikle Anadolu kentlerinde Kılıçdaroğlu’nun Aleviliğinin büyük bir sorun oluşturduğunu dile getiren bir tez var. Hatırlarsanız aday belirleme sürecinde de bu tartışılan bir konu olmuştu. Bu kesimler seçim yenilgisinden sonra haklı olduklarını, Kılıçdaroğlu yerine İmamoğlu’nun aday olması halinde sonucun farklı olacağını düşünüyorlar. CHP içindeki particiler arasında Alevilerin gözle görülür ağırlığına rağmen bu tepki seçmenden gelebiliyor.

Beşincisi, seçmenlerin mağlubiyetin tüm yönlerini derin bir şekilde yaşamalarına rağmen, CHP genel merkez yöneticilerinin kendileri üzerinden mevcut konumlarından kaynaklı “konforlarını” sürdürmesi de tepki topluyor. Kılıçdaroğlu’nun son grup toplantısında dile getirdiği, seçmenle “hüzün birliği-ortaklığı” söyleminin kamuoyu için geçerli olduğunu söylemek güç. Ve en önemli sorunlardan biri de bu.

İDEOLOJİ, AKTÖRLER NEZDİNDE ÖN PLANDA DEĞİL

CHP çalışmış bir akademisyen olarak, seçmeninin tepkisinin daha yoğunlaşması dışında, CHP’de yine aynı şeylerin yaşanıyor olmasındaki yapısal sorunlara dair tespitleriniz neler? Gazetemizin de yazarlarından Siyaset Bilimci Ayşen Uysal’la CHP’de 2018’deki seçim sonrası yaşanan parti içi mücadeleler üzerine yaptığımız söyleşide, “İdeolojisizlik partinin ideolojisi haline gelmiş durumda. Bu özel bir tercih” tespitini yapmıştı. Parti içindeki daha sol kanatlardan da gelen ideolojisizlik/siyasetsizlik meselesini siz nereye koyuyorsunuz?

Ayşen Hocamın tespiti gayet yerinde bir tespit, ben de aktörler nezdinde ideolojinin ön planda olmadığını düşünüyorum. Sürekli vurgulanan ve yöneticiler tarafından pek de itiraz edilmeyen “Kılıçdaroğlu Doktrininin” 10 yıldır bir yandan partiyi ulusalcı, daha devletçi, milliyetçi damarlardan arındırıp, diğer yandan muhafazakar sağ seçmenle barışmaya götürdüğü tavır, CHP’nin tarihsel kodlarına çok da uymayan bir tavır. Ama bakıyorsunuz seçmenin oy verme tercihlerinde de radikal bir değişiklik yok. Seçmenlerde de ideolojisiz bir yön var gibi. 14 Mayıs seçimleri üzerinden daha spesifik olarak bakınca seçmen nezdinde ideolojiden önce, AKP karşıtlığının çok daha fazla ön plana çıktığı bir durum varmış gibi geliyor bana.

CHP’nin son on yılda, “Anayasaya aykırı ama evet’ten mühürsüz oylar meselesine, Türkiye’nin bugününü şekillendiren kritik virajlarda aldığı pozisyonlara baktığımızda Erdoğan’a ya sessiz kaldığı, ya zımnen desteklediği, karşısında durulanların da arkasının gelmediğini görüyoruz. Dönem dönem yükselme eğilimine giren toplumsal muhalefeti sandığı işaret ederek soğurtması da eklendiğinde, “CHP neden bu pozisyonları alıyor” sorusunun yanıtı için nereye bakmalı?

CHP elitleri için, içinde bulundukları konumları korumak öncelikli oldu: “Biz tuttuğumuz yüzde 25’i sorunsuz koruyalım, konumlarımızı yeniden üretelim, parti alanı bir şekilde olduğu haliyle aynen devam etsin, suyu bulandırmayalım!” Çünkü suyu bulandırmak konumları sarsabilir. Pozisyonları korumanın yolu aynı oy oranlarını korumak, aynı yerlerden yeniden vekil seçilmek, yine MYK, PM üyesi olmak vs. Bir de sokağın olası sert bir devlet müdahalesinde sorun kaynağı olarak görülme tehlikesi var tabii.

ÖN SEÇİM YAPILSA HER ŞEY FARKLI OLUR TEZİ BİR MİT!

CHP’nin Batı Karadeniz’deki 9 il başkanı geçtiğimiz günlerde ortak açıklama yaparak, partideki seçme ve seçilme iradesinin genel merkezin tasarrufuna mahkûm edildiğini, il başkanlıklarının merkezin rutin işlerinin takip edildiği atıl örgütler haline dönüştürüldüğünü ve siyasetsizliğin bir siyaset hattı olarak yerleştirildiğini belirterek, ön seçime işaret ettiler. Bu türden açıklamalar değişim sloganın yönünü asıl sorunlara çevirme ve siyasetsizliğe müdahale girişimleri olarak okunabilir mi, ne dersiniz?

