23 Haziran 2023 03:45

Yazar Gülşah Elikbank: En sert yüzleşmeler kendimizle olanlardır

Gülşah Elikbank "Delirmiş Evrenin Ortasında” isimli yeni kitabını anlattı.

Gülşah Elikbank (Fotoğraf: Kadir İncesu)

Paylaş

Kadir İNCESU

“Kurban olmayı reddeden bir kurban” Meryem’in dikiş tutmayan ilişkilerini sorgulamasıyla başlıyor Gülşah Elikbank’ın Destek Yayınları tarafından yayımlanan “Delirmiş Evrenin Ortasında” adlı novellası… Yaşadıkları travmalar nedeniyle düşün dünyalarında çokça gelgitler yaşayan Meryem ile Erdal’ın tanıştıktan sonra aralarında başlayan duygusal yakınlaşmayla bir nevi mutlulukla sınanmaları anlatılıyor.

Elikbank’ın “Delirmiş Evrenin Ortasında” adlı ‘kısa roman veya uzun öykü’ olarak tanımlanan novellasını okuduktan sonra aklımda onlarca soru ile kalakaldım; Meryem ve Erdal’ın anne babalarının geçmişlerini de merak ettim, Meryem’in Annişko dediği alzaymır olan anneannesinin ruhunda kopan fırtınaları da… Yeni kitabını anlatan Elikbank “En sert yüzleşmeler kendimizle olanlardır” diyor. 

Kişinin girmemek için direndiği kalıplara, başkalarını oturtmaya çalışması günümüz ilişkilerinin en temel sorunu mudur?

Oldukça etkili olduğu kesin. İnsan ilişkilerindeki en büyük problem, yanımızda geçmişimizi ve ondan gelen tecrübe ve ön yargılarımızı da taşımamız aslında. Belki de bu aşılabilir bir yük olabilirdi ama biz bu yükü tanıştığımız yeni kişinin üzerine yıkıveriyoruz birden. Onun yeni biri dolayısıyla başka biri olduğunu, geçmişimizde bize yanlış yapan insanlarla ya da bizi çok mutlu eden insanlarla aynı olmadığını bir türlü kavrayamıyoruz. Bu nedenle de ilişkiler hep bir bagaj problemi ile başlıyor. Karşımızdaki kişiyi kafamızda bir yere oturtuyoruz ama onun bundan pek haberi olmuyor. Sonrasında gelsin tartışmalar, gitsin kavgalar…

Meryem’in ilişkilerindeki davranışları nasıl bir gerçekliğe dikkat çekiyor?

Meryem oldukça travmatik bir çocukluğa sahip. Dolayısıyla sağlıklı düşünebilen ya da uygulayabilen bir birey değil aslında. Fakat bir şekilde hayatta kalmanın yolunu; hepimiz gibi buluyor ve sonrasında çocukken öğrendiği ilk kuralı uyguluyor: Hiçbir şeyi ve hiç kimseyi umursamıyor. Bu bir savunma mekanizması elbette. Sert bir kabuğu var ama en savunmasız anında o kabuk kırılıp parçalanıyor ve içinden yaralanmaya daha açık bir kadın daha doğrusu bir kız çocuğu çıkıyor. Bizimki gibi babalarıyla sorunlu ve eksik ilişkileri olan dahası cinsel travmaların yaygın olduğu bir coğrafyanın kadını Meryem; sağlıklı bir ilişkinin ne olduğuna dair bir tanım yok elinde bu sebeple. Onun kendi zihninde farklı gerçeklikleri ve kuralları var. Toplumla bir türlü uyuşamamasının, kendini aykırı hissetmesinin nedeni de biraz bu.

"BUGÜN VE YARINI AYNI ŞEY OLARAK GÖRÜYOR"

Geçmişin hüsranlarının savurduğu Meryem ile Erdal kendi gerçeklerinden sıyrılarak nasıl bir gelecek hayal ediyorlar?

Aslında bir gelecek hayal edemiyorlar. Onların sorunu da bu. Onlar için sadece bu an var. O kadar tutkulu hissetmelerinin ve önlerindeki tehlikeleri pek görememelerinin nedeni de bu. Bazen öyle birine rastlarsınız ki, onu kaybetmemek için tüm dünya gözünüzde yavaş yavaş silinir, geriye bir tek o ve siz kalırsınız. Onlar için de böyle. Bugün ve yarını aynı şey olarak görüyor ve ona göre davranıyorlar. Uzun zaman gelecekten tek dileği hızlı yaşayıp ölmek olan insanların mutlu bir geleceğin olasılığına inanması pek de kolay olmuyor haliyle. Mutluğun ne olduğunu ve nasıl elde tutulacağını bilmeyen insanların acemiliği var ikisinde de.

Yaşadıkları travmalara karşın Meryem ile Erdal’ın aradıkları ve birbirlerinde buldukları nedir?

İnsan yarası yarasına denk olanı sever, derler ya hani; bu biraz da böyle onlar için. İnsan bir diğerinin derdini belki dinleyebilir, empati kurup hissetmeyi de deneyebilir ama asla gerçek anlamıyla aynı acıyı duyumsayamaz; eğer ki kendisi de o acıdan geçmemişse… İşte onlar benzer acılardan geçip, aynı savunma mekanizmalarıyla bugüne ulaşmış iki kayıp birey. İki kaybın birbirlerini bulunca, dünyaya yeniden gelmiş hissetmeleri de son derece doğal. Akıl dışı olduğu kesin ama ikisi de akıllarının başında olmadığının son derece farkında.

