Bu memleketin kirini, pasını ne yapacağız?
Saklı bir dünyası vardı Gül’ün. Kendisine kimsenin iş buyurmadığı, emir vermediği, sorgulamadığı, hor görmediği, geçim kaygısının da olmadığı bir dünya özlemi saklıydı yüreğinde.
Fotoğraf: Freepik
Gebze’den bir işçi
Bizim Gül anlatmıştı, anlattıklarına geçmeden önce; açık söylemek gerekirse benim elime hiç yakışmaz toz bezi, üstelik uygun da düşmez. Benim işim mi, evin camlarını silmek, yerleri süpürmek, toz almak, çamaşır-bulaşık yıkamak, yemek yapmak, ha bir de ütü, çarşı-pazar yeter yahu yazarken yoruldum, bu işlerin bir kısmını ben yapacaksam yahu ben o zaman niye evlendim! Bekarken anam hepsini yapıyordu, üstelik de hiç sızlanmazdı. Hadi diyelim evin camlarını siliyorum, ya beni biri görse eyvah eyvah. Toz bezi yakışmaz benim elime. Belki bizim Emre’nin eline yakışıyordur onu da Ece’ye sormak lazım.
Neyse Gül diyordum. Bizim Gül, kırkına merdiven dayamış iki çocuk annesi... Kızı Gül’e benziyor, 7 yaşında sesi pek çıkmıyor, memleketin kadınları gibi. Eşi Gebze’nin büyük bir metal fabrikasında vardiyalı çalışıyor. Ama ne çalışma! Neredeyse her gün 16 saat, bu bayramda da fabrika çalışacak. Gül’ün eşi parayı da pek sevmez, üstelik paranın saltanatına karşı ama hayat işte. Direngendir Gül’ün eşi, kolay kolay yılmaz ama uzun çalışma saatleri yoruyor insanı, üstüne bir de hasretlik!
"CAMLARDA LEKE, ÇİZİK OLMAYACAK"
Kendi evinin temizliği dışında gündelik ev temizliğine de gidiyor Gül. Gidilen evin temizliği ev sahibinin direktif vermesiyle başlar. “Önce camlardan başla temizliğe, şu kovaya deterjanlı su, diğer kovaya durulama suyunu hazırla, dikkat et bezler karışmasın, camlarda leke çizik istemem ona göre…” Becerikli ve titiz olan gündelikçi emekçi kadın değil, onu yöneten, emir veren ev sahibidir! Temizlik sırasında deterjan ve çamaşır suyunun karışımının keskin kokusu evin her tarafına yayılır. Bu koku bizim Gül’ün ellerine öylesine sinmiştir ki, kendi teninin kokusunu bile hissetmez. Ev temizliğine giden gündelikçi emekçi kadınlar için kova ve bez en vazgeçilmez ikilidir. Aman ha o bezler de hiç karışmayacak!
Temizliğe gidilen evin hanımı o bezleri hiç eline almamış olsa da temizliğin inceliklerini en iyi o bilir! Evin hanımının kesin talimatıdır, “Camlarda leke, çizik olmayacak!” Bir evin temizliğini camlar gösterir. Ev sahibinin ne kadar titiz olduğunun göstergesidir camların temizliği. Bir de ocağın üzerinde sürekli duran çaydanlıkta yağ lekesinin olup olmadığı kabul günlerinde evin hanımının temizlikten geçer not alıp-almamasının göstergesidir. Bu yüzden evin hanımı Gül’e sürekli hatırlatır, “Camlar önemli, lekesiz ve çiziksiz olacak, ha çaydanlığı unutma. Bak beğenmezsem keserim yevmiyenden!” Ardından temizlik talimatlarını bir nutuk atar gibi sıralar evin hanımı. Evin hanımı sürekli Gül’e hatırlatır, “Dikkat et, toz alırken bir şey kırılıp, dökülmesin hepsi kıymetli eşyalardır.” Oysa yıllardır temizlik için gittiği evlerde kırılan Gül’ün onurudur...
DÜZENLİ GİTTİĞİ EVLERİ SEVER
Hemen işe koyuldu, camları bitirince oturma odasını süpürmeye başladı. Belindeki ağrıya rağmen koca koca iki kanepeyi çekip altını süpürüp, silip tekrar yerlerine yerleştirdi. Koltukları sildiği an sırtındaki tere rağmen susuzluktan dili, damağına yapışmak üzereydi. Terden giysileri ıslanırken yüzü alev gibi yanıyordu, halıyı silerken. Saatli çalıştığı için evin işlerini vaktinde bitirmek istiyordu. O yüzden hiç ara vermeden çalışıyordu. Zaten ev sahibi “Gel bir şeyler ye” derse ancak o zaman ara verirdi. Var gücüyle fayansların aralarını beyazlatmaya çalışırken, ter burnundan damlıyordu. Sırada daha banyo vardı. Ev sahibi yaptığı işi beğenirse, buraya haftada bir kez düzenli gelecekti. Düzenli gittiği evleri seviyordu. Çünkü yapacağı işte, alacağı para da belli olurdu. Bazısı ayda bir kez çağırır, genel temizlik yaptırırdı. İşte o zaman çok yorulur eve de geç dönerdi. Çoğu zaman kızını uyumuş bulurdu ve içi sızım sızım sızlardı. Tüm bu kaygılarla bütün gücünü verip, küveti ovmaya başladı. Kireç çözücü, çamaşır suyu derken nefes almakta zorlanıyordu. Ev temizliğini bitirince evin hanımı zarfın içinde parasını verirken, “Haftaya yine aynı gün, aynı saatte gelirsin” dedi. Sevindi Gül. Akşam otobüse binip evine gelince çocuklarını bir güzel yıkadı. Ardından kendisi de yıkandı. Çalışırken homurdanan ve adeta banyoda bir ileri, bir geri yapan çamaşır makinesine kirlileri attı. Eşi fazla mesaiden gelmemişti daha. Dünden kalan yemekleri hazırlayıp, çocuklarıyla birlikte yediler. Halıda gofret kırıntılarını fark edince, mutfağı ve oturdukları odayı süpürdü. Elindeki bezle sağı solu sildi. Çamaşırları serip, içeri girdiğinde televizyon karşısında uyuyakalan çocuklarının üstünü örttü. Yorgunluktan ayakta duramıyordu. Yarın yine ev temizliğine gidecekti...
Saklı bir dünyası vardı Gül’ün. Kendisine kimsenin iş buyurmadığı, emir vermediği, sorgulamadığı, hor görmediği, geçim kaygısının da olmadığı bir dünya özlemi saklıydı yüreğinde. Uykuya dalmadan önce umutlarını bir kenara bırakıp, gözlerini yumdu. Tüm vücudu dayak yemiş gibi ağrıyordu, belinin ağrısından ne yöne yatacağını bilemedi. Uyuyakaldı. Şimdi Gül’e sormadan olmaz. Bu memleketin kirini, pasını ne yapacağız?
Not: “Bir ses, bir nefes Evrensel” gazetesine gönderilen bu mektup uydurulmuş bir hikaye değildir. Yakından tanıdığım ve tanıklık ettiğim bir emekçi ailesinin yaşamından bir bölüm yazmaya çalıştım. Mektup bitince Gül’ün eşini aradım, birkaç kez telefon çalmasına rağmen açılmadı. Ardından Gül’ü aradım. “Gazeteye bir mektup yazdım, göndermeden okumanız için size gönderiyorum bir bakarsınız, seninkini birkaç kez aradım açmadı, fabrikada yoğun demek ki” dedim. “Yok abi” dedi, “16 saat çalıştı, gelir gelmez yattı, sabah tekrar işe gidecek. Bayramda da çalışıyorlar…” Bir şey diyemedim! Bu arada eşim seslendi. “Sana kaç kere söylüyorum. Şu lavaboyu temiz kullan diye!” Şimdi fırça ve bezleri alıp hep birlikte temizlik yapma vakti… İyi bayramlar...