Oysa biz insanız, taş olma olanağını çoktan yitirdik
Hüseyin Cevahir’in mücadelesini, düş dünyasını, edebiyata ilgisini ve genel olarak rengarenk kişiliğini perdeye yansıtıyor “Aşkla Sana.”
Görsel: Pixabay
Gizem SERT
Boğaziçi Üniversitesi
“senin
böyle diri bir akarsu gibi kıvrılan gövdendir
bizim aşkımızı solduranların korkusu
çünki elbette bir su
kendi akacağı toprağın sertliğini bilir
ve suyun gövdesiyle yırtılınca toprak
artık ırmak mı ne denir
işte devrim
ona benzer bir akışın hızına denir”*
Parası suyunu çeken, meziyetlerin hepsini içinde toplayan, çocukluğundan itibaren 38’in anlatısıyla büyüyen biri olduğunu anlatıyorlar Hüseyin Cevahir’in. Günlerin geçmesini istemediğine göre yaşamından hep umutlu olan, kesip biçmek, doktor olmak istemeyen, tüm çektikleri bir dilim ekmek için olan, babasının çatık kaşlarını seven, soğan kokan köy evini özleyen ve de toplum yasalarına, toplum düzenine Don Kişot’ça olsa bile bir tepkide bulunmak isteyen biri Hüseyin Cevahir.
Türkiye’de tüm gençliği derinden etkileyen ve ülkenin dört bir yanında yankı bulan 68 hareketinin devrimci önderlerinden Dersimli Hüseyin Cevahir’in mücadelesini, ailesine yazdığı mektuplarını, hayata tutunma çabasını, düş dünyasını, edebiyata ilgisini ve genel olarak çok yönlü, rengarenk kişiliğini perdeye yansıtıyor “Aşkla Sana”. Cevahir’in yeğeni, eniştesi, kızkardeşleri, THKP-C’li yoldaşlarından Tuğrul Eryılmaz, Semra Cafer, Bingöl Erdumlu, Hüseyin Işık, İlhami Aras, Necmi Demir, Ömer Laçiner, Oktay Etiman ve daha niceleri onun hayatının tozlu sayfalarına ışık tutuyor belgesel aracılığıyla. Yönetmen Arin İnan Arslan, dönemin arşiv görüntüleri, fotoğraf albümleri, Cevahir’in mektupları ve gazete küpürleriyle destekliyor belgeseli.
Hüseyin öldükten sonra okulu bırakıp memleketine dönen yoldaşları, ölümünün üzerinden elli iki yıl geçmesine rağmen halen yasta olan ailesi, her yıldönümünde onu anan köy halkı… Hüseyin Cevahir’in yüzlerce insanda bıraktığı izleri görüyoruz belgeselde. “Utangaçtı ama cesurdu da.” diyor yoldaşlarından biri Hüseyin Cevahir için. “Naifliği pek şerefli bir naiflikti.” diyor. Ailesi, odasının kapısından gelen daktilo seslerini anlatıyor “Biraz daha yazayım, geleceğim.” diyip Küba Devrimi üzerine yazmak için odasına kapandığı günlerden bahsederken. Hüseyin hayatın bütün yönlerine açık, edebiyata olan tutkusuyla, yazıya, dansa, öyküye, şiire merakıyla 70’li yılların devrimci atmosferinde fark yaratıyor. Çocukluğu ve gençliğinde gösterdiği okuma ve öğrenme mücadelesi etkiliyor hayatının sonraki dönemlerini. Annesinden 38’in katliam öyküleri dinleyerek büyüyor. Köyün üniversiteye giden ilk öğrencisi Hüseyin Cevahir, üniversitede okurken, doğduğu toprakları, Dersim’i, köyünü, soğan kokan evini özlediğini yazıyor mektuplarında. Ama oradan koptuğunun ve geri dönemeyeceğinin de farkında. Keşke okumasaydım, bilmeseydim diye isyan ediyor.
“BEN BİR MARKSİST LENİNİSTİM!”
