Eğer dünya buysa payımıza düşen…
Bu dünya, hayatın olduğu haline ayak uydurmak için paralanacağımız, biz ve yaşam arasında bir muharebe alanı değildir. Yani savaşın tarafları dünya ve insan değildir.
Evrensel
“Lahana, otomobil, veba mikrobu ve yıldız
hep hısım akrabayız.
Ve ey güneş gözlü sevgilim, “Cotigo, ergo sum” değil
bu haşmetli ailede varız da düşünebilmekteyiz...”
-Nazım Hikmet
Finalleri, karne notlarını kurtarma telaşının bittiği günlerdeyiz. Geride bıraktığımız dönemde üniversite dersliklerinde, lise sıralarında olma heyecanımızın, öğrenme arzumuzun, gelecekte kendimizi görmek istediğimiz meslek hayalinin etrafını çepeçevre saran koşulların getirdiği sayısız sorunla mücadele ettik.
Öğrenmek ve anlamak, kendimizi geliştirmek, üretmekten çok, okuyacak parayı ve zamanı bulmak için çabaladık, üniversiteye gidebilmek, nitelikli bir eğitim alabilmek için koşturduk evle iş, dershaneyle okul, stajla kampüs arasında. Hem de “Sonunda ne elde edeceğiz?” belirsizliğinin yüküyle.
DÜNYAYA HER GÜN YENİDEN BİÇİM VERİYORUZ
Oysa hayat akıp giderken arkasından yetişmek zorunda kalacağımız bir maraton değildir. Zira yarıştığımız şey, hayatın kendisi de değildir. Bu dünya “işte böyle” diyerek uzlaşmak zorunda kalacağımız, hayatın olduğu haline ayak uydurmak için paralanacağımız, biz ve yaşam arasında bir muharebe alanı değildir.
Yani savaşın tarafları dünya ve insan değildir. Bu kavrayış, eni sonu bizim için arabesk bir şarkı dinlemek gibidir. Acılarımızı belki bir ölçüde dile getirir, bir rahatlama hissine eriştirir, ama sorunun kendisi olmaktan uzaktır, onun abartılı, fanteziye dayalı bir yorumunu içerir. Bu pek tabii, dünyayı kavrama düzeyiyle ilgilidir. Önümüzde duran sorunlar yığının nedeni olarak dünyanın hali ve birkaç insan, sonucu da önümüzde duran sorunlar olarak görünüyorsa, onların aşılması için de bir yol, bir seçenek yokmuş gibi görünebilir. Dahası, bütün dünya, yalnızca kendi çabalarımızın bir ürünü, tek başımıza dünyayla sürdürdüğümüz bir kavgadan ibaretse, yenilmek neredeyse kaçınılmazdır. Zira bu bir dünya halinden ziyade, planlı sistematik, örgütlü adımların karşımıza koyduğu sorunların ve koşulların dünyasıdır. Belirsiz birkaç kişiden, dünyanın kendi başına halinden ziyade; hayatı örgütleyen toplumsal yapıyla, egemen güçlerle, toplumun örgütlü güçleri arasındaki gelişen mücadele seyrine bağlıdır.
Tarihin başlangıcından bu yana, en temelde iki sınıf arasında süregiden bir mücadeledir bu. Yaşamda kalmak için sürdürülen mücadele farklı görünümlere sahip ise, her dönemde, farklı ülkelerde, farklı iktidar yönetimlerinde başka özellikler ve gereklilere sahip ise, o zaman kuşkusuz savaştığımız şey; dünyanın olduğu hali değildir. “Bu dünya böyle” demek için, milyonlarca yıllık serüvenin içinden çekip çıkarılacak birkaç yıl, hiç de sağlam bir örnek, doğru bir akıl yürütme biçimi değildir. Dünyanın milyarlarca yıllık evriminin küçücük bir parçası olan insan için, onu keşfetme ve değiştirme çabası hatta buradan bakınca “yeni”dir. Ölçeği biraz küçültürsek, “Türkiye’de hiçbir şey değişmez” demek de hayatın kendisiyle bitkin bir yarışa girmeye benzer. Dünya için kısa bir zaman diliminde, koşullar ve ilişkileri anlamak ve ona müdahale etmek için sürdürülecek çabanın ürünlerini görmek ve arttırmak yerine, onları fantastik unsurlara dönüştüren, şu bahsettiğimiz arabesk şarkılar gibi.
