17 Şubat 2013 12:31

Burhan Günel'in ardından

Aygül Kılıç

Yağmurun uykuyu bölen sesiyle uyandı. Kalktı. Açtı gece penceresini. Yatağına aldı ıslak kokusunu yağmurun, acının ve özlemin. Koyun koyunalar şimdi rüzgârla. Bir adam vardı. Kuşları ağzıyla besleyen, çocukları çok seven. Sonra kadınları, insanları. Ülkesini ve dilini. Sahi kimdi bu adam? “En sonda söyleyeceklelerini, en başta söyleyenlerden biri, sözünü kimseden, gözünü budaktan esirgemezlerden.” (Çakalkaplan/BG) Kaldı mı böyleleri?
Elliye yakın eserlerinin tamamını okumuştu. Son bir haftadır elindeki kitaplarını yeniden okumaya başladı. Yüreğinin şıkıştığı anlarda başını kaldırıp gökyüzüne bakıyor. Ustasının, yazarının; yeleli, yeşil gözlerini duyumsuyor göklerce üzerinde. İçi birazda olsa serinliyor bu ıtır yeşili gözlerle.
Şöyle seslendiğini anımsıyor görünen ve görünmeyen bir yerlerden ustasının kendisine; “Munzuray: önce izle, sonra dinle, bırak soğusun ve yaz.” Öyle yapıyor o da günlerdir. İzliyor. Gecelerdir dinliyor. Yazılan, çizilen söylenen ve en çok da söylenmeyen her şeyi. Acıyı, özlemi, açık ve kapalı bir yarayı, yokluğu, varlığı, duyumsanan ve duyumsanmayan her şeyi. Ustasının ona öğrettiği gibi. Yine de “Soğumuyor be ustam” diye geçiriyor içinin derinlerinden.
Sonra birden “Durup Dururken”, “Uçurmasına renk aldı buluttan/Solup savruldu gül harmanında/ Saksıda büyüttüğüm bahar...” ustasının dizeleri bunlar. Açık kalan gece penceresinden süzülüp girdiler içeri. Yeniden açıp okuyor “Aşk Dedim Ona” (BG) adlı şiir kitabını. “Gidiyorum yalın ayak/ yalın yürek...” Günlerdir yaptığı anımsamalar ve okumalar yol gösterici olmaya başlamıştı şimdiden bunu görebiliyor, sezebiliyor.
Çocukları çok seven, kuşları ağzıyla besleyen  o adamın yürek kapılarını  “gerçek insana” sonuna kadar açık bıraktığını da biliyor. Çünkü o adam; bilginin paylaşılması gerektiğine inanıyordu. Gençlerin desteklenmesi gerektiğine, onlara inanılması gerektiğine inanıyordu. Genç ve özgür düşünceyi seviyor, önemsiyordu. Bu nedenledir ki çoklarının işletme gibi gördüğü sanat edebiyat çalışma atölyesi faaliyetlerini  tek kuruş karşılık beklemeden kendine görev bildi. Tek kuruş kazanmadan ardında sadece insan bırakmanın önemini bilenlerdendi o. Kirletilmiş bu dünyaya.  
“Çirkinlik bulaşıcı, lakin güzellik kalıcıdır” diyerek karşı durdu. Çalışkan, inançlı, yetenekli, yürekli, genç ve özgür yazın insanı görmekti niyeti. Bunu başardı. Salonun orta yerinde duran yarım boy aynanın karşısına geçti. Ustasını, yazarını düşünüyor. Kendisiyle beraber onu da görüyor aynada. Günlerdir yüzüne çöken gölge aydınlanmaya başladı.
“Yeniden merhaba diyebilmek için artık vedalaşabiliriz. “Beşinci Mevsim” de yeniden buluşmak üzere.” diyor ustasının aynadaki yüzüne. Ardından ekliyor.
“İyi ama nereden bulacağız bu beşinci mevsimi?​”
Ustası yanıtlıyor aynanın içinden.
“Kendimiz var edeceğiz. Yaşayarak, düşleyerek. Zaten bu amaçla bir araya geldik. Hayatı, dünyayı, ülkemizi, memleketimizi yeniden keşfedeceğiz. Memleket sevgimizle yaşama sevincimizi buluşturup beşinci mevsimi oluşturacağız. Ben size bildiklerimi öğretirken siz de bana yeniden çocuk olmanın gizlerini öğreteceksiniz....” (Beşinci Mevsim/BG)
Açıyor Munzuray beyazlar içinde  onurlu duruşunun fetedilmez kalesi, ustasının alnını. Gözlerinden öpüyor uğurlarken beşinci mevsime o çocuk adamı. Ustasıyla kalırken çocuk; acıları, özlemleri,  kavgası öğrencisiyle geliyor, kuşları ağzıyla besleyen o adamın Burhan Günel’in.

Evrensel'i Takip Et