Meryem’in, kalbiyle güvendiği Erdal’ın travmalarını iyileştirme isteği kendisini iyileştirme çabası olarak da değerlendirilebilir mi?

Bir önceki romanımda bir insanın yarası ancak başka bir insanın yarasını sardığında kapanır, yazmıştım. Sanıyorum Meryem ve Erdal’in hikayesi o cümlemin tam karşılığı. Asla iyileşemeyecek bir yaranız olduğunu düşünüyorsanız ve o kedere sahip bir başkasına rastladıysanız, onu o cendereden çıkarmak için her yolu denersiniz. Çünkü o çıkarsa bu sizin de çıkabileceğiniz anlamına gelir bir bakıma. İnsan bunu elbette bilinç düzeyinde, böyle ince hesaplarla yapmaz. İnsan zihninin bence en büyülü yanı da bu. İçeride bizden habersiz çalışan kurulu bir mekanizma var. Biz ona sahip olduğumuzu sanıyoruz ama en olmadık zamanlarda iplerin aslında onun elinde olduğunu fark ediyoruz.

"MERYEM BAŞKALARINA KARŞI KÖRLEŞİYOR"

Meryem iç dünyasını başarıyla saklayan, resimlerinde capcanlı bir hayat olan bir ressam… Erdal ile yaşadıkları sonrası, daha önce resimlerinde kullanmadığı bir rengi, simgesi olacak şekilde kullanması dikkat çekici.

Erdal ile yani bir benzeriyle karşılaşması, Meryem’in aynaya bakmasına neden oluyor bir bakıma. En sert yüzleşmeler kendimizle olanlardır. Meryem kendi acısını yıllarca içinde öyle büyütüyor ki, artık başkalarına karşı körleşiyor. İnsanlardan, hayattan nefret ederken aslında en çok kendinden nefret ettiğini fark ediyor. Kendine ihanet ettiğini, kendi acısını hep görmezden gelmeye çalışarak, en büyük kötülüğü de kendisine yaptığını görüyor. Capcanlı o resimlerle gizlediği içindeki ölü kız çocuğu oradan çıkıp ona iyi bir ders veriyor. Resmindeki ve dolayısıyla hayatı algılayışındaki bu keskin değişim, iyileşmenin başladığını işaret ediyor. Hani en dibi, en karanlığı görmeden aydınlık gelmez ya; bu da biraz öyle.

Yalnızca acılar mı olgunlaştırır insanı, mutlulukların hiç mi rolü yoktur?

Elbette var ama mutluluk sürdürülebilir bir duygu değil insan için. Sadece bir an ve gelip geçiyor. Oysa kederler, acılar derinde bir yere yerleşiyor ve nereye gitsek bizimle geliyor. Acıdan geçmeden insan büyüyemiyor gerçek anlamda. Fakat o acıya nasıl tepki verdiğiniz de önemli. Hayat başımıza gelenlerden çok, onlara tepki verme şeklimizle oluşur ne de olsa. Bu sebeple aynı ailede büyüyen ve benzer travmalara sahip iki kardeş, bambaşka bireylere dönüşür örneğin. Aynı acıya farklı reaksiyon göstermişlerdir çünkü. Meryem de sonunda bunu fark ediyor; başına gelenlere tepki verme şeklini değiştirme cesaretini gösteriyor. Kime en mutlu zamanını sorsak, bize koca hayatı boyunca belki iki-üç hatırasını sayar ama kederlerini sorsak; sohbetin sonu gelmez. Biraz da hayatın hüzünlü bir şey olduğunu kabul etmek gerekiyor. Biz o hüzünden bir neşe yaratabiliyor muyuz, bunun yolunu bulabiliyor muyuz, sanırım o çok önemli.

"HAYAT ONU İLK KEZ ÇALIŞMADIĞI YERDEN SINAVA TABİİ TUTUYOR"

Meryem ve Erdal için sıradan olmakla sıra dışı olmak arasındaki ince çizgiyi nasıl yorumlarsınız?

Herkes için sıradan olan şeyler, Meryem için hasret duyulan şeyler. Ama belki son derece hızlı bir gece hayatı, farklı erkeklerle yaşanan ilginç deneyimler başka bir kadın için sıra dışı iken; Meryem için çok olağan. Hiçbir anlamı yok. Anlamlarını kaybettiğinden bulmak için çabaladıkça daha da dibe vuruyor ve tamamen yitik bir kadına dönüşüyor. Erdal’la tam da bu sırada karşılaşması ona sarsıcı bir deneyim sunuyor. Bu kadar afallaması, savrulması da biraz bu yüzden. Hayat onu ilk kez çalışmadığı yerden sınava tutuyor. Erdal kendisinin bile tam idrak edemediği bir psikolojik sorunla boğuşuyor. Onun için dünyadaki her şey sıra dışı. Meryem ise onun algılayabildiği, kabul edebildiği en sıradan kadın; onda kaybettiği, hasret duyduğu şeyleri buluyor ve bir bütünleşme yaşanıyor böylece.

ÖNCEKİ HABER

Meslek örgütlerinden Kavala'yı hedef alan TRT dizisine tepki

SONRAKİ HABER

Faiz kararı: Piyasaya yumuşak, emekçiye sert!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa