Bir Olay: Mehmet Şimşek'in bakanlığı | Bir Kavram: Politik Ekonomi
Kâr süreçlerini, değer ve rant kavramlarını, toplumsal sınıfları görmezden gelen ve ekonomiyi politikadan ayıran bir yaklaşım, birçok sıfatı hak edebilir ancak bunlardan biri bilimsellik değildir.
Fotoğraf: Pixabay
Bir olay: Mehmet Şimşek’in bakanlığı
Türkiye’de süregiden ekonomik krizin nedenlerine dair farklı yaklaşımlar, dolayısıyla çözüm önerilerini de farklılaştırıyor. AKP iktidarının uyguladığı politikalarla önemli bir sorumluluğunun olduğu mevcut ekonomik gidişat, burjuva muhalefet için gerçeğin sadece bu yönünün öne çıkarıldığı ve böylece esas meselenin görünmez kılındığı bir söyleme ve politikaya kaynaklık ediyor. Nitekim Türkiye’nin yaşadığı kriz temelde kapitalizmin aşırı üretim krizlerinden biridir.
Dolayısıyla ekonomideki gidişatın yalnızca AKP’nin “rasyonel” politikalar uygulamadığı, iktisat “bilimi”ne uymadığı için olduğu ve çözümün de bunların yapılmasında olduğu fikri epey etkili durumda. Seçimden sonra ekonomide güven ortamı yaratma yönünde izlenim vermeye çalışan tek adam iktidarı da ekonomiyi eski ekonomi bakanlarından Mehmet Şimşek’e devretti. Bu atama, ana akım medyada saraydan bağımsız ekonomi politikaları, iktisadi politikalarda rasyonelleşmeye dönüş vb. gibi manşetlerle anılırken ideolojik açıdan kimi muhalifler de bu adımı memnuniyet ve heyecanla karşıladı. Öte yandan büyük sermayenin temsilcilerinden TÜSİAD da Mehmet Şimşek’e destek açıklamasında bulundu. Ancak burada “iktisat biliminin evrensel geçerli kuralları” diye anılan ve muhalif kesimlerin, liberal çevrelerin beklentisini artıran şeyin esasında sermayenin çıkarlarını koruyan bir ekonomiyi tarif ettiği tartışılması gereken bir noktayı işaret ediyor.
Bir kavram: Politik ekonomi
Politik ekonomi ya da siyasal iktisat, toplumun ekonomik altyapısını ve politik üstyapısını birlikte ele alan bir yaklaşımdır. Politik ekonomi esas olarak ekonomi yönetimini, mali politikaları, bu politikaların çeşitli zümrelerle ilişkisini ele alır ve bu kavramları birbirleriyle ilişkisi içinde anlamaya çalışıyor. Dolayısıyla üretim sürecini, kurulan ilişkiler temelinde ele alır ve böylece toplumsal sınıfları, bunların hangi biçimlerde karşı karşıya geldiğini ve ekonomik-toplumsal çıkarlarını analizini merkezine alır.
ANA AKIM İKTİSADIN TARİHSEL KÖKENİ
Esasında bugün iktisat bilimi diye anılan ekol, 1800’lerin sonu ve 1900’lerin başında ortaya çıkmıştır. Öncesinde zaten ekonominin toplumsal sınıflardan ve politik alandan ayrı değerlendirilebileceği fikri ortada dahi yoktu. Farklı yaklaşımlar olsa da o dönemin hâkim ekonomi anlayışı politik ekonomi olarak adlandırılıyordu.
Ancak bu tarihlerde kapitalizmin tekelci aşamaya geçişi, tarihsel olarak tam bir çürüme evresine girmesi demekti. Ağır bir siyasal gericilik dönemine işaret eden tekelci kapitalizm, bilim ve ideoloji alanında en gerici, en bilim dışı düşünce ve yöntemleri egemen kıldı. Nitekim eski burjuva iktisatçıları -Riccardo, Smith vd.- dahi toplumsal sınıflar ve onların ilişkilerinin belirleyici olmadığı bir iktisadı yaklaşım geliştirmeyi akıl edememişlerdi!
