Artan fiyatlar, eriyen ücretler işçinin endişesini büyütüyor
İzmir'in sokaklarında asgari ücret zammını, düşen alım gücünü, son zamları işçilerle emekçilerle konuştuk.
Fotoğraf: DHA
Turan KARA
İzmir
Kentin hemen her mahallesinde, meydanında elinde faraşla yere bakarak yürüyen ve çöpleri toplayan ya da parklarda toprağı eşeleyerek peyzaj bitkileriyle uğraşan belediye işçileri asgari ücret zammının nefes aldırsa da yetmeyeceğini düşünüyor.
Menemen sokaklarında gün aşırı çalışan belediye işçileri işsizlik endişesi de taşıyor. “Abi belediye çok adam aldı. Bak şu üst geçit var ya, sadece orada çalışmak için 6 kişi var diyorlar. 2 güvenlik, 2 temizlik bir de merdiven asansör bakımı için adam çalışıyormuş” diyen bir işçiye, “Kimseyi göremiyorum, üstelik asansör bozuk ve yürüyen merdiven de çalışmıyor” diyorum.
"DÜZGÜN BİR SENDİKA VE HAKLAR İSTİYORUZ"
İşçi devam ediyor ve şunları söylüyor: “Ama kağıt üstünde çalışan var. Belediye seçimden önce güvenlik ve temizlik için kaç eleman aldı kimse bilmiyor. Hep taşeron ama ücretler asgari, haklarımız verilmiyor. Biz belediyede düzgün bir sendika, haklar ve çalışma düzeni istiyoruz ama zor gibi...”
Bir diğer işçi de yüksek kiralardan yakınıyor, “Asgari ücret artsa ne olacak, kiralar 10-12 bin olmuş. Bir maaş kira mı olur? 25-30 bine kiralık evler var. 4-5 trilyona ev satıyorlar. Bu paraları kim nasıl veriyor, bize hayal! Ev almak bizler için mümkün değil artık ama kirada kalmak da bir maaşın gitmesi demek. Günahtır, nas diyor enflasyon düşüyor diyor ama fiyatlar uçuyor durmuyor” diyerek tepkisini dile getiriyor.
EKONOMİK CANLILIĞIN ALIŞVERİŞE BAĞLANMASI
İşçilerle sohbet ettikten sonra bir kahveye giriyorum. Kahveciyle ekonomi ve ülkenin gidişatı üzerine sohbet etmeye başlıyoruz. “Milletin durumunun kötü olmadığını” iddia eden kahveci, her gün kahveye gelen bir kişinin yaptığı veri toplamayı şu şekilde anlatıyor: “Köşedeki restoranın karşısında 7 saat bekleyip müşteri saymış. 385 kişi girmiş çıkmış, dışarıya siparişler hariç. Akşam tam saat 20.50’de BİM ve A101’den fiş alıyor kaç kişi alışveriş yapmış diye. Bazen de benzinlikte saat 23.30’da fiş alıyor, en son 478 araç benzin almış. Piyasa canlı değil mi sence?”
Böylesi bir “veri” ve “veri toplama” biçimini görünce insan afallıyor. “Kim yapıyor böyle bir şeyi” diyorum, sanki kendisi yapıyormuş gibi bozuluyor, “Orasını boş ver yapan yapıyor” diyor. Kimin böylesi boş bir işle uğraştığı üzerine konuşmaya devam ediyoruz. “İnsanlar alışveriş yapınca ekonomi canlı, öyle mi?” diye soruyorum.
“Öyle abi, değil mi baksana...”
“Bakabilirim ama şimdi değil. Sen şu vatandaşı anlatsana ne iş yapıyor? Kim? Neden böyle bir şey yapıyor?”
Sanki avcundaki bir tutam gizemi havaya saçmak ister gibi elini havaya doğru savurup, “Sen orasını boş ver asıl dediğime bak” diyor. Günümüzde bu küçük kasabada ortalama bir restoranda vasat bir yemek 150 lira. Çekirdek aileyle alkolsüz akşam yemeği 800 lira tutar...
TÜİK’İN YOKSULLUK KRİTERLERİ
Kahveci neden böyle gerçeküstü bir hikaye ile anlatmaya çalıştı anlamadım ama gerçek veriler harcamaların azaldığını gösteriyor.
2022’den 2023’e eğlence, yeme, gezme ile giyim harcamaları istatistikleri henüz açıklanmamış ancak TÜİK hane halkının beslenme, kira ve ulaşım/haberleşme için ücretin yüzde 70’ine yakınını harcamak zorunda kaldığını, giyim, yeme, eğlence, kültür için ise yüzde 12’sini ayırabildiğini ifade ediyor. Belki de en trajik olan veri sağlık ve eğitime kalan para, ücretin yüzde 3.6’sı. Herhalde kahveciye bunu söylesem tüm iyimserliği ve partizanlığı ile “Abi eğitim, sağlık parasız sayılır” diyecektir, diye düşünüyorum.
