18 Şubat 2013 05:53

50/d’li profesörler

Türkiye’deki üniversite sistemine ve bu sistem içindeki farklı istihdam yapılarına aşina olmayanlar açısından başlık son derece anlamsız gelebilir. Yazı boyunca anlam yüklemeye çalışacağız. 12 Eylül askeri darbesinin ürünü olarak ortaya çıkan orijinal YÖK yasası akademinin hiyerarşik yapısını keskinle

50/d’li profesörler
Paylaş
Prof. Dr. Hakan Mıhcı

Kamu kesimindeki bu genel dönüşüm eğiliminin üniversitelere yansıması araştırma görevlileri üzerinden gerçekleştirilmek istendi. Farklı bir anlatımla araştırma görevlileri üniversitedeki dönüşümün laboratuar deneyi olarak kullanılmak istendi. Tâbi oldukları yasaya ekleme yapılarak üniversiteye alınan yeni araştırma görevlileri yaygın olarak 50/d maddesiyle istihdam edilmeye başlandı. 50/d maddesinin öğretim elemanı yetiştirmeyi ve asistanlık sistemini felce uğratan üç önemli etkisi kısa sürede kendisini gösterecekti. İlk etki araştırma görevlilerinin üniversite kurumunun organik ve asal bileşenlerinden biri olan öğretim elemanları sınıflamasından ayrıştırılarak “burslu öğrenci” sınıflamasına sıkıştırılmasında gözlendi. Böylece asistanların 1980’li yıllarda araştırma görevliliği konumuyla yitirmeye başladıkları “meslektaşlık” özellikleri teyit edilmiş oluyor; öğretim elemanının gevşek unsurları olma şanslarını da büyük ölçüde yitiriyorlardı. Onlar artık bir meslektaş değil, olsa olsa başarılı oldukları sürece kendilerine burs sağlanan öğrencilerdir ve lisansüstü eğitimleri tamamlandığında üniversite ile olan iş ilişkileri bütünüyle kesilecektir. Dolayısıyla, akademik birimlerin aldıkları yönetsel ve akademik kararlarda fikirlerine danışılmaya gereksinim duyulmayacaktır. Çünkü onlar akademik birimlerde bu birimlerin “kol emeğine dayalı” işlerini geçici süreler için gerçekleştirmekte, kurumların geleceğinde yerleri bulunmamaktadır. İkinci etki aynı kurum içinde çalışan öğretim üyeleri üzerindedir. Öğretim üyeleri lisans ve/veya lisansüstü eğitimleri boyunca yetişmelerine ciddi katkı sundukları asistanları kendi kurumlarında istihdam edememektedirler. Verdikleri eğitim tanımı gereği yetersiz kabul edilmekte, farklı kurumlardan (tercihen A.B.D. ve İngiltere’deki üniversitelerden) alınan eğitimin/derecelerin mutlak anlamda daha yetkin olduğu varsayılmaktadır. Bu da fiyakalı bir (yabancı) sözcüğün arkasına sığınılarak gerekçelendirilmek istenmektedir: “İçten beslenme” (İngilizcesiyle “inbreeding”). İçten beslenme kelimesi kullanıldığında akan sular durmakta, asistan ne kadar yetkin ve kendisini geliştirmiş olursa olsun lisansüstü yaptığı kurumda öğretim üyesi olarak istihdam edilmeye devam etmesi olanaksız hale gelmektedir. Bu durum hem kurumların hem de kurumda çalışan öğretim üyelerinin kendilerine yönelik öz güvenlerinin ve yetkinliklerinin hiçe sayılmasını da beraberinde getirmektedir.

Üçüncü etki öğretim elemanlarının istihdam koşullarına öldürücü darbeler indirmektedir. Öğretim elemanlarının tam zamanlı, güvenceli ve sürekli bir iş tanımı ile istihdam edilemeyebileceklerinin ilk belirgin ve güçlü örneği 50/d maddesine göre istihdam edilen araştırma görevlilerinin deneyiminde ortaya çıkmaktadır. Yüksek lisans ve/veya Doktora derecesini alır almaz 50/d’li araştırma görevlilerinin işine son verilmektedir. Bu araştırma görevlilerinin akademik geleceği ise öğretim üyelerinin gündemine bile gelememektedir. Böylece araştırma görevlileri yalnızca belirli ve geçici süreler çerçevesinde üniversitelerde istihdam edilebilmekte, istihdam koşulları esnekleştirilmektedir. İşte yeni YÖK yasası halen büyük ölçüde yeni nesil araştırma görevlileri ile sınırlı olan sözleşmeye dayalı, güvencesiz ve esnek istihdam koşullarını bütün öğretim üyelerine yaygınlaştıracak maddeleri gündeme getirmektedir. Üniversiteye alınacak yeni öğretim elemanları sadece süreklilik özelliklerine sahip kadrolu yapıda değil, ağırlıklı olarak kısa aralıklarla tekrarlanan sözleşmelere dayalı yöntemlerle istihdam edileceklerdir. Ek olarak, sözleşmelerde belirlenecek ücret düzeyleri aynı unvana sahip öğretim üyeleri için farklılaşabilecektir. Akademik performans ücret düzeylerinin belirlenmesinde ve sözleşmelerin yenilenip yenilenmemesine karar verilmesinde temel belirleyici unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Sözleşmelerin öğretim üyeleri için iki yılda bir yenilenmesi öngörülmektedir. Asıl kritik olan nokta sözleşmelerin şimdiye kadarki uygulamalarda gözlendiğinin aksine yenilenme garantisinin bulunmamasıdır.