Tıp fakültesini bırakıp Ankara’ya Siyasal’a okumaya gittiğinde, TİP ve FKF ile birlikte Milli Demokratik Devrim hareketinde faaliyet yürütmeye başlıyor. O dönemde sol hareket bir anda hızlanıyor, belgeselde anlatılana göre çığ gibi Denizler geliyor, hızlı gelişmeler yaşanıyor, örgütsel yapılar açısından kolay hazmedilemez bir hal alıyor. Zamanda MDD çizgisinden ayrılıp THKP-C’yi kuruyor Hüseyinler. Kürtler üzerinde yoğunlaşan jandarma zulmü üzerine Diyarbakır’a gidip Doğu Raporu yazıyor. 68 kuşağının ve devamındaki devrimci hareketlerin yanında farklı ve özellikle Kürt sorununa eğilen bir insan olduğunu görüyoruz Hüseyin’in. Kürt sorununun mumla ortaya çıkabildiği bir zamanda, bunu bir sorun ortaya koyan ve çözülmesi gerektiğini savunan birisi olarak karşımıza çıkıyor. Hangi taraftan tutulursa tutulsun bir yolsuzlukla karşılaşmaktayken, iktidar yoğun bir Kürtçülük akımı olduğunu iddia ederken ortadaki durumun eşit vatandaş olma özlemi olduğunu, Türkiye halklarının kardeşliği ve birliğinin inancı olduğunu savunuyor. “Ben Türk ve Kürt halklarının ortak kurtuluş mücadelesine inanmış bir Kürt Marksist-Leninistiyim.” diyor Hüseyin.
“Sorumluyum ben çağımdan, düz ovamdan dik dağımdan, sömürgeni toprağımdan sürene dek yazacağım”
15-16 Haziran direnişlerinde Ankara’da işçi sınıfının yanında. O dönemdeki yoldaşları, 15-16 Haziran İşçi Ayaklanması’nın ülkedeki havayı değiştirdiğini, havanın işçi sınıfından yana döndüğünü ve iktidarın bunun zapt edemeyeceğini anladığından bahsediyor. Bir yandan cuntacılarla, diğer yanda kontrgerillayla mücadele var. Ülke çağında bir savaş veriliyor. Dönemin ilk silahlı eylemine katılmış, arkadaşlarıyla birlikte aranmaya başlıyor. Banka Kamulaştırması eyleminin ardında bankada çalışanlardan özür dileyip ayrılıyor Hüseyin. Belgesele konuk olan yoldaşları, Siyonist İsrail’in başkonsolosu Efraim Elrom’un kaçırılmasının Türkiye’de keşfedilmiş bir eylem tarzı olmadığından ve dünyanın her yerinde yapıldığından bahsediyorlar. Hükümete verilen ultimatomda ağır şeyler olduğundan devletin de sert tepki verdiğini, pazarlık yapmayacağını anlıyorlar. Hüseyin’le ilgili, THKP-C gibi silahlı bir direniş içerisinde kafası çalışan, yazıp çizen birinin bulunması devlet tarafından tehlikeli görünüyor ve imha edilmesi gerektiğinden bahsediliyor. 1 Haziran 1971’de Mahir Çayan ile birlikte saklandıkları ve Sibel Erkan’ı kaçırdıkları evde kuşatılıyorlar. Polislere eşgale dair ters tarih yapılması sonucunda 25 kurşunla vurularak öldürülüyor Hüseyin Cevahir.
“Hüseyin yırtmış galiba dedim. Utandım bunu dediğim için.”
Mahir Çayan ve Hüseyin Cevahir’in, emniyet kuvvetlerinin tanıdığı insanlar olduğunu anlatıyor yoldaşları. 12 Mart sonrası sol örgütler hakkında hiçbir şey bilmeyen polislerin sonrasında kendilerini eğittiklerini, işkencelerle birlikte nasıl örgütlendiklerini keşfettiklerini söylüyorlar. Cevahir’i anlatırken bir yandan 68 hareketinin özeleştirilerini dinliyoruz. Kadın ve Kürt meselesindeki eksikliklerinden bahsediyorlar. “Cevahir; Kürt’tü, Alevi’ydi, ezilendi, biz Türk’tük. Türk komüniste bir dayak atarken Kürt komüniste iki dayak atmasından anlamıştık faşizmi,” diyorlar.
Cenazesini almaya giden ailesi Hüseyin’in katledildiği binanın 15-20 dakika uzağında bir yerde vurulmuş bedenini görüyor. Köyden 50-60 kişi gelip omuzluyor ve köye götürüyor Hüseyin’in cenazesini. Köye geldiğinde öyle bir inilti geliyor ki köy yankı yapıyor, insanın ciğeri parçalanıyor. Yıllar sonra ölüm yıldönümündeki bir anmada, “Doğacak olan çocuklara bu devrimcinin adını koyacaksınız. Biz savaşmayı Hüseyin Cevahir’den öğrendik” deniliyor. Öldükten sonra yedi yıl boyunca kimse çalgılı düğün yapmıyor köyde, herkes yas tutuyor. Elli ikinci senesi oluyor köy hala yasta.
“Eğer uykularım kaçıyorsa geceleri, düşümde mutluluklar görüyorsam tüm insanlar için, sonra bunların düş olduğunu anlayında yanılgıdan ötürü mutsuzluk duyuyorsam, söyle suçum ne benim? İnsanız biz, bir dilim ekmek için tüm çektiklerimiz anacığım.”
* Arkadaş Zekai Özger