Ülkenin en tartışmalı kurumlarından TÜİK’in maddi ve sosyal yoksunluk tanımında, “Otomobil sahipliği, ekonomik olarak beklenmedik harcamaları yapabilme, evden uzakta bir haftalık tatil masrafını karşılayabilme, kira, konut kredisi ve faizli borçları ödeyebilme, iki günde bir et, tavuk, balık içeren yemek yiyebilme, evin ısınma ihtiyacını karşılayabilme ve yeni eklenen mobilyaları eskidiğinde değiştirebilme” gibi kriterler esas alınıyor.
Bu yoksulluk tanımı çalışan yoksulluğu olarak da ifade edilebilir. Şimdi bunlara “Eskimiş giysilerin yerine yenisini alabilme, düzgün iki çift ayakkabıya sahip olabilme, ayda en az bir kez tanıdıkları ile toplanabilme, ücretli boş zaman faaliyetlerine katılabilme, kendini iyi hissetmek için bir miktar para harcayabilme ve kişisel amaçlı kullanım için internet sahipliği” ekleyerek, yoksulluk kriterlerine en sıradan şeyler de eklenmiş durumda. Çalışan kesimler için de işlerin ne kadar zorlaştığı ortadayken, TÜİK, 2022 yılı maddi ve sosyal yoksulluk oranını nüfusun yüzde 16.8’i olduğunu gösteriyor.
Karşımda duran ve iktidarı yüzde 55 oranında desteklediğini söyleyen esnafa, asgari ücret artınca işlerinin nasıl etkileneceğini soruyorum. “Sana biraz zor olur, biri çalışıyor yanında” diyorum. “Çalışan yabancı değil. Neredeyse yarı zamanlı çalışıyor, sigorta falan yok gündelik 250 TL veriyorum, çocuklar da geliyor yardıma. İdare ediyoruz. Ama bu hükümet eğitimi böyle yaptı işler zorlaştı. Çocuklar ful okulda. Esnaf çalışacak çocuk bulamıyor, kimse de çalışmıyor belli şartlarda. Mülteciler her yerde çalışmaya başlarsa gör o zaman” şeklinde cevap verirken, aslında çalıştırdığı kişinin hakkını vermediğini ve yasalara uygun iş yapmadığını itiraf etmiş oluyor.
"BÜTÜN GÜN GÜNEŞİN ALTINDAYIZ, 15 BİN LİRA ALIYORUM"
Suratı sıcaktan kavrulmuş ve çatlamış, kırışıklıkları iyice belirgin hale gelecek kadar zayıf bir şantiye işçisiyle oturuyoruz. Gün boyu güneşin altında çalışırken giydiği mavi kottan yapılma tulumun içindeki tişörtü gösteriyor, “Bak günde 4-5 defa ıslanıp kuruyor. Sen bilmezsin” diyor. Tulumun altında gösterdiği gri tişört olabildiğince koyu bir renge bulanmış, yer yer ıslak. Dudağımı büzüyorum: “Bilmediğimiz çok şey var şu dünyada değil mi?”
Haziran ayının olağan dışı sıcaklığında parlak güneşin altında PETKİM’in tanklarına giden boruların bakımını yaparken nasıl terlediğini görüyorum. Ter, kirden Kızılırmak’ın en ince kolları gibi boz bulanık, ılık, yavaş, kıvrılarak ve damla damla birleşerek ense kökünden kuyruk sokumuna akarken geride tuzlu bir iz bırakmış. Yarı beline indirdiği tulumun altındaki tişörte sırtından bakarken bu belli. Ensesi İskilip civarındaki toprak gibi yanık kara kızıl olmuş.
EYT’li olmak için beklediğini söyleyen işçi, susuzluğunu gidermek için aldığı bir bardak portakal suyunu göstererek şunları söylüyor: “25 lira dinine yanayım. Sadece paran varsa içilebiliyor” diyerek, alaycı bir kahkaha atıyor. “Evet kimi firmalar (ENKA, Gemont) zam yapmış yüzde 35 ila 40 arası, 22-23 bin lira olmuş ücretler. Bizimki düşük, şimdi 15 bin lira, zam geldi diyelim en fazla 18 bin 500, 19 bin olur. Ustalar, formenler biraz daha iyi durumda. Bütün gün güneşin altındayız, halimize bak. Yıl sonuna kadar götürmez bu bizi. Faizi de artırmışlar, kredi faizleri, borç faizleri de artacak daha zor para bulacağız galiba” diyor.
“Hı, öyle görünüyor” diyorum. İşçi devam ediyor konuşmaya: “Gittikçe daha da boş veriyorum. Pek bir şeye umut kalmadı gibi, insanlarda ışık görmüyorum” diyor. Saat 16.00’ya geliyor, güneş hâlâ çok parlak ve sıcaklık 30 dereceye yakın. Gülüyorum, “Senin gözlerinin maşallahı var ama gündüz gözü fener yakalım ışık istersen” diyorum.