Böylece sadece öğretim görevlileri ve araştırma görevlileri değil, yardımcı doçentler, doçentler ve profesörlerin de rekabetçi işgücü piyasası koşullarında sosyal güvenceden yoksun olarak ve geleceklerinin belirsiz olduğu bir ortamda istihdam edilmelerinin önü açılacaktır. Bundan başka belirsizlik ve güvencesizlik koşullarında gelecekte belirlenecek reel ücret düzeylerinin de mevcut düzeylerin altında seyretmesini beklemek yanlış olmayacaktır. Ek olarak, öğretim üyeleri de tıpkı 50/d’li araştırma görevlileri gibi kendilerini çalıştıkları kurumun bir parçası olarak hissetmekte zorlanacak, akademik çalışmalarını toplumsal yarar hedefi doğrultusundan çok, bireysel çıkar güdüsüyle yürütmeye yöneleceklerdir. Eğitim-öğretim faaliyetleri ve akademik faaliyetler bireysel çıkarı ençoklaştırmanın ve istihdam edilmeyi sürdürmenin temel aracına dönüşecek, günü kurtarma gayreti uzun dönemli kapsamlı çalışmaların yerini alabilecektir. Biat kültürü yaygınlaşacak, üniversite üst yönetimi ve siyasi iktidara yakın duran bir akademik gelenek egemen hale gelecektir. Bu da ana akım akademik çalışmaların olduğundan daha geniş ölçüde benimsenmesine, sorgulayıcı, eleştirel çalışma alanlarının giderek önemini yitirmesine yol açabilecektir.

Kısacası, yeni YÖK yasası Türkiye’deki üniversite sisteminde gündeme getirdiği pek çok tartışmalı dönüşümün yanı sıra akademideki istihdam koşullarını güvenceden yoksun hale getirmesiyle doçentinden profesörüne kadar bütün öğretim üyelerini 50/d maddesiyle istihdam edilen araştırma görevlilerinin mevcut konumuna dönüştürmeyi öngörmektedir. Farklı bir anlatımla taslak bütün öğretim elemanlarını 50/d’li araştırma görevlileri gibi görmek ve bu doğrultuda istihdamlarını sağlamak istemektedir.

Öte yandan bu durum öğretim elemanları arasında işgücü tanımından kaynaklanan farklılıkların da büyük ölçüde ortadan kalkmasına yol açmakta, araştırma görevlisinden profesörüne kadar bütün öğretim elemanları benzer sorunlarla karşı karşıya kalmakta, sınıfsal konumları özdeşleşme eğilimine girmektedir. Bu nedenle yeni YÖK taslağı sadece araştırma görevlilerinin değil, profesörlerin de dâhil olduğu bütün öğretim elemanlarının ve hatta pek çok kamu çalışanının geleceğini olumsuz yönde etkileyecek köklü değişiklikleri içinde barındırmaktadır. Dolayısıyla, eğer taslağa karşı bir direnç odağı oluşturulmak isteniyorsa, bunun bütün öğretim elemanlarının birlikteliğinde ve emeğiyle geçinenlerin desteğinde gerçekleştirilmesinden başka yolu bulunmamaktadır. *

İktisat Bölümü Öğretim Üyesi, [email protected]


YENİ YÖK TASARISINI TARTIŞIYORUZ!

*  Hükümet ne amaçlıyor? *  Demokrasi ve özerklik açısından üniversitelerin durumu? *  Üniversitelerin piyasaya açılması ne anlama geliyor? *  Üniversitelerde gelişen tepkiler ve nasıl bir mücadele gerekiyor?

Sayfalarımızı üniversite bileşenlerine açıyoruz. 4 bin vuruşu geçmemek kaydıyla yazılarınızı [email protected] adresinden bize gönderebilirsiniz.

ÖNCEKİ HABER

Deri işçileri TİS’e hazır

SONRAKİ HABER

'Polisin elinden öldürme yetkisi alınsın'

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa