Yeni Milli Eğitim Bakanı kabinede, laik eğitim nerede?
Eğitim Fakültesi öğrencileri olarak laik eğitime saldırıların hem eğitim hayatımıza etkisini yaşayacak hem de gelecekte onların uygulayıcısı olmak durumunda bırakılacağız.
Hasan
Elif
ODTÜ Eğitim Fakültesi
Geçtiğimiz hafta gerçekleşen kabine değişimiyle Hacı Bayram Veli Üniversitesi Rektörü Yusuf Tekin, Milli Eğitim Bakanı olarak atandı. Üstelik daha önce karma eğitimin zorunlu olmadığına dair söylemleriyle gündeme gelen Tekin’in rektör olarak görevlendirilmesi de sözleri kadar şaibeliydi. Yeni Milli Eğitim Bakanı’nı, müfredattan evrim konusunun kaldırılması ve zorunlu din dersleri sayılarının artması, manevi danışman olarak adlandırılan din temsilcilerinin okullarda yer alması gibi uygulamaların devamı, daha doğrusu bu uygulamaların daha ileriden uygulanacağı bir gelecek olarak okumak mümkün. Eğitim Fakültesi öğrencileri olarak hem bu gelişmelerin eğitim hayatımıza etkisini yaşayacak hem de gelecekte onların uygulayıcısı olmak durumunda bırakılacağız. Bu sebeple sıra arkadaşlarımızla bu konular hakkında konuştuk.
EĞİTİM FAKÜLTESİ ÖĞRENCİLERİ TEPKİLİ
İlk olarak Bakan Tekin’in söylemine dair Okul Öncesi Öğretmenliği Bölümü 1. sınıf öğrencisi bir arkadaşımız toplumsal yaşamda beraber yaşaması gereken kadın ve erkeği birbirinden ayırmanın ve ötekileştirmenin, bir araya gelmeleri gerektiği zamanlarda çatışma yaratabilecek bir uygulama olduğuna değindi. İngilizce öğretmenliği öğrencisi Baran ise iktidar çevrelerince karma eğitimin tartışmaya açılmasının sebebinin hükümetin toplumun ahlakının bozulacağı yönündeki söylemleri olduğunu ifade ederek “Tam tersine kadın ve erkeğin sosyalleşebileceği alanların baskılanmasının toplumsal sorunlara neden olabileceğini düşünüyorum” dedi. Manevi danışmanların yurtlardaki varlığı ve okullara atanmasına dair düşüncelerini “Eğer öğrenciler bunu talep ediyorsa, okullarda değil de camilere giderek imamlara danışabilirler. İmam bir din temsilcisidir ve bir okulda farklı dinlerden birçok insan olabilir, bu diğerlerinin iradelerini yok saymaktır” şeklinde açıkladı. Okul öncesi öğretmenliğinden bir arkadaşımızsa bu sözlere katılırken “Bu uygulama tüm inançlar için sağlanıyor olsa bile okullarda yürütülmesi yanlış olurdu” diye ekledi. “O yaşlardaki çocuklar benliklerini şekillendirmeye çalışıyorlar ve zaten çok fazla dış etkene maruz kalıyorlar. Bu yüzden manevi danışmanların müdahalesini öğrencilerin gelişimi açısından zararlı buluyorum” ifadelerini kullandı.
İngilizce öğretmenliğinden bir başka arkadaşımız, “Okullar henüz temel ihtiyaçları karşılamada eksik kalıyorken böyle bir uygulamaya kaynak ayrılmasını doğru bulmuyorum” tepkisini gösterdi. Aynı soruyu yönelttiğimiz bir kimya öğretmenliği öğrencisi “Laik eğitimin günümüzde çok da uygulandığını düşünmüyorum. Manevi danışmanlık uygulaması da laik eğitimin karşısında atılan daha büyük bir adım gibi” diyerek dini baskının bir psikolojik şiddet biçimi olduğuna değindi ve bu baskının yol açtığı intihar vakalarını örnek gösterdi. Manevi danışmanlığın yurtlara atanmasına tepki olarak “KYK yurtlarında zaten kadın-erkek arasında bir eşitsizlik durumu mevcut. Giriş çıkış saatleri kadın yurtlarında daha sıkı ve özel hayata müdahale daha yaygın.’’ ifadeleriyle kadınlar üzerindeki dini baskının daha da artacağını vurguladı.
Peki, eğitimin bu denli bir kuşatma altına alındığı bir dönemde bizler laik eğitim talebimiz için ne yapmalıyız? Yeni Milli Eğitim Bakanı’nın bu politikalarının devamını getirmesini mi bekleyelim, yoksa çözüm bu politikalar karşısında laik ve bilimsel eğitim mücadelemizde birleşmekte mi?