“İktisat bilimi” diye anılan yaklaşım bu tarihsel koşullarda doğdu. Artık ana akım veya neo-klasik iktisat diye anılan bu yaklaşım, ekonomiyi başta politika ve diğer toplumsal alanlardan ayırarak yalıtık bir biçimde ele almanın “bilimi”dir. Toplumun maddi yapısını ve ilişkilerini analiz etmek yerine, soyut kategorilerle çalışır. Örneğin ekonomik süreçleri açıklamada, gerçek toplumsal sınıflar ve onların çıkarlarını değil, soyut insan davranışlarını ele alır ve ekonomiyi bu soyut insan kategorisi üzerinden açıklar. Kapitalizmin işleyiş yasaları ve mantığını da evrensel, tarih-üstü olarak ele alır ve örneğin ortada kapitalizmin yarattığı bir ekonomik sorun varsa çözümü son derece teknik ve karmaşık gibi gözüken ve hep birbiriyle çelişen açıklamalarda arar. Örneğin iktisat bilimcilerinin, kriz dönemlerine ilişkin tartışmaları daima enflasyon ve faiz oranlarının ilişkisine, bunların dengesinin işsizliğe etkisine yönelik olarak gerçekleşir. Hiçbir zaman, ihtiyaca yönelik bir ekonomik planlama ile faizsiz, işsizliğin olmadığı bir ekonomik planlama üzerinde durulmaz. Zira bu liberallere göre “imkânsızdır” ve “ekonomiyi durduracaktır”. Burjuvazinin kâr etme araçlarını ortadan kaldırmamak için toplumun lehine devrimci çözümlerden ziyade, bunlar arasında denge gözeten harıl harıl beyhude bir arayış başlar
Bu eğilim, toplumsal süreçlerin de kendinden menkul yasalarla ortaya çıktığını ve insanın özne olarak bunlara etkisini sınırlı varsayan burjuva bir anlayışa sahiptir. Oysa iktisat, insanların tarihsel eylemlerinin ta kendisidir. Kâr süreçlerini, değer ve rant kavramlarını, toplumsal sınıfları görmezden gelen ve ekonomiyi politikadan ayıran bir yaklaşım, birçok sıfatı hak edebilir ancak bunlardan biri bilimsellik değildir. Nitekim burjuva iktisat, gerçeğin spekülasyonu demektir.
GERÇEĞİN BİLİMSEL AÇIKLANMASI: POLİTİK EKONOMİ
Politik ekonomi ise, kendinden sonra gelen ana akım iktisadın bilinçli olarak görünmez kıldığı süreç ve ilişkilerin analizine dayanır. Özellikle Marx’ın artı-değerin üretimi ve sınıf sömürüsünün sermaye ilişkisinin kaçınılmaz bir parçası olduğuna dair keşfi iktisadi alanda büyük bir keşifti. Ne var ki, bu bulgular burjuva iktisadının çıkarlarını yansıtmadığından göz ardı edildi ya da tutarsızca ve kaçakça çürütülmeye çalışıldı.
“Maddi üretimdeki, gerçek toplumsal yaşam sürecindeki -çünkü üretim süreci budur-” ilişkilerin ve kararların politik olmaması, bu kararların egemen sınıfların birbirlerinin çıkarlarına karşı aldığı kararlar olduğu ve hatta burjuvazinin de zümreleri arasındaki çatışmalara bağlı olarak şekillendiği aşikardır. Yaşamın kendisini yansıtan böyle bir süreç, toplumun sınıflara bölünmüşlüğünden ve dolayısıyla bu sınıfların çıkarlarından ayrı değerlendirilemez. İktisatçılar, ekonomik krize karşın faiz artırmanın doğru olacağını öne sürerken farkında olarak ya da olmayarak aslında bunu para yoluyla para kazanan finans çevrelerinin çıkarlarına dayalı olarak öne sürerler.
Politik ekonomide, burjuva iktisatçılarının öne sürdüğü gibi evrensel doğrular ya da evrensel yanlışlar söz konusu değildir. Bu politikalar, sınıfların gelişmişliğinin ve sınıfsal mücadelenin o günkü koşullarının yön verdiği toplumsal ilişkilerce belirlenir. Bu kararlar, egemen sınıfların çıkarlarına olacak, burjuvazinin yön verdiği iktisat bilimindeki ideologlar da bu çıkarların sözcülüğünü yapacaklardır. Bu bakımdan, halkçı ekonomi politikaları için o ya da bu bakanın, o ya da bu iktisat ekolünü benimsemesini beklemek hayalcilikten ibaret kalacaktır. Kapitalizmin, egemen sınıfın politik ekonomilerinin kaçınılmaz olarak yol açtığı ve açacağı sorunlar için “doğru” faiz oranını bulmak yerine, sömürü ekonomisinin ortadan kaldırıldığı ve üretimin üretenler tarafından üretenler için planlandığı bir dünya için mücadele şarttır. Bu mücadelenin de öznesi, ancak işçi sınıfı olabilir.