Çok radikal görülebilir ama üzerinde çalıştığım konular olması nedeniyle şunu vurgulamak isterim ki, bunlar sözde açıklamalar. Doktora tezimde de ön seçimlerin partinin milletvekili profilinde hiçbir değişiklik yaratmadığını ortaya koymuştum. Mücadele araçları, kullanılan yöntemler, stratejiler değişiyor ama seçilen kişiler aynı kişiler. Saha araştırması yaptığım Kırklareli’deki 1965-2015 arası durumu açıklayayım. Bu dönemde CHP’de milletvekili adayı gösterilen ve seçilenlerin neredeyse tamamı Kırklareli il başkanı, Babaeski ve Lüleburgaz ilçe başkanları. 50 yıllık süreçte hiçbir şey değişmiyor. Ve bu mesele sadece CHP’ye özgü de değil.

Yani mevcut haliyle CHP’de üyelere söz hakkı verilse sanki daha farklı bir şey çıkacakmış şeklindeki tespit bir “mit”. Kırklareli’de 2015 seçimlerinde aday adayı olanlardan biri Kırklarelili, Galatasaray Lisesi mezunu, hukuk okumuş, ABD’de avukatlık yapmış, İngilizce, Fransızca, Bulgarca bilen Üntaç Güner’di. Güner ön seçimlere girdi ve 11 bin oydan sadece 400 oy alarak sonuncu oldu. Karşısında kazanan kişi, ortaokul mezunu, fakat Güner’in kültürel sermayesini, politik sermayesiyle alt eden, il başkanlığı yapmış Vecdi Gündoğdu’ydu. Eğitimi yüceltip zeka ırkçılığı yapacak son kişiyim ancak bu durumu telefonla yaptığım mülakatlarda il başkanlarına tek tek sordum, ne dediler biliyor musunuz, “Üntaç Güner’i tanımıyoruz ama Vecdi Gündoğdu partinin çocuğu, tanıdığımız biri”. Yani “tanımadığınız” insanların dünyanın en başarılı insanı da olsa ön seçime girdiğinde kazanabilmesinin imkanı neredeyse yok.

Dolayısıyla bana CHP’de yapılması gereken ilk şeylerden biri nedir diye soracak olursanız, ön seçimin kaldırılması derim.

POLİTİK SERMAYE DEVŞİRİLİYOR

Ön seçimin parti içi demokrasi açısından bu kadar merkeze konulması karşısında oldukça ters köşe bir şey söylüyorsunuz.

Evet, ön seçimin gerçekten bir değişim yaratmadığını ortaya koymak dört yılımı aldı. Kırklareli’deki manzara Türkiye geneli için de söz konusu. Saha araştırmasında görüştüğüm kişilere vekil seçilen biri için kullanılan “çok çalıştı” ifadesini açmalarını istedim. Verilen yanıt ne oluyordu biliyor musunuz, “Günde yedi düğüne gitti hocam!” İstanbul gibi büyük kentleri biraz dışarıda tutarak şunu söyleyebilirim, ön seçimde üyeler neye bakıyor biliyor musunuz, “benim düğünüme, cenazeme geldi mi, dükkan açılışı yaptım, geldi mi?​” Buna bakıyorlar.

Partinin önde gelenlerinin, belediye başkanlarının vs. üyelere seçilecek adayı işaret etmesi, adayın arkasında durmalarının da etkisi yok mu?

Elbette var, anahtar liste. Seçilecek olanı tanıyor olmak, politik sermaye inanılmaz devşiriliyor. Bunun üzerine “benim düğünüme geldi” ekleniyor. O düğüne milletvekili, ilçe, il başkanı titriyle gitmek o parti üyesini onore ediyor. Böylece giderek bir borç, bir yükümlülük süreci ortaya çıkıyor. Bu Bourdieu’nün bahsettiği sembolik şiddet ilişkisindeki “örtülü suç ortaklığının” ta kendisi!

İl başkanlarının ön seçim vurgusuna tekrar dönelim. İl başkanıyken yerel örgütteki ilişkilerini kullanarak ön seçimi savunabilir ama bakıyorsunuz, Ankara’ya milletvekili olarak gittiğinde “ön seçim yaptırmayalım, seçilemeyebilirim” diyebiliyor. Ki, 2011’de ön seçim kararı başlarda Parti Meclisi’nde 45 il için düşünülmüştü. Ancak seçilemeyeceklerini bilen vekiller ve diğer yöneticiler bu sayıyı 27’e kadar düşürdüler. Nerede ön seçim savunuculuğu?

Kılıçdaroğlu’nun katıldığı televizyon yayınında “seçimi kaybettik çünkü kırsal oy vermedi, çünkü TRT izliyor, üstüne de AKP 500 lira para verdi” sözlerini nasıl değerlendirdiniz?

Anlamlandırmak zor. AKP’nin tulum çıkardığı beş ili ele alalım. Antep, Maraş, Kayseri, Erzurum, Malatya kırsal mı?