“HEP O ŞARKI” DEĞİL İŞTE
Dolayısıyla mücadele; belirsiz, soyut bir dünyanın ve zamanın kendisiyle olmaktan çok, onlar tarafından koşullanan toplumsal sistemledir. Öyle ki toplumsal hiçbir sorunla, bütün diğer ilişkilerinden, bulunduğu dönemin koşullarından yalıtarak mücadele edilemez. O yalıtık olan “biçimsiz şey” bize kendisini onu tanıyabileceğimiz bir netlikte göstermez.
Bugün Türkiye projeksiyonumuzu netleştirmeyi kolaylaştırmak için önümüzde pek çok somut durum var. Seçim sürecinden bu yana bakalım. ÇEDES protokolü eğitimin baştan aşağı dini içerik ve müdahalelerle örgütlenmesinin bir ayağı olarak hayata geçiriliyor. ODTÜ’deki ve İstanbul’daki Onur Yürüyüşü’ne müdahale ediliyor. Ankara Üniversitesinin geleneksel İnek Bayramı’nın gerçekleştirilmesi engelleniyor, kampüse polis giriyor. Bunun yanında Ekonomi Bakanı krizin yükünü halkın üstleneceği acı reçeteyi “rasyonel politikalar” adıyla açıklıyor. Tam da bu noktada asgari ücret görüşmelerinden çıkacak olası sonucun yoksulluk sınırının altında olacağı tartışılıyor.
Tüm bunlardan çıkarılabilecek sonuç ise tek adam yönetiminin halk kesimlerinin çalışma ve yaşam koşullarını giderek ağırlaşan bir tabloya sürüklerken, karşısına çıkacak hak ve talepler mücadelelerin önünü kesmek adına elinden geleni ardına koymayacağıdır. Bunu yapabilmesinin koşulunu ise siyasi çıkarlarını aile ve din gibi söylemlerin arkasına sığınarak örgütlemekle, temel haklara yönelik saldırıları toplumun kutuplaştırılması yoluyla meşru hale getirmekle yaratmaktadır. Öte yandan bu koşul, gerçekleştirilecek her türlü eylem, protesto ve yan yana gelişin engelleneceği, bir parçası olanların şiddetle karşı karşıya kalacağı izleniminin yaygınlaştırılması yoluyla verilen göz dağında, tedirginlik ve korkunun büyütülmesiyle baştan bir yenilgi ve çaresizlik duygusunun örgütlenmesinde yatmaktadır, tek adam da tam olarak bunu yapmaktadır.
Oysa bu tabloyu tersine çevirmek mümkündür. Bilimsel ve nitelikli bir eğitime ihtiyaç duyulmayan ucuz iş gücü cennetinin emekçi ordusuna katıldığı, hayallerinin, özlemlerinin, arzularının hiçe sayıldığı, şiddeti ve sömürüyü her an harlayan cehennem kapılarının ardına kadar açıldığı, kazanılmış tüm haklarının gaspıyla tedirgin ve çıplak kaldığı bir geleceğin dayatılmasına son vermek mümkündür.
Bunun olanakları yaratmak için, neyin nasıl değiştirebilir olduğunu anlamamıza imkân tanıyacak olan, bulunduğumuz alanın örgütlü gücü haline gelmekle başlayabiliriz işe. Egemen sınıfın hayatlarımıza yönelik müdahalelerini birbirinden kopuk, yalıtılmış, dünyanın önümüze koyduğu sorunlar olmaktan çıkaracak olan, hedefli, istikrarlı birliklere ve onlara bir rota kazandıracak siyasal programa daha fazla sarılmaktan geçiyor. Böylesi bir süreci örgütlemek için tüm Türkiye gençliğinin buluşacağı 20. Gençlik Yaz Kampı ise en iyi olanaklardan biri. Çünkü birbirimizi daha iyi tanımak, taleplerimizi, onları kazanmak için atacağımız adımları, mücadele etmek için ihtiyacımız olan dünya görüşünü birlikte üretip birlikte eğleneceğimiz bir kamp olma iddiasını taşıyor. Türkiye gençliği bu iddiayı bir kez daha gerçekleştirmek için bir araya geliyor.