İşçiler arasında ‘orta sınıf’ kadar olmasa da nihilizm sık rastlanan bir şey haline geldi. Tabii koşulları işçilerin nihilizmde pek fazla derine inmesine imkan tanımıyor. Nirvana basamakları kuşluk vaktinde çalan alarmla tuzla buz oluyor ancak ne sıkış tıkış bindiği servis ne de kolektif ve entegre çalışması içe kapanmasını ve yalnızlaşmasını da engellemiyor.
"YEVMİYEMLE 2 KİLO KIYMA ALAMIYORUM"
ASGARİ ücretin yükselmesi demir çelik işçileri arasında da tartışılıyor. Servis durağının yanında bir kahvede birkaç arkadaşla konuşmaya başlıyoruz. “Ben işe girdiğimde yevmiyemle 2 kilo kıyma alıyordum. 12 yıldır çalışıyorum, şimdi yevmiyemle 2 kilo kıyma alamıyorum. Ücrete enflasyon zammı geldiğinde ‘Oh yine 2 kg kıyma alabiliyorum’ diye sevinmemi bekliyorlar. Sevinelim tabii de bizim 12 yıl nereye gitti?” diye soruyor bir işçi. Pek de meraktan sormuş gibi bir hali yok.
“Herhalde şirketin banka hesabındadır?” diyorum. “Valla bilmiyorum, orada mı Merkez Bankasında mı?” diyor. Birbirimize bakıp gülüşüyoruz ve “cukkaa!” diyerek gülüyor.
Kahvedeki TV’de Kylie Minogue’un yeni şarkısı “Padam padam” çalıyor. “Bak bu güzel şarkı” diyorum: “Bu kadın fena bir popçu. Müziği hayal kırıklığına uğratmıyor. Gece bir kulüpten sallanarak çıksan ya da havuz başında olsan ya da bir plajda ne dersin?”
“Bunlar hep legebeteci” deyip yüzünü buluşturuyor. “Herkesin istediği gibi yaşaması suç değil, yanlış bakıyorsun” diyorum.
Tatil konusu açılıyor ve işçi anlatıyor: “Ben gittim geçenlerde tatile. Sendika en sonunda bizi de sıraya aldı. Ama temsilciler her giden ekiple defalarca gidiyor.” Aramızda bizden daha genç olan bir işçi hayıflanıyor, “Biz anca gece işten çıkar eve gideriz” diyor. Bundan beş altı sene önce böyle bir sohbet etraftaki gece kulüplerini sayarak biterdi. Şimdi pek gündeme gelmiyor işçiler arasında. Sadece muhafazakarlaşma, kendi kabuğuna çekilme değil, insanlar hemen hemen aynı insanlar ancak şirketlerin yoksulluk ücretinin yarısına kadar varan ücret kısıntıları her şeyi yapmasına izin vermiyor.
10 YILLIK İŞÇİ ASGARİ ÜCRET CİVARINDA ALIYOR
Herkes kötümser değil. Bir diğer işçi araya girip, “Bu asgari ücret artışından sonra bize de iyileştirme yaparlar diye düşünüyorum, sendika bu sefer bastırır gibi. Sen ne dersin?” diye soruyor. “Nereden çıkardın” diye sorduğumda ise işçi şunları söylüyor: “Ne bileyim öyle hissediyorum. Sanki bize de temmuzda iyileştirme yapılacak gibi, hatta kesin yapılmalı.” Bayağı şaşırtıcı, gerçekten hayal ettiği şeye inanıyor ama hiçbir güvenilir olgu yok ortada.
İşçilerin ücretleri ikramiye ve diğer haklarla 14 bin civarı. Saat ücreti üzerinden hesaplandığında ise 10 yıldan fazla çalışan işçiler asgari ücret civarında alıyor. Ayrıca ekonomik çalkantının en kötü zamanlarında bile “Biz bir şey isteyemeyiz” diyen bir sendikaları var. Bunları hatırlatıyorum.
Arkadaşları gülüyor. “Bu sendika mı? Tabii bence de yapılmalı ama sendikaya ya da şirketin merhametine bırakırsanız boşa beklersiniz. Elinize geçecek ilk zamlı ücret şubat ayında olacaktır. Eylül enflasyonunu da ketenpereye getirir bunlar ‘Sözleşme var bekleyin’ diyerek. Onun için temsilcileri şimdiden hizaya getirmeniz, şirketi de uyarmanız gerek. Sendikalı olmayanlar, idari kadro yüzde 30-35 zam alıyor ama sendikalı olduğunuz için alamıyorsunuz. Çok saçma” diyorum ve işçilerin hepsi onaylayarak; “Bu ücretle şubata kadar imkanı yok gitmez. Sendika yüzde 120 mi alacak sanki” diyor. Sohbet devam ederken “Servis geliyor” cümlesiyle dağılıyoruz...