CHP’DEKİ İKİ DOĞAL MÜTTEFİK: BELEDİYE BAŞKANLARI VE MYK

CHP’deki çekişmelerde, başkanlık yarışlarında belediye başkanlarının bir aktör olarak devreye girdiğini görüyoruz. Belediye başkanları partide nasıl bir rol oynuyor?

CHP, eğer belediyesi varsa o bölgede tamamen belediye başkanı tarafından domine edilmeye çalışılan bir parti. Çünkü, belediye başkanı klientalist ilişkileri kullanarak partinin delegeliğinden başlayıp, genel başkan seçimine kadar her alana dahil oluyor. Alana dahil olmaması, kendi geleceğini tehlikeye atma potansiyeli taşıdığı için güçlü rakiplerini saf dışı etmek zorunda. Milletvekili adaylığına başvuran yerel yöneticiler aynı zamanda belediye başkanlığına da başvuruyor. Özgür Özel dahi vekil seçilmeden önce Manisa Belediye Başkan adayıydı. Ne yapıyor, kendi kontrolünde, kendisine meydan okumayacak il başkanı, ilçe başkanı yaratmaya çalışıyor. İkincisi, belediye başkanları kurultay delegeliği mücadelesinin en güçlü aktörleri. Genel merkez, belediye başkanlarının bu gücünü bildiği için, ona göre davranıyor. Ancak, örneğin “36 belediye başkanı Kılıçdaroğlu ile görüşmek için Ankara’da” haberlerinde işin bu yönünün ele alındığını görmüyoruz. Neden her genel başkanlık krizinde bu kadar çok belediye başkanı lafını duyduğumuzun sorgulanmamasında olduğu gibi.

Bunun dışında CHP’de doğal iki müttefik var; genel merkez, özellikle MYK ve belediye başkanları. Bu müttefikler olabildiğince karşı karşıya gelmiyorlar.

Ancak İmamoğlu geliyor?

İstisnai oluyor. Sarıgül de geldi. Ancak Sarıgül öncesinde aynı zamanda vekildi. İmamoğlu ile Kılıçdaroğlu’nun karşı karşıya gelmesinde anlattığım CHP merkezine dönük kamuoyu baskısının artması, İmamoğlu’nun bir şekilde kamuoyu desteğini arkasına alabilmesi ve olası bir siyasi yasak tehlikesine CHP genel başkanlığı zırhıyla cevap verme isteği etkili. Herkes bir sonraki adımını hesap etmeye çalışıyor. Ancak tüm bunlar oluşturulurken hareket noktası değişmiyor, yani parti alanının yeniden üretimi ve buna dayalı olarak kendi konumlarını koruma çabası. Tam bir Spinozacı Conatus durumu! Parti kendini dışarıdan gelen müdahalelerden korumaya çalışıyor, aygıtın yeniden üretimi ile olağan zamanlardaki rahat görünümün tam tersi ve bu krizin asıl sebebi!

KILIÇDAROĞLU’NUN KASTETTİĞİ LİMAN KURULTAY

Bu gemiyi limana götüreceğim” diyen Kılıçdaroğlu’nun sözünü ettiği limanın kurultay mı, seçim mi olacağı üzerine çeşitli yorumlar var. Nasıl görüyorsunuz, CHP’deki fırtına ne zaman ve hangi halde diner?

Limana götürmekle bana kalırsa kurultayı kastetti. Kılıçdaroğlu’nun kendisi için “onurlu çıkış” arayışı var, kurultay sanki böyle olabilirmiş gibi geliyor. Söylediğim gibi Kılıçdaroğlu’nun baskılara direnemeyeceğini, kurultayda genel başkanlığı Özgür Özel’e bırakacağını düşünüyorum. Özgür Özel etrafında kenetlenmesi mümkün bir kurultay delegesi kompozisyonu varmış gibi görünüyor. Ama yine hatırlatayım, Özgür Özel “kazanacak takım” vurgusuyla potansiyel işbirliklerini de kapatmadı. İmamoğlu ne yapabilir bilmiyorum ama siyasi yasak tehlikesi bir sorun. Olası bir İmamoğlu liderliğinin durumu dindirebilecek güçlü bir potansiyeli var. Sonuç olarak bütün bunlar için kurultayı görmek zorundayız.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Yüzde 30 için sıkıyönetim

Yüzde 30 için sıkıyönetim

Antep’te devlet, patronların yüzde 30 zam dayatmasını kabul etmeyerek fiili greve çıkan işçilere karşı adeta sıkıyönetim ilan etti. Eylemler yasaklandı, grev çadırları yıkıldı, işçilere öncülük eden Sendika Başkanı gözaltına alındı, Demokrasi Meydanı işçilere kapatıldı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Başpınar işçilerinin Demokrasi Meydanı'nda yapacağı eylem polis engeline takıldı. BİRTEK-SEN Genel Başkanı gözaltına alınıp serbest bırakıldı.

Evrensel'